Son haftaların ana gündem konusunun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Kürt Sorununun” çözümü noktasında İmralı da Abdullah Öcalan ile görüşmesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sürecin nasıl ve ne şekilde hangi mecraya ulaşacağını bekleyip göreceğiz.
Sorunu oluşturan faktörlerin tespiti yapılmadan, Müslüman halkların birbirini kırıp geçirmesine, Müslümanlar arasında bir fitne ve kavmi ayrımcılığa sebep olan ve aslında 90 yıldır devam eden ama son 30 küsur yıldır silahlı bir çatışma şeklinde sadece anaların ağlamasına sebep olan bu meselede çözüme ulaşmak nasıl olur bilemiyorum. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile başlatılan bu ayrıştırma ve düşmanlaştırma siyaseti bu güne kadar farklı aktörler eli ile yürütüldü. Şimdi geldiğimiz noktada bu sorunun aktörlerinden birinin iki dudağı arasında bekleyen bir söz sorunu çözüme kavuşturacaksa sanırım sorunun tespitindeki hata üzerinde hala devam edilmektedir. Çünkü aktörlerin arkasındaki asıl yapımcı ve planlayıcıların kimler olduğu hala gizli kalmaktadır.
Hem Başbakanlık adına MİT, hem de BDP vekilleri tarafından Abdullah Öcalan ile yapılan bu görüşmelerin ardından hükümet adına hem Başbakan hem de diğer kurmaylar bu tür görüşmelere devam edileceği ve bu yolla bir çözüme ulaşılacağı noktasında açıklamalar yaptılar. İki muhalefet partisi CHP ve MHP haricinde genel siyasi kamuoyunda bu görüşmelere ve plana sıcak bakıldığına ilişkin kanaatler hâkim.
Ben bu görüşmelerin sorunu çözüp çözmeyeceği konusuna ve bu konuda ki genel kanıların ne olduğuna detaylıca değinmeyeceğim. Lakin bu gündeme ilişkin Fetullah Gülen Hoca’nın yaptığı bir açıklamanın genel ve İslami kamuoyundaki yansımalarını ve bu açıklamaların konu ile ilişkisinin olup olmadığını irdelemeye çalışacağım. Bundan önce de gündeme ilişkin siyasi birçok konuda düşüncelerini açıklayan Fetullah Gülen Hoca bu konuda da açıklamalarda bulundu.
İslam’daki “Sulh” (Barış) kavramından “Sulh ta hayır vardır” ifadesi ile yola çıkan Fetullah hoca, İmralı görüşmeleri ile sağlanacak anlaşmayı Hudeybiye antlaşmasına benzetti ve şu ifadeleri kullandı: “İnsan sulh yaparken bazen kan kusabilir, kızılcık şerbeti içebilir. Milli onur ve gurur ayaklar altına alınmama kaydı ile, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe elde etekte öpülebilir.” Fetullah hocanın bu ifadeleri ile İmralı görüşmelerini desteklediğini beyan etmiş olması ayrı bir konudur. Bizim burada değerlendireceğimiz şey İmralı görüşmelerinin yapılıp yapılmaması konusu değil, aksine bu mesele ile ilişkilendirilerek Hudeybiye Barış Antlaşmasının kastının ve Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”in Hudeybiye üzerindeki siyasi dehasının göz ardı edilmesidir. Ayrıca yine Hudeybiye Antlaşmasının İslam Devleti ve o devletin lideri Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem” ile Küfür otoritesi Kureyş arasında yapılıyor olmasının göz ardı edilmesidir.
Hal bu ki bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin İmralı da Abdullah Öcalan ile görüşmesi böyle bir konu değildir. Zaten Fetullah hocanın şart olarak dikkatlere sunduğu “Milli onur ve gururun ayaklar altına alınmama kaydıyla” ifadesi bunu açık bir şekilde ortaya çıkarmıştır. İslami onur ve gurur değil de Milli onur ve gurur ifadesi aslında bu yaklaşım ile sorunun çözümsüzlük içerisinde kalacağının açık göstergesi değil midir? Milli onurdan kastedilen şey Türk milletinin onuru ise o halde Kürt milletinin onuru ne olacak diye sorulur hemen. Bu sebeple böyle bir konunun Hudeybiye antlaşmasına benzetilmesi hatalıdır. Ayrıca gerçek kasıtlarından ve siyasetinden arındırılmış bir Hudeybiye anlatılarak bu benzetme yapılırsa bu daha büyük bir fecaattir.
Hudeybiye antlaşmasını Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”in küfür otoritesine karşı verdiği bir taviz olarak değerlendiren bu tür yaklaşım sorununa sahip kişiler yıllarca Hudeybiye’den demokratik rejimler altında ona rıza göstererek yaşamanın mubahlığına fetva çıkarmaya çalıştılar. Hudeybiye antlaşmasının kastını ve siyasetini bilenler ve Fetullah hocanın bu açıklamalarını dinleyenler bu hatalı yaklaşımı apaçık görürler.
Hudeybiye Gerçeği…
Öncelikle Hudeybiye Antlaşmasının gerçeğini görmemiz gerekmektedir. Unutulmaması gereken bazı konuları söyle sıralayalım isterseniz:
1 - Hudeybiye Antlaşmasında Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem” İslam Devletinin başkanı vasfındadır. Ve Bu antlaşma devletlerarasında yapılan bir antlaşmadır.
2 - Hudeybiye’de Kureyş’i antlaşmaya zorlayan Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”dir. Çünkü Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem” ta Medine’deyken bu plan ile yola çıkmış ve bunun için bir Umre planı yaparak Mekke’ye doğru yürümüştür. Burada Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”in asıl planı Kureyş’i barışa zorlayarak Araplar ile arasına had koymaktır.
3 - Müslümanlar Mekke’ye yaklaştıklarında Kureyş otoritesi defalarca kez Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”e heyetler göndermişlerdir. Bu heyetlerin Kureyş tarafından gönderilmiş olması Müslümanların planının anlaşılması içindir.
4 - Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem” Mekke’ye savaşmak için değil umre için geldiğini açıklayarak Mekke halkını yanına almayı ve Kureyş otoritesi ile halkı karşı karşıya getirmeyi planlamıştır.
5 - Bu antlaşmadaki en önemli siyasi kasıtlardan biri Medine’ye karşı Mekkelilerle birliktelik oluşturmayı planlayan Hayber Yahudilerinin bu planını boşa çıkararak güçlerini parçalamaktır. Hudeybiye antlaşmasından hemen 15 gün sonra Hayber Gazvesi için yola çıkılmış olması bunun açık delilidir.
6 - Hudeybiye antlaşması ve Hayber’in fethi ile Medine İslam Devleti için güneyde Şam’ın kapıları aralanmış, kuzeyde ise Mekkeli Kureyş otoritesinin birliği ve gücü zayıflatılarak fethin kapıları aralanmıştır.
Şimdi Allah Rasul’ü “Sallallahu Aleyhi Ve Sellem”in Hudeybiye üzerindeki tüm bu siyasetlerini görmezden gelerek, Hudeybiye’yi Müslümanların umre yapamadan Medine’ye geri dönmeleri olarak algılamak ve bunun üzerine “kan kusulur kızılcık şerbeti içilir” demek nasıl izah edilecek.
Tüm bu gerçekleri gördükten sonra siyasi anlamda Hudeybiye’yi değerlendirdiğimizde Onun İmralı görüşmelerine benzetilecek bir yönünün olmadığını görmüş oluyoruz. Bu benzetmenin doğruluğuna onay veren ve hatta Fetullah Hoca’ya bundan dolayı minnettar olan Müslüman akil adamların ve yazarların bu gerçeği iyi okumaları ve görmeleri gerekmektedir.
Hülasa Fetullah Gülen Hoca’nın Hudeybiye’den İmralı’ya varmak istiyor olmasını anlayabiliriz. Lakin Hudeybiye’den İmralı’ya varılmayacağı apaçık ortadadır. Hudeybiye’den ancak Hayber’e varılır. Bunu ise Türkiye Cumhuriyeti değil İslam ile yönetecek İslami bir yönetim olan Hilafet Devleti yapabilir.
Son söz olarak, Fetullah Gülen Hoca’nın Mavi Marmara açıklamalarını göz önünde bulundurduğumuzda Hudeybiye’den Hayber’e varmak istemeyeceğini de buradan söylemek gerekecek sanırım.