İnsanlık tarihi kadar eski olan hak-batıl mücadelesi, insanlık var olduğu müddetçe de devam edecek olan bir sünnetullahtır. Bu mücadelenin tarafları Allah’a iman edenler ve Allah’a iman etmeyerek düşmanlık yapanlardır. Bazen Allah düşmanlarının İslam’a/hakka olan kinlerinin yansımaları haksız yere peygamber öldürmek ve sürgün etmek olmuştur. Bazen hak batıl mücadelesinin adı Bedir bazen de Mekke’nin fethi olmuştur. Allah düşmanları ile iman edenler arasında cereyan eden saymadığımız daha nice çekişmeler, savaşlar ve fetihler vardır ki tek nedeni hak-batıl mücadelesidir. Şüphesiz sömürgeci kâfirler Müslümanlardan yüzyılların öcünü almak için kirli tezgâhlarla Osmanlı Hilâfetini yıkıp yerine laik cumhuriyet sistemini kurmuşlardır. Nasıl ki o zaman için bin bir desiseler tezgâhlayıp 1300 yıllık koca çınarı yıktılar ise şimdi de o çınarın yeniden eskiden olduğu gibi dünya arenasında hayat bulmasını önlemek için ellerinden gelen bütün şerir planlarını hayata geçiriyorlar. Sırf İslam’a, Müslümanlara yani “hakka” olan düşmanlıklarından ötürü yapıyorlar bütün bunları… Yine aynı şekilde bugün bekalarının devamı için gerekli olan İslam beldelerindeki işgal, fitne ve sömürülerini sürdürerek Müslüman kanından beslenmeye devam etmektedir. Belki de bu söylediğimi en iyi Kızılderililere ait olduğuna dair kil-ü kal/söylenti olan şu söz anlatır: “Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”
Söz konusu İslam’la savaş olduğunda çıkar kavgalarını bir kenara bırakıp birlikte hareket edebilen sömürgeci kâfirler, söz konusu Müslümanların topraklarını paylaşmak ve pastadan dilim kapmak olduğunda birbirleriyle çatışma içerisinde olabiliyorlar. Çıkar çatışmaları sırasında akıtılan kan ve heder edilen canlar maalesef yine bizim canlarımız ve kanlarımız... İşte kirli planlarını hayata geçirebilmek adına kanla beslendikleri topraklardan bir tanesi de kuşkusuz hayat sürdüğümüz Türkiye topraklarıdır. Hilâfetin yerine parlamenter sistemi kuran ve bekasını arzulayan sömürgeci kâfir İngiltere ile mevcut parlamenter sistemi değiştirip hükümet eliyle Başkanlık sistemine geçiş yapmak isteyen sömürgeci kâfir Amerika arasında cereyan eden bu kirli hegemonya kavgasının bedelini her zaman olduğu gibi masum insanlar ve geride bıraktıkları gözü yaşlı yakınları ödemektedir. Gerek İstanbul’da gerek Kayseri’de ve gerekse en son İzmir’de meydana gelen patlamalar ve terör eylemlerini az önce ifade ettiklerimden bağımsız değerlendirmek yanlış ve eksik olacaktır. Bu, Müslümanların topraklarına hâkim olmak adına İngiltere ve ABD’nin birbirleriyle olan mücadelesidir. Bu bir hegemonya savaşıdır. Lakin dikkat ederseniz bu savaşı veren ve kirli emelleri uğrunda Müslümanların kanını heder edenler sömürgeci kâfirlerdir. Evet, onlar Allah’ın düşmanları sömürgeci kâfirlerdir ve onlar için Müslümanların kanlarının ve canlarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Hadi onlar için yok. Müslümanların kanları ve canları hiçbir değer ifade etmiyor. Onların düşmanlıkları İslam’a ve Müslümanlığa… Bunu anlamak çok zor olmasa gerek. Ama anlamakta zorlandığım nokta gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerekse Başbakan Binali Yıldırım’ın ve gerekse hükümet yetkililerinin terör eylemlerinin elebaşı olan İslâm’ın düşmanları sömürgeci kâfirler ile olan dostlukları ve ilişkileridir. Anlamak adına birlikte soralım:
- Bir taraftan “Terör örgütünün kökünü kazıyana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz.” şeklinde açıklama yaparken, diğer taraftan terör örgütlerinin besleyicisi olan sömürgeci kâfirleri hala baş tacı yapıyor olmanız neyle izah edilebilir?
- Türkiye’de meydana gelen terör eylemlerinin arkasında sömürgeci kâfirlerin olduklarını bildiğiniz halde kâfirlerle her türlü işbirliğini devam ettiriyor olmanızı nasıl açıklayacaksınız?
- Ey Cumhurbaşkanı! Ey Başbakan! Kaos ve katliamlardan beslenen sömürgeci kâfirleri biliyor ve tanıyorken buna rağmen topraklarımızdan kovmuyor olmanız samimiyetsizlik değil de nedir?
- Peki, daha ne kadar kâfirlerin kirli siyasetleri uğruna masum kanlar heder edilecek ve siz bile bile heder edilen kanlara ve canlara sessiz kalacaksınız?
- Daha ne zamana kadar gerçek faillerin sömürgeci kâfirler olduğunu bildiğiniz halde onlarla olan dostluklarınızı sürdüreceksiniz?
Ey Yöneticiler! Terör yuvası halini alan sömürgeci kâfirlerin elçiliklerini kapatıp onları ait oldukları yerlere iade etmediğiniz ve topraklarımızdan kovmadığınız müddetçe döktüğünüz gözyaşları timsah gözyaşları ve yaptığınız sert çıkışlarda içi boş açıklamalardan öteye geçmeyecektir.
Hâlbuki Allah’ın düşmanlarıyla dostluk edenlerin Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den öğrenecekleri çok şeyler var. Özellikle miladi olarak şu günlerde sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Mekke’nin fethi ve fetih sırasında Rasulullah’ın sergilemiş olduğu tutum günümüz yöneticilerine bir şeyler hatırlatmalı aslında… Hicretin 8. yılı, Ramazan'ın 10. günü yani Miladi 1 Ocak 630'da 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Mekke'nin fethi için Medine'den hareket eden Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 11 Ocak 630 yılında Mekke’yi fethetti. Rasulullah'ın putlardan arındırdığı Mekke, Amerika'nın sadık ajanlığını yapan Suud Krallarından arınmaya bugün ne kadar da muhtaçtır. Evet, Rasulullah Mekke'yi putlardan arındırmıştır. Peki, ey yöneticiler ya siz!
- Ashabı Kiram’ın fethettiği beldelerimizi sömürgeci kâfirlerin işgalinden arındırmayacak mısınız?
- Rasulullah’ın Mekke’yi putlardan arındırdığı gibi siz de topraklarımızı, terörün yuvası niteliğinde olan sömürgeci kâfirlerin büyükelçiliklerinden arındırabilecek misiniz?
- Rasulullah’ın putları parçaladığı gibi siz de ABD’ye, İngiltere’ye ve sair kâfir devletlere sıkıca bağlı olan esaret zincirini parçalayabilecek misiniz?
- Rasulullah’ın "Hak geldi batıl zail oldu" ilahi çağrısını nida ettiği gibi siz de Batılılara ve Batıya ait değerlere hayır dedikten sonra, “illaAllah” diyebilecek ve haktan yana olabilecek misiniz?
- Hak batıl mücadelesinde ne olursa olsun haktan yana saf tutabilecek misiniz?
- Esaret altında olan Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için kışlalarda pas tutmuş orduları hareket ettirebilecek misiniz?
- İncirlik üssünü kâfirlerin kullanımına kapatabilecek misiniz?
Osmanlı Hilâfetinin halifelerinden de öğrenecekleri çok şeyler var. Rivayet edilir ki Osmanlı Halifelerinden Abdulaziz Han Fransa Kralı ve İngiltere Kraliçesi’nin daveti üzerine çıktığı Avrupa seyahatinde kâfirlere itimat etmediği için abdest suyunu beraberinde götürmüştür. Kafirlere güvenilmeyeceğini anlatmak adına daha başka söze hacet var mı bilemedim…!
Kâfirlere karşı şeriatın emrettiği hassasiyeti ve tutumu sergilemeleri gerekirken bilakis sömürgeci kâfirlere kucak açtıklarını, onların arzuları doğrultusunda hareket ettiklerini, İslâm ümmetine ise sırtlarını döndüklerini görmekteyiz.
Çözüm mü? ‘Sömürgeciler Gitsin Terör Bitsin.’
Az önce ifade ettiğime ilave olarak; canımızı yakan terör belasından kurtuluşun köklü çözümünün, İslâm ve onun yönetim nizamı olan Râşidî Hilâfet’te olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.
Konunun çözümü ve şeri boyutu ayın on dördü gibi açıktır. O halde sormak isterim: Şimdi hak-batıl mücadelesinde taraf olmak gerekirse siz hangi taraftasınız ey yöneticler? İslâm’ın ve Müslümanların düşmanı olan sömürgeci kâfirleri dost edinen, onlarla her türlü stratejik işbirliği içerisinde olan sizler kimden yanasınız? Haktan mı, batıldan mı?
Hak bellidir. Batıl da bellidir. Ve kâfirlerin safı batıldır. Kâfirler yok olmaya mahkûmdur. Her şeyden öte Müslümanların apaçık düşmanlarıdır ve onlarla dostluk haramdır. Bunun aksine yapılan her davranış “haddi aşmak”, bunun aksine söylenecek her söz ise **“lafügüzaf”**tır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا
“Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisa 101)