Siyaset insanları yönetme; işlerini idare etme sanatıdır. “Mümkün olan sanatı” şeklindeki yaygın manası, siyasetin tanımı değil bir özelliğidir. Burada “mümkün olan” müstahil yani imkânsız olmayan manasında siyasetin bir özelliğine vurgu içindir. Yani insanların yönetilmesi; işlerinin idaresi imkânsız değildir. Buna göre havada uçmak, suda yürümek, şapkadan tavşan çıkartmak, siyasetçiden beklenecek işler değildir. Çünkü siyaset, imkânsız olanı yapmak değildir. Fakat bizde bu özellik, siyasetin tanımı, özü gibi anlaşılıyor. Dolayısıyla mevcut koşullar çerçevesinde ve “aklın mümkün gördüğü” şeylerin siyaset olduğu düşünüyor.
Halbuki insan, içinde bulunduğu şartların baskısı altında bir şeyin imkansız olduğunu zannedebilir ama din onu emretmiş olabilir. Örneğin; kimilerine göre, “faizsiz ekonomi mümkün değildir” ama İslam fikrine göre, “Allah ve Rasulü’yle harp etmek” anlamına geldiğinden faize dayalı bir ekonomik düzen kurmak ve idare etmek “mümkün değildir”!
Keza kimilerine göre, IMF, BM, NATO vb. küresel kuruluşlardan bağımsız hareket etmek “mümkün değildir” ama “Allah kâfirlerin Müslümanlar üzerinde herhangi bir otorite kurmalarına izin vermediğinden” kâfirlerin dost edinilmesi; ekonomik siyasi, askerî vb. alanlarda bu vb. kuruluşlara velayet yani bağlayıcı kararlar alma yetkisinin verilmesi “mümkün değildir”! Çünkü İslam fıkhına/fikrine göre, kâfirlerin müminler üzerinde velayet yetkisi yoktur. Tamamen bu sebeple dinden çıkan kimsenin karısı anında boş olur. Böyle bir ilişkinin sürdürülmesi “mümkün değildir”!
Hakeza Müslümanların kanlarından şelaleler akıtmış Suriye, Mısır rejimleri ile veya “İsrail” ile normalleşmek, çıkarcı düşünceye göre “mümkün olabilir” ama İslam fikrine göre “mümkün değildir”!
Görüldüğü üzere seküler düşünceyle mümkün olan, İslam fikriyle mümkün olmuyor. Aslında mükellef olduğumuz dinin hükümlerini yok saymadan bu siyasetleri icra etmek mümkün olmuyor. Ve siyaseti imkanlar ölçüsünde işlerin idare edildiği bir alan olarak görmek ancak sekülerleşmekle mümkün. Sekülerleştikçe, zihinsel olarak teslim alındıkça dinî hükümlerin gereğince siyaset etmenin daha da “imkânsız (müstahil)” yani “ütopya” olduğu düşünülüyor. Siyaset dendiğinde demokratik süreçlere ve uluslararası sisteme eklemlenerek yapılabilenlerin dışında hiçbir şey akla gelmiyor. Ne aydınının ne aliminin ne de ortalama insanının…
Aslında bütün siyasetler belirli bir hayat tasavvuruna, ondan kaynaklanan ilke ve kurallara göre yapılır. Bu anlamda kamusal alana ilişkin kurallar içeren her din ya da her sistemle idare mümkündür. “Mümkün olanı” bunlardan sadece birine indirgemek, diğerini imkansız görmek/göstermek operasyonel bir durumdur ve hâkim paradigmanın lehine konumlanmadan, “sömürgecilerin mükellefi olmadan” mümkün değildir.
Başka açıdan şöyle de düşünülebilir: Siyaset mümkün olan ise, din de kulların yerine getirmesi imkânsız olmayan mükellefiyetler manzumesidir. Yani dinin mükellef kıldığı tüm görevler de yerine getirilmesi “mümkün olan” görevlerdir. Zira Allah imkânsız olanla mükellef tutmaz. [Bakara Suresi 286]
Kullar açısından bu iki “mümkün olan” kategorisinden birini seçmek de “mümkündür/siyasettir”; dünya ve ahiret sonuçlarına katlanmak kaydıyla. Ancak mevcut durumu “mümkün olan” kategorisinden “mutlak olan” kategorisine taşıyıp mükellef olduğunuz ve yerine getirmeniz “mümkün olan” dinî hükümleri, “imkânsız olan” kategorisinde görmeye başlarsanız, işte bu sömürge kültürü zokasını yuttuğunuzun resmidir. Böylece kâfirin paradigması içine idareyi hapseder; onun mümkün kıldığı alanda dönüp durmayı siyaset zannedersiniz!
“Mazlum coğrafya!” derken, o coğrafyayı işgal eden devletlere üslerinizi açar, katliam makinelerini boğazlarınızdan geçirirsiniz. Burnunuzun dibinde hiçbir kutsalı gözetmeden kardeşlerinizi katledenlerle (ABD, Rusya, Çin) müttefik olabilir, yine de “mazlumların yanındayız!” diyebilirsiniz. “Medeniyet coğrafyamız!” derken, AB uyum yasaları veya demokratik-liberal furyanın gereği olarak nesilleri kimliksizleştiren her türden saldırıyı kültürel, sanatsal, edebî faaliyet olarak görür, yazılı, görsel veya sosyal medya araçları ile bu saldırılara imkan verebilirsiniz. “Yerlilik, millilik!” derken, paha biçilmez kaynaklarınızı yabancı şirketlere satabilir, onlara özelleştirebilirsiniz. Zira hem öyle deyip hem böyle davranmanız “mümkündür”!
Mükellefi olduğunuz devlet (ABD), Çin’i çevreleyebilmek, ekonomik ve siyasi olarak tehdidini yok etmek adına Çin’e yoğunlaşabilmek için Ortadoğu gibi önemli bir sahada sorun-gerilim istemediğinden, BAE, Suud, Suriye, Mısır ve “İsrail” ile “normalleşmenizi” talep edebilir. Bu konjonktürde bu ülkelerle geçmişte, yine mükellef olduklarınızın (müttefiklerinizin) çıkarları doğrultusunda tırmandırdığınız gerilimleri geride bırakmanız, polemikleri pik seviyesine çıkardığınız katillerimizle normalleşebilirsiniz. Zira hem öyle deyip hem böyle davranmanız “mümkündür”!
Dolayısıyla mevcut durumda siyaseti “mümkün olana” indirgemek sömürgeciliğe hizmet eden bilinçli bir demagojidir. Zira mevcut koşulları 19. Yüzyılla birlikte sömürgeci Batılı devletler biçimlendirmiştir, aksine siyaset etmek mümkün değilse bu kimin siyasetidir!?
Bu döngüyü kırmak ve sömürgeciliğin İslam dünyasında yönetimleri içine hapsettiği kapandan çıkmak için siyasetin, “mümkün olanı” değil “mükellef olunanı” yapma sanatı şeklindeki özelliğini öne çıkartmak hatta hafızalara kazımak gerekir! Nitekim herkes mükellef olduğu alanda çobandır.
Şayet kendinizi Allah karşısında mükellef hissediyorsanız, ülkenizi Allah’ın mülkü, üzerinde yaşayan insanları da Allah’ın kulları olarak görüyorsanız, kulları üzerinde Allah’ın hükümranlık hakkını teslim ederek insanları Allah’ın ahkâmıyla siyaset edersiniz. Yok, kendinizi Batı karşısında mükellef hissediyorsanız, ülkenizi ve insanlarınızı onların sistemleri, hukuku ve uluslararası sözleşmelerin gereklilikleri ile siyaset edersiniz. Çünkü “mümkün olan”, size verilen “imkan budur!” İşte kulluk tam da budur!
O halde Müslümanlar olarak “imkânsıza” talip olmadan “mümkün olan” asla gerçekleşmeyecektir. Şu Müslüman yurdunda bizatihi imkânsız olarak görülen İslam’la yönetmeleri için siyasetçileri baskılamadan “mükellef olunan” asla gerçekleşmeyecektir!