İklim Kanunu
12 Temmuz 2025

İklim Kanunu

Vekâlet İradesinin Mahsulü

Geçen hafta, her zamanki gibi Türkiye gündemi oldukça yoğundu. Yangınlar, İslâmî değerlere yapılan saldırılar ve bunlara karşı Müslümanların tepkileri gündemi bir hayli meşgul etti. Elbette bu gibi gelişmelerin gündemde kalacak yönleri vardır; lakin mesele yalnızca bunlarla sınırlı değildir.

Türkiye bu gündemlerle meşgulken, halk kadar yoğun mesai yapan bir başka kesim daha vardı: Milleti temsil ettiği iddiasındaki meclis. İnsanlardan aldıkları oylarla güya halkı temsil eden vekillerin oluşturduğu bu meclisten, toplumdan bağımsız ve karambole bir şekilde bir yasa daha geçirildi. Bu yasa, Paris İklim Anlaşması’nın güncellenmiş bir versiyonu olan İklim Kanunundan başkası değildi.

Dünya üzerinde hâkim olan kapitalist ideoloji nazarında sömürgecilik, bu ideolojinin ayrılmaz bir parçası, hatta onun fiilî uygulama metodudur. Varlığa geldiği günden bu yana, birçok plan ve üslupla sömürü çizgisinden sapmadan ilerlemiştir.

Bu bağlamda zaman zaman sömürü üsluplarının değiştiğine şahit oluruz.

Mesela “eski sömürgecilik” olarak adlandırılan bir dönem vardı. Bu dönem daha çok askerî tahakküm üzerine kurulu bir yöntemdi. Ancak zamanla yeni bir sömürü biçimi geliştirildi: Yeni sömürgecilik. Bu yaklaşımda askerî tahakkümün yerini, siyasi hâkimiyet aldı. Bunu somutlaştırmak gerekirse şöyle bir örnek verebiliriz:

Amerika, siyasi baskılar ve yaptırımlar uygulayarak, kalkınma projeleri adı altında borçlar verdi, uzmanlar gönderdi ve ekonomik müdahalelerde bulundu. Meşhur “Marshall Yardımları” da bu yöntemin bir parçasıydı. Böylelikle ümmetleri ve halkları kendi nüfuzu altına alabiliyor, iradelerini felç edebiliyordu. Sonuç olarak, yeniden askerî tahakküm yöntemine başvurdu. Bugün sömürüsü altındaki bölgelerde kurduğu askerî üsler, bu hâkimiyeti pekiştirme çabasının bir göstergesidir.

Beldelerimizde bulunan bu kadar askerî üs ve yaşanan siyasi iradesizlikler, bu gerçeğin sadece küçük bir tasviridir. Ancak konuyu dağıtmadan asıl meselemize dönelim:

Kapitalist sömürgeci devletler, diğer ülkeleri kendi hegemonyalarına almak ve bu hâkimiyeti kalıcılaştırmak için birçok farklı yöntem kullanmaktadır. Paris İklim Anlaşması da bu sinsi planın bir parçasıdır.

Bu anlaşma sayesinde büyük devletler, hem rakiplerini dizginleyebilmekte hem de ülkelere kolayca nüfuz edebilmektedir. Zira bu tür anlaşmaların maddeleri ve sonuçları incelendiğinde, iktisadi yaptırımlarla başkaldıran yönetimlere sopa gösterildiği açıkça görülmektedir.

İşin ilginç tarafı ise hem Paris İklim Anlaşması’nın hem de İklim Yasası’nın güya “temiz bir dünya” amacıyla ortaya konmuş olmasıdır.

Uzun yıllardır dünyayı en çok kirleten ülkeler; “Çin, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği” ülkeleridir. Dünyayı kirletme konusunda her yıl rekorlarını tazeleyen bu ülkelerin, bir insanın karbon ayak izine ya da bir büyükbaş hayvanın saldığı gaza odaklanmaları, aslında nasıl bir tuzağın içine çekildiğimizin açık bir göstergesidir.

Düşünebiliyor musunuz? Daha yasa kabul edilmeden dört yıl önce “İklim Değişikliği Bakanlığı” kurularak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlandı. Bu ne iştah, bu ne hız, bu ne sadakat! Görülüyor ki birileri, Batı’nın bütün projelerinde rol model olmayı fazlasıyla benimsemiş.

Makalemizde bundan sonra neler olacak, bu yasalar günlük hayata nasıl ve hangi kademelerle yansıyacak gibi konuları uzun uzun ele almadan önce, birkaç gündür öve öve bitiremedikleri yapay et furyasıyla zaten sürecin başladığını hatırlatmak isterim.

Bizler, İslâm dışı tüm ideolojilerin “nesli ve ekini ifsat ettiğini” Rabbimizin ilâhî fermânıyla zaten biliyoruz. Bilmekle kalmayıp bunu iliklerimize kadar hissediyoruz.

Batı’nın aldığı her karar, hiçbir tereddüde yer bırakmaksızın coğrafyamızda uygulanmaktadır. Ve bu uygulayıcılar, İslâmî söylemlerle iktidara gelseler de Müslüman halkın dinî ve manevî değerlerini zerre kadar önemsememektedirler.

Tüm bunlardan sonra, adeta bir deformasyon aracına dönüşen “yerli ve millî” etiketi, İklim Yasası’na da hükümet eliyle vuruldu.

Oysa tamamen Batı menşeli olan ve temelleri 1980’li yıllara dayanan iklim anlaşmalarının hangi yönüyle “yerli ve millî” olduğu açık değildir. Bu tür yasalar, büyük devletlerin gelişmekte olan ya da buna dair hedefleri bulunan ülkeleri kuşatmasını sağlayacak, nesli ve ekini ifsat etmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Bu tarz yasaların onaylanması sadece fikrî düşüklükle açıklanamaz. Burada Batı’nın kararlarına olan bağlılık ve itaatteki sadakat de gözle görülür bir şekilde ortadadır.

Vekalet ile ellerinde tuttukları nizami iradeyi, ümmetleri ifsat etmek için kullananların abat olunmayacak zulümlere imza attıklarını akan satırlara nakşedelim.

Dünya, İslâm Devleti'nin hayat sahnesinden çekilmesinden bu yana, bir daha eskisi gibi olamadı. Beldelerimiz, adaletin derin kuyulara atıldığı, zalimlerin at koşturduğu diyarlar hâline geldi.

Bireysel ya da toplu olarak karşısında durulması mümkün olmayan bu münkeratın ortadan kaldırılması için, dünya bugün Hilâfet’e her zamankinden daha fazla muhtaçtır.

Dünya halkları ve İslâm ümmeti için, ufukta alternatifsiz görünen tek çözüm işte budur.

Öyleyse azimleri bunun için bilemenin, iradeleri bunun için seferber etmenin vakti gelmedi mi?