HİLÂFET YOLUNDA KİŞİSEL MUHASEBEMİZ
22 Mayıs 2017

HİLÂFET YOLUNDA KİŞİSEL MUHASEBEMİZ

Bir Müslüman olarak içerisinde bulunduğumuz toplumda meydana gelen gerek şahsi gerek toplumsal gerekse nizami çöküntüden kaynaklanan kaos, bir çoğumuzun hayatı üzgün yaşamasına sebep olmaktadır. Bu kaosun örnekleri de sayılamayacak kadar fazla olmasına rağmen nasıl bir toplumun içinde bulunduğumuzu somutlaştırabilmek adına birkaç örnek vermek gerekir diye düşünüyorum. Makalemin devamında ise bir Müslüman olarak Hilâfet yolunda oluşabilecek problemlere karşı bakışlarımızı ve tavırlarımızı nasıl tedavi edebiliriz sorusunu ele alacağım.

Genel olarak Müslümanların yaşadıkları beldelerde uygulanan siyasete bakacak olduğumuzda, yakında kurulacak olan Râşidî Hilâfet meselesinin hem kâfirlerin hem de Müslümanların gündemlerinde çok önemli bir yere sahip olduğunu görebiliriz. İslâmi beldelerin birçoğunda zulüm arşa dayanmışken, Türkiye gibi bazı beldelerde, “Demokratik sistemle İslâm’ı getireceğiz!” veya “Başkanlık sisteminden halifeliğe geçeceğiz!” gibi saçma sapan söylemlerle kamuoyu oluşturulup ümmet sahte vaatlerle oyalanıyor. Batı’da ise ciddi anlamda İslâm’a ve Müslümanlara saldırabilmek adına kurgulanmış şeytani senaryolar oynanmaktadır. Bütün bunlara ek olarak da ahlaktan yoksun, şer’î hükümlerden bihaber, perişanlık ve zillet içerisinde yaşayan ve İslâm’ın nuru ile kurtarılmayı bekleyen koca bir insanlık var.

İslâm’ın devlet eliyle hayat sahasında yaşanmaması için bin bir türlü engelin konduğu bir ortamda davetçiler olarak insanları İslâmi hayatı yeniden başlatmaya davet ediyoruz. Hilâfetin kurulması ve insanlığın Rabbimizden gelen şeriatla yönetilmesini diliyoruz ama böylesi bir toplumda, sıkıntıların üzerimize gelmesi ile zaman zaman kendimizi bir şey yapamaz hissedebildiğimiz oluyor. Kendimizi bir şey yapamaz hissediyor olmamızın sebeplerinden bir tanesi de şer’î konularda yeteri kadar bilgi ile donanmamış olmamız olabilir. Bu anlamda diyebiliriz ki Rabbimiz “Zinaya yaklaşmayın!” emriyle bile bu çirkin amelin yapılmaması değil, yaklaşılmaması gereken bir günah olduğunu söylerken, aynı Rab, bizim küfür nizamı altında onu değiştirme konusunda mücadele etmeden yaşamamıza rıza gösterir mi diye tekrar düşünmemiz gerekir.

Dolayısıyla üzerimize tatbik edilen bu gayri İslâmi nizamın uygulanmasından doğan kaosu ele alırken, kendimize “Ben nasıl bir toplumda İslâm’ı yaşamaya çalışıyorum?” “Nasıl bir ortamda İslâmi hayatı yaşamaya davet ediyorum?” “Toplumla ilişkim nasıl olmalı?” diye tekrar tekrar derinlemesine muhasebe yaparak, bu anlamda gördüğümüz sıkıntılar karşısında çöküntüye ve ümitsizliğe mi kapıldığımız yoksa tam aksine bu sıkıntılar bizim Rabbimize olan teslimiyetimizi daha da arttırıp arttırmadığını muhasebe edebilmeliyiz. Tıpkı Rabbimizin övgüyle bahsettiği o müminler gibi:

لَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

“O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara ‘Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun!’ dedikleri zaman, (bu söz) onların imanını artırdı ve ‘Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir.’ dediler.” Ali İmran Suresi 173

Tabii ki cevapları kolay olmayan sorulardır bunlar, ama doğru cevaplara ulaşmanın yolu öncelikle doğru soruları sormakla başlar diyebiliriz. Ulaştığımız neticelerden bir tanesi daveti götürdüğümüz toplum üzerinde kâfirler yıllar yılı fikrî, siyasi, ahlaki her yönden bozuk fikirler ile toplumu etkilemeye gayret etmişlerdir. Dolayısıyla bu toplum içerisinde toplumun fikirlerini değiştirmeye aday olmaya başlarken zor bir yola baş koymuş olduğumuz bir gerçek. Ama olaylara karşı bakışlarımız ve tavırlarımız İslâmi olursa, bu bizim her anlamda dik durmamızı, kişisel anlamda kendimizi salıvermememizi sağlayacaktır. Bu da her yönden yaşamımıza yansıyacaktır. Çünkü Hilâfet yolunda yürümek, İslâmi hayatın yeniden kurulmasına destek olmak, bütün engellemelere rağmen Rabbimizin vaadidir. Yani İslâm adına mücadelemizin bekasını sağlayacak olan ilahi müjdedir. Kimilerine göre verilen bu mücadeleler, problem olmak, fitne çıkarmak olarak lanse edilmeye çalışılsa bile bizler Müslümanlarız. Biz Müslümanlar problem çıkaran değil, problemlere çözüm odaklı bakan insanlarız. Bizler amellerimizde her daim Allah katında kıymeti en yüksek olanı hedeflemeliyiz. Dolayısıyla bizim için zaman, hiçbir şey üretmeden şikâyetlenme zamanı değil.

Bugün yaşadığımız toplumdaki problemlerin bizi yutar görünüyor olmasına aldanarak ümitsizliğe düşmeyelim. Çünkü Müslümanlar olarak üzerimizde oynanmak istenen oyunlardan bir tanesi de tam olarak budur. Bizleri İslâmi bakış açısından uzaklaştırarak problemlerde kaybolmamızı sağlamak ve aciz bir hâle düşürmek.

Allah Resulünün sadık arkadaşlarını hatırlayalım; Onlar (Allah hepsinden razı olsun) dünyaya sığmadılar. İmkânsızlıktan, vakit darlığından, motivasyon eksikliğinden şikâyet etmediler. Aralarındaki sevgi tam bir bağlılıkla Allah rızasına dayanıyordu. Allah, Resulü ve müminler katında yalnızca şer’î hükümlere tabi olan kişi haklı durumda oluyordu.

Öyle ya, onlar tam olarak Allah’ın rızasını elde etmeyi başarmış Müslümanlar olarak, problemlere takılmadan, nefislerine takılmadan, gururlarına takılmadan, ümitsizliğe kapılmadan yalnızca İslâm’a ve Rablerinin rızasına yönelmiş ve amellerinde hep daha iyisini yapmayı hedefleyerek başarı elde etmişlerdi. Dolayısıyla bizler de aynen o başarıya ulaşmış Sahabeler gibi sorunlara İslâmi çözüm odaklı bakabilmeyi karakterimizin bir parçası hâline getirebilmeliyiz. Asıl mesele “İslâmi hayatı başlatmak için ben ne yapabilirim?” sorusunu dert edinmek, ümmetle çalışmak, İslâmi hayatı başlatma davetiyesinin evlerimize, sokaklarımıza, çevremize kadar gelmesi için, aralarında Allah rızası dışında sevgiden başka hiçbir bağları olmayan kardeşler edinmektir. Mesele hayatımızı “İslâm davetini nasıl daha iyi temsil edebilirim?” diye geçirerek, gece gündüz tefekkür ederek, bu yolda gayretleri arttırmaktır. İşte o zaman İslâmi hayatı başlatma peşinde olmanın hayatımızda neleri değiştireceğini yakinen hissedeceğiz; o da Rabbimizin emri olan Râşidî HİLÂFET’in gölgesinde yaşamaktır.

Ey Hilâfet, ey İslâm’ı tam anlamı ile Rabbimizin dilediği şekilde yaşamamızı sağlayacak ilahi nizam, canımız yoluna feda olsa azdır.

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım!’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” Fussilet suresi 33