İki Erdoğan
Biri “Realist” Diğeri Paratonerist
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyareti devam ediyor. Ben bu ziyarette Erdoğan’ın tüm görüşmelerini, katıldığı konferans ve toplantılarını ve buralarda yaptığı açıklamalar ve değerlendirmelerini detaylıca takip etmeye ve irdeleyip incelemeye çalışıyorum. Tüm konular hakkında söylediklerine, değerlendirmelerine, duygularına, reflekslerine kadar adeta bir psikologun hastasını takip ettiği gibi derine inmeye çalışıyor ve tefekkür ediyorum. Ve bazen geçmişe gidiyorum. Mukayese imkânı bulabileyim diye…
Ayrıca başbakan Erdoğan’ın yakından kendilerini ilgilendirdiği Müslümanlara da bakıyorum. Yazarlara, kanaat önderlerine, uzmanlara, cemaat liderlerine, ve sempatizan ile fanatiklere…
Erdoğan’ın izlenmesi sonucunda karşıma iki ayrı Erdoğan’ın çıktığını gördüm. Biri “Realist” Erdoğan, diğeri ise paratonerist Erdoğan. Realist kavramını bu yazı boyunca tırnak içinde “Realist” şeklinde kullanacağımı söylemek isterim. Çünkü bu yazıda ki realistlik benim ve Müslümanların hayat düşüncesi ve dünya görüşüne uymayan bir realistlik manasını taşıyor. Ama her halükarda konjektörel maslahatçı realite açısından bakılırsa da Erdoğan’ın realistliğinde bir realistlik anlamı vardır.
Şimdi sizleri Başbakan’ın ABD ziyaretindeki açıklamaları ve daha önce yaptığı bazı açıklamalar ile baş başa bırakıyorum. Hiçbir değerlendirme ve yorum yapmayacağım. Çünkü yorumu size bırakmak istiyorum.
Başbakan Obama ile yaptığı görüşme sonrasında ortak basın açıklamasında, dünyanın en önemli gündem maddesi Suriye ile ilgili bakın neler söylüyor:
“Suriye'de kanlı sürecin sonlandırılması, halkın meşru taleplerini karşılayan yeni bir yönetimin inşası konusunda, ABD ile tam bir mutabakat içerisindeyiz. Bu noktada muhalefetin desteklenmesi ve Esed'in gitmesi, Suriye'nin terör örgütlerinin faaliyet sahası olmasının engellenmesi, kimyasal silahların kullanılmasının engellenmesi, bütün azınlıkların güvenliklerinin temin edilmesi öncelikli olarak önem arz etmektedir.”
Erdoğan, ABD'nin Suriye'deki çabaları güçlendirmemesi durumunda sürecin ne şekilde etkileneceği yönündeki soruya şöyle cevap veriyor:
Şu anda uluslararası camianın hassasiyetini göstermesi için Türkiye olarak biz çaba göstereceğiz. İnanıyorum ki ABD aynı şekilde bu çabayı gösteriyor ve diğer ülkeler gerek BM Güvenlik Konseyi gerek Arap Ligi gerekse tüm bunların dışında olduğu halde buna hassasiyet gösteren ülkeler var ve bizler bu süreci daha da hızlandırabilmenin şu anda gayreti içerisindeyiz. Nitekim bu seyahatten sonra çok daha farklı ülkeleri ben de Dışişleri Bakanım da dolaşmak, ziyaret etmek suretiyle bu süreci daha nasıl hızlandıracağız, nasıl daha az insan ölsün ve bir demokratik rejim Suriye'ye süratle nasıl gelsin? Bizim derdimiz, otokratik bir rejimden, bir diktatörlükten Suriye'yi kurtarmaktır. Bu da öyle zannediyorum ki demokrasiye inanmış tüm ülkelerin ortak sorunudur. Bunu başarmak için bu yoldaki gayretimizi sürdüreceğiz."
Başbakan Erdoğan, Washington'daki Brookings Enstitüsü'nde, "AK Parti İktidarları ve Türkiye'nin Dönüşümü" konulu panelde Suriyeli mülteci sayısı ve bu ülkedeki olaylarla ilgili, "ABD ile uçuşa yasak bölge oluşturma konuşuldu ve ne yanıt aldınız- Bu süreçte ABD, sürecin parçası olacak mı-" yönündeki soruyu, şöyle yanıtladı:
“Bu süreç içerisinde şu anda no-fly-zone (Uçuşa yasak bölge) ile ilgili olarak bir tespitimizi söylemem gerekir; Bu konu ABD-Türkiye arasında alınabilecek bir karar değildir. Bunun BM Güvenlik Konseyi'nden geçmesi gerekiyor. Şimdi Suriye’de süreci Cenevre 1, Cenevre 2 ile devam ettirmek gibi süreç söz konusu (Suriye konusunu). Bu konuda şu anda Rusya'nın Cenevre sürecinin devamından yana olduğunu biliyoruz ve gerek Amerika gerek Çin, Türkiye, Arap Ligi ülkeleri, hep birlikte bu sürecin içerisinde yer alarak, fakat takvimin açıklanması lazım ve bu takvim içerisinde Cenevre sürecini devam ettirerek, eğer buradan böyle bir kararın çıkması halinde biz Türkiye olarak üzerimize düşeni yaparız, yapmamız lazım.”
Şimdi mayıs ayının başında Suriye’nin Banyas kasabasında Esad rejiminin gerçekleştirdiği katliam sonrası Erdoğan’ın Ak Parti 20. İstişare toplantısında yaptığı konuşmadan alıntılarla sizleri baş başa bırakıyorum:
“Ya bütün dünyaya sırtımızı döneceğiz, ya bütün bu mazlumlara yüz çevireceğiz, hiçbir şey olmamış gibi davranacağız ya da tarihin ecdadın, medeniyetin, milletin bize yüklediği sorumluluğa sahip çıkarak mazlumların feryadını duyacak, yeter artık diyeceğiz, böyle haykıracağız.”**
“Biz, dengeler adına, konjonktür adına, çıkarlar adına susacak bir millet, böyle bir devlet değiliz. Biz, İstanbul’da cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna vardığımızda anlımız ak varmak istiyoruz. Biz, cihan Padişahı Kanuni’nin huzuruna vardığımızda, o manevi huzura başımız dik çıkmak istiyoruz. Biz, ruzu mahşerde kitap önümüze konulduğunda hesabımızı yüreklice vermek istiyoruz. Banyas’ta çocukların feryadı arşı inletirken, biz susan dilsiz şeytanlardan olmayacağız.”
Not: Banyas kasabasının ileri gelenleri 12 Nisan tarihinde Başbakan’a bir mektup yazarak böyle bir katliamı Esad rejiminin her an yapabileceğini ve bu sebeple Türkiye’den yardım beklediklerini söylemişlerdi, Türkiye hükümeti ise hiç bir şey yapmadı. Ta ki katliam gerçekleşti.
Sanırım Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde yaptığı açıklamalarda “realist”, Türkiye’de Milletvekilleri ve Müslüman Türkiye halkına karşı yaptığı açıklamalarda da paratonerist olduğunu görmüşsünüzdür.
Paratoner: havadaki elektrik yükünü toprağa aktarmayı amaçlayan araçtır.
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde Filistin meselesi ile ilgili dekonuştu. Bakın neler söyledi:
“Biz, bunu (Filistin meselesini) adeta bir 'iç meselemizdir' demiyorum ama iç meselemiz hassasiyeti içerisinde bu olaya yaklaşıyoruz. Tabii burada bir gerçek var; öncelikle El-Fetih ve Hamas'ın uzlaşması sürecini, önce bunu başarmamız lazım. Eğer bu uzlaşma başarılmazsa İsrail-Filistin görüşmelerinden bir netice elde edileceğine inanmıyorum.”
“Eğer bu başarılırsa, bu uzlaşıdan sonra İsrail ile yapılacak olan görüşmelerin ben çok daha suretle neticeleneceğine inanıyorum. Bunu başarmak gerekir. Türkiye olarak bizim de bu süreçte yapabileceğimiz çok şeyin olduğuna inanıyorum. Çünkü biz El-Fetih ile de Hamas ile de gayet iyi görüşen ülke konumundayız.”**
Ahmet Davutoğlu’nun haftalar öncesinde CNN TÜRK’de katıldığı bir programda söyledikleri ise şöyle**:**
“Maalesef hala İsrail'de iki devletli çözümü destekliyoruz deme cesaretini göstermiş bir hükümet yok... Filistin tarafında da parçalanmış bir otorite var. Bu parçalanmış otoriteden Filistin tarafının çıkması lazım. Biz Filistin uzlaşısının muhtemel barış öncesinde gerçekleşmesini istiyoruz. Her iki tarafın (İsrail-Filistin) 1967 sınırları temelinde yaşayabilir devletler olmasını sağlamaya çalışıyoruz”
Şimdi sizler Başbakan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun yapmış oldukları bu açıklamaların ABD’nin istediği 67 sınırlarını tanıyan bir Filistin Devleti’nin kurulmasına hizmet olduğunu anlamadınız mı? Peki One munit’ten ne anlamıştık. Yeter artık diyen bir başbakan. Yani paratonerist bir başbakan.
Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde tüm konularda Türkiye’nin ABD ile müttefikliğini ortaya koyan açıklamaları ile makaleyi sonlandırmak istiyorum.
“Açıkçası Türkiye-ABD ilişkileri açısından tarihi bir gün, tarihi bir dönüm noktası yaşadığımıza inanıyorum. Bölgesel ve küresel meselelerde Türkiye-ABD ortaklığı barışa, huzura, güvenlik ve istikrara daha yoğun şekilde hizmet edecektir.”
"Türkiye ve ABD olarak terörle ortak mücadelemizi sürdürme konusunda son derece kararlıyız. Türkiye ve ABD Ortadoğu'dan Balkanlara, Doğu Akdeniz'den Kafkaslara, terörle mücadeleden enerji arz güvenliğine kadar çok geniş bir alanda güç birliği sergiliyorlar, güçlü bir işbirliği sergiliyorlar"**
“Şunu herkes bilmelidir ki Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri'nin kadim ittifakı, en çok da küresel sorunları çözmek hedefine odaklanmıştır.”**
“Çoğulcu demokrasi ve hukuk devleti anlayışı, ABD ile bizleri binlerce mil öteden birbirimize ayrılmaz biçimde bağlıyor.”**
Ak Parti hükümetinin, Başbakan Erdoğan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun güya derin, realist ve bir o kadar çok uyanık dış siyaset izlediğini söyleyen liberal yazarlara ve düşünürlere sözüm yok. Ama muhafazakâr İslamcılık çerçevesi içerisinde bunu yapan genç yazar, kanaat önderleri ve düşünürlerinin içinde bulundukları psikolojik güdümlü fanatikliği anlayabilmiş değilim.
Filistin meselesinde Hamas’ın 1967 sınırlarını tanıması için arabuluculuk yapan ve muhakkak Filistin’de 1967 sınırlarını tanıyan bir uzlaşı hükümetinin kurulması gerekir deyip İsrail İle Filistin barışını bu şarta bağlayan Erdoğan ve Davutoğlu, İsrail’in varlığını kabul etmeyen, Onu işgalci olarak gören İslami kesimden ve hatta Kudüs davasına en çok önem verenlerden destek alıyorsa ne yapmalıyız?
Irak’ı ve Afganistan’ı işgal edip milyonlarca Müslüman’ı demokrasi getiriyorum diyerek katleden ABD ile Türkiye’nin çoğulcu demokrasi konusunda binlerce mil öteden de olsa geçmişe dayalı bağlarının olduğunu söyleyen Erdoğan’a ve Suriye konusunda yürüttüğü kirli siyasetine destek verenlere nasıl bir psikolojik hal ile bakmalıyız.
Suriye’de terör örgütlerinin faaliyetlerine engel olmalıyız diyen bir Başbakan’a hangi terör örgütleri Sayın Başbakan? İslami Devlet isteyenler mi? Hilafet isteyenler mi? diye sormayacak ve bunu konjektürel siyasi maslahatlar ile gerekçelendirerek susacak zihinsel işgal ve akıl tutulması ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmek üzüntü verici…