Türkiye’nin demokratik siyaset cephesinde değişen bir şey yok! Tam manasıyla bir kısır döngü ile karşı karşıyayız. Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti fabrika ayarlarına dönüş mesaisi yapıyor.
Cumhur ittifakı ortakları Erdoğan ve Bahçeli’nin söylemleri arasındaki makas gittikçe daralıyor. Sadece bir ton farkı kalmış gibi! Erdoğan’ın İslâmi motiflerle harmanladığı vatancı ve milliyetçi söylem, Bahçeli’de daha net ifadesini buluyor. Açık denizlerde pusulasız yorgun düşen Erdoğan’ın Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)’ne yelken açtığı artık sır değildir.
Yakın geçmişte %10’luk seçim barajını aşamayacağını anlayan Bahçeli, Türklüğe kefen biçmekle suçladığı Erdoğan’a dört elle sarılmıştı.[1] Gerçekte yeni sistemde Erdoğan’ın da buna ihtiyacı vardı. Şimdilerde ise AK Parti’nin “ampul”ü sadece “üç hilal”in parlamasına yarıyor. Bu bağlamda MHP, milletin başına bela olmuş bu sistemin çimentosu olduğunu her defasında ispatlamıştır. Milletin mağduriyetinin devamı konusunda CHP kadar rol oynadığı inkâr edilemez.
Nitekim geçtiğimiz Perşembe MHP’nin 13. Olağan Kurultayı’nda Bahçeli’nin yaptığı konuşmayı dinlerken demokrasinin faşistliğine ve Bahçeli’nin çaresizliğine bir kez daha şahit oldum. Varlığını Kürt milliyetçiliğine borçlu olduğunu çok iyi bellemiş biri olarak yağıp gürlemekteydi. Türkçülüğe vurgu yaparak alabildiğine Kürtçülüğü tahrik etmekteydi. Aylardır dillendirdiği HDP’yi kapatma hamlesi nihayet Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından başlatılmıştı. Kızgın öfkeli bir haletiruhiye içinde daha uzun süre varlığını sürdürecek bir zemini oluşturmuş olmanın rahatlığı içinde coştukça coşuyordu. “Üniter milli devletimizi hançerlemek için ittifak kurmak, bölücü milletvekillerinin TBMM’ye gelen fezlekelerinin önüne arkasına bakalım demek adamlık değildir. Fezlekelerin önünde hukuk, adalet vardır.” derken hukukun çoktan katledildiğinden ve kamu vicdanında adalet duygusunun yok edildiğinden habersiz gibiydi. “Türkiye’yi uçuruma çekmenin adı demokrasi değildir*.**”* derken ters taraftan demokrasinin tanımını yaptığından bihaberdi.[2] Dilinde yine beka sorunu, yine Ergenekon ve Kızılelma! Yine tek devlet, tek millet ve tek bayrak edebiyatı. Kısacası eski tas, eski hamam!
Peki, sormak gerekmez mi: ithal rejiminizin üzerinden bir asır geçti; bu milletin hangi sorununu hallettiniz? Neden çıkış noktanızdan bir adım ilerde değilsiniz? Neden hâlâ aynı sorunların çok daha büyük boyutlarıyla karşı karşıyasınız? Muhasebe yeteneğinizi hepten mi kaybettiniz? Gelinen noktada sosyal dokusu bozulmuş, manevi değerleri törpülenmiş, aile yapısı sarsılmış, güven duygusu kaybolmuş, yarına dair umutları tükenmiş bir toplumla karşı karşıya olduğunuzu görmüyor musunuz? Ta ilk günden beri düşman tarafından size ezberletilen Türk ulusalcılığını yaparak Kürt sorununu çözemezsiniz! Laiklik ve demokraside inat ederek Müslümanları sindiremezsiniz! Bu iki devasa sorun düşman rejim ile birlikte bu topraklarda zuhur etti. İzzet Begoviç’in dediği gibi; “Savaş düşmana benzeyince kaybedilir.” Bu düşman rejimi bizi düşmanımıza benzetti. Öyle parlamenter sistemden Amerikan tipi başkanlık sistemine geçmekle bu sorunları çözemezsiniz. Düşmanın ideolojisiyle bu yorgun ümmete hizmet edemezsiniz. Bakın, 100 yıl sonra dönüp dolaşıp aynı noktaya geldiniz. HDP’yi kapattırarak “Kürtçülük” marazını(!) tedavi edemezsiniz. Ne öldürmekle ve ne de yasaklamakla bu sorunun üstesinden gelinmeyeceğini deneyip öğrendiniz. Çünkü bu düşman patentli rejim Türkçülüğü beslediği gibi Kürtçülüğü de beslemektedir. Bu nezih ümmetin bir daha ayağa kalkmaması için Hilâfet’i ilga edip Türk ulusçuluğunu demokrasi ve laiklik ile harmanlayıp size içirdiler. Damarınızda dolaşan “asil kan” değil düşman ideolojisi zehridir. Bu içi boş hamasi nutukları size attıran da bu zehirdir. Allah Celle Celalehu şöyle buyuruyor:
[وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ] “Kim Rahman’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.”[3] Bağırmakla halklı olunmuyor, bilesiniz.
Çözüm bellidir: bir an önce, savaştığımız düşmana ait rejimden kurtulup Türk, Kürt ve Arap’ıyla ümmet olarak bize dünyaya nizam verme kudretini bahşeden Hilâfet nizamına dönmektir. Düşman reçetesiyle sağlık olmaz. Düşman amentüsüyle hayat olmaz. Düşmanın önerdiği çözümler ancak düşman ve sorun üretir. Müslüman ümmeti iç savaşa sürükler. Dünya ve ahiret hayatını hüsrana çevirir.
İçine girdiğiniz bu kısır döngüye mukabil Hilâfet bir seçenek değil, şer’î ve akli bir zorunluluktur. Rahman’ın rahmeti olan Hilâfet nerede, sizin terör ve fesat üreten demokrasiniz nerede!
Allah Celle Celalehu şöyle buyuruyor:
[وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ] “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”[4] [وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ] “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”[5]
___
#YenidenHilafet
#DemokrasiYalanÇözümİslam
[1] Sözcü Gazetesi; 18.10.2018
[2] Haber Türk; 18.03.2021
[3] Zuhruf Suresi 36
[4] Âl-i İmran Suresi 85
[5] Fussilet Suresi 33