İslâm’ın esasını düşüncelerinin kaynağı hâline getirmediklerinden dolayı Batılı düşünürlerin/oryantalistlerin etkisinde kalan fikir-ilim adamlarının kalemleri ve ağızları batıl kusuyor. Söz konusu İslâm’ın yönetim şekli olan Hilâfet olduğunda onun hakkında; olsa da olur olmasa da olur ya da tarihî bir kurumdur diye bahsediyorlar. Hilâfet ne ihtiyari/tercihe dayalı bir meseledir ne de tarihî bir kurumdur. Bilakis Hilâfet şer’î hükümlerdendir.
Hilâfet Şer’î Hükümlerdendir ve Farzdır
İslâmi hayatı başlatacak olan Hilâfet’in ikamesinin Şâri’nin kesin bir talebi olduğunu şerî delillerin ışığında inceleyelim inşaAllah.
Allah Subhânehû ve Teâlâ, Rasulü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’den gönderdiği hükümlerle hükmetmesini kendisinden talep etmiştir. Şu âyet-i kerîmelerde olduğu gibi:
فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ
“Onların aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin haricinde onların arzularına uyma.”[1]
وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ
“Onların arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmet, onların arzularına uyma. Seni, Allah’ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan sakın.”[2] Görüldüğü üzere Allahu Teâlâ indirdiği hükümlerle hükmedilmesini Rasulü’nden kesin bir emirle talep etmiştir. Sadece Rasul’e has olduğuna dair delil olmadığı müddetçe Allah’ın hükümleriyle hükmedilmesi gerektiği bizi de bağlayıcıdır ve farzdır. Hilâfet’in farziyetini ortaya koyan Sünnet’ten deliller ise şöyledir:
مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً
“Kim itaatten elini çekerse, kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allah’la karşılaşacaktır. Kim de boynunda halifeye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.”[3]
Bu hadisle Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam bütün Müslümanlara bir halifeye biati farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü “cahiliye ölümü” olarak tarif etmiştir. Burada geçen biat ancak bir halifeye yapılandır. Dolaysıyla bu hadis hiçbir tereddüte mahal vermeden her Müslüman’ın boynunda halifeye biatin farz olduğuna delalet etmektedir. İslâm’da yönetim şeklinin Hilâfet olduğunun en güçlü delili ise Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadistir:
كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الانْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ…
“İsrail oğulları nebiler tarafından siyaset ediliyordu. Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ediyordu. Artık benden sonra nebi yoktur. Fakat birçok halife olacaktır…”[4]
Sahabe’nin bu konudaki icmasına gelince; Sahabe RadiyAllahu Anhum Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın vefatından hemen sonra bir halifenin seçilmesinin zaruriliği üzerine icma etmişlerdir. Aynı Sahabe icması Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali RadiyAllahu Anhum’a yapılan biatle tekerrür etmiştir. Nitekim Sahabe’nin bu icmasındaki kesinlik şu vakıayla da teyit edilmiştir:
Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın vefatından sonra Sahabe onu defnetmek yerine bir halifenin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Hâlbuki cenazeyle alakalı diğer rivayetlerden hareketle ölenin en kısa zamanda defni farz ve defnin ertelenip başka bir işle meşgul olmak ise haramdır.
Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın cenazesinin teçhizi ve defni üzerlerine farz olan Sahabe’nin Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın defni ile meşgul olmayı bırakıp halifenin seçimi ile meşgul olmuş olmaları Hilâfet’in önemine ve farziyetine delâlet eden bir delildir. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın cenazesinin defni beklerken halifenin seçimi ile meşguliyet şeklinde hâsıl olan bu icma göstermektedir ki, halifenin seçilmesi insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha mühim bir farzdır. Serdetmiş olduğumuz delillerden anlaşıldığı üzere Hilâfet’in ikamesi için çalışmak Allahu Teâlâ’nın kesin bir talebidir yani farzdır.
Hilâfet’in farziyetine dair delillerden, sonra Hilâfet’le alakalı âlimlerin görüşlerini ve söylemlerini zikredelim…
İmam Kurtubi şöyle der: “Hilâfet diğer sütunların kendisine dayandığı (asıl) sütundur.”
İmam Nevevi şöyle der: “Halife seçmenin tüm Müslümanlar üzerine farz olduğu konusunda âlimlerin ittifakı vardır.”
İmam İbn Teymiyye şöyle ise şöyle der: “İnsanlar üzerinde hükmeden Hilâfet makamının, dinin en büyük farzlarından biri olduğunu bilmek vaciptir. Aslında onsuz din müessesesi yoktur. Bu görüş aynı zamanda; el-Fadl İbn İyad, Ahmed bin Hanbel ve diğerleri gibi selefin görüşüdür.
Hilâfet ihtiyari yani tercih edip etmemekte serbest olunan bir alan değildir. Bilakis farzların tacıdır. Ölüm-kalım meselesidir. Farzların tacı oluşundan kasıt ise diğer farzların yerine getirilmesinin ancak Hilâfet ile tamamlanacak olmasıdır. Zira fıkhî kaide şöyledir:
[ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب] “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir.” Hilâfet’i kurmak ve halife var etmek farzdır. Çünkü hükümler ancak onunla uygulanır ve hadler onunla infaz edilebilir.
Âlimler Hilâfet’i Konuşmalıdır
Mademki Hilâfet şer’î hükümlerdendir, öyleyse özellikle günümüz âlimleri de bunu konuşmalı, konuşabilmelidir. Ancak istisnalar olmakla birlikte âlimlerimiz, hocalarımız İslâm fıkhına dair teferruatları konuşuyor ve bunu Müslümanların gündemine bir vesileyle taşıyorlarken, Hilâfet konusu nedense bir türlü gündem olmayı hak etmiyor onların nezdinde… Günümüzde Müslümanlar ibadetlerle alakalı her türlü teferruatlı bilgilere mevcut hocalar aracılığıyla kolayca ulaşabiliyor. Lakin ne yazık ki İslâm’ın kâmil manada yaşanabilir olmasını sağlayacak en önemli farz olan Hilâfet; hocalarımız tarafından konuşulmuyor, anlatılmıyor. Hilâfet konusunda âlimlerimizin suskunluğa bürünmüş olmaları; ya bu konunun cahili olmalarının -ki bu çok düşük bir ihtimal- ya da İslâm’a kin ve düşmanlık duyan kâfirlerin kirli planlarının isteyerek ya da istemeyerek bir payandası olmalarının bir ürünüdür.
Âlimlerin bugün farzların tacı meselesini konuşmak yerine daha az ehemmiyet taşıyan konuları konuşmaları bana “Değirmen sele gitmiş, değirmenci şakşağını [5] arıyor!” atasözünü hatırlattı.
Bunun hikâyesi şöyledir ve âlimlerin ölüm-kalım mesabesindeki bir konuyu es geçip, görmezden gelip çok detay ve daha ehemmiyetsiz konuları gündem yapmalarına yerinde bir teşbihtir diye düşünüyorum.
“Değirmen sele kapılmış, gitmiş. Değirmenci selin geride bıraktığı harabenin ardından aranıp duruyormuş. Bir şeyler aradığını görenler; ne arıyorsun hâlâ, diye sormuşlar. Değirmenci cevap vermiş: Şakşağı arıyorum.”
Ey âlimler! Allah’ın hükümlerini kâmil mana da hayata tatbik etmenin şer’î yolu olan Hilâfet 94 senedir hayatımızda yok ve siz hâlâ cennetin somut ya da soyut olduğunu mu konuşacaksınız?
Ey hocalar! İslâm nizamı hayatımızdan kovulmuş, yerine beşeri küfür nizamları hâkim olmuş ve siz hâlâ abdesti nelerin bozduğunu mu anlatacaksınız?
Ey ilahiyatçılar! Demokratik laik nizamın getirisi gereği adaletsizlik, huzursuzluk ve güvensizlik hayatımızı çepeçevre kuşatmış ve siz hâlâ adaleti tarih kitaplarında okutmaya devam edip adaletin uygulayıcısı Hilâfet Devleti’nden bahsetmeyecek misiniz?
Hilâfet, İslâm dininin yaşanabilmesinin yegâne garantörüdür. Hilâfet olmaksızın Allah’ın razı olduğu bir hayatın tesis edilebilmesi imkânsızdır. Öyleyse çalışanlar bunun için çalışmalıdırlar.
[1] Maide, 48
[2] Maide 49
[3] Müslim
[4] Müslim
[5] Şakşak, değirmen taşı üzerinde asılı küçük bir tahta parçasıdır.