Zor ve karmaşık zamanlardan geçiyoruz. Bizi mahkûm ettikleri dönem; siyasetin kirletilip, işlerin ehil olmayan bir takım kimselere bırakıldığı bir dönem oldu. Eğitimden yönetime, aileden gelecek nesillere kadar her şeyin İslam’a ve Müslümanlara düşman kimselerce planlandığı, tatbik ettirildiği ve maalesef hayatımızın en kritik kararlarını dahi kendimizin alamadığı derin algısal süreçlerin ilmeğinden geçiyoruz. İnce ince işlenerek, sinsi ve ketum bir şekilde uygulamaya konulan İslamsız bir hayat tasavvurunun somut göstergelerini yaşadığımız tehlikeli bir süreçten geçiyoruz. Bir kaç küçük sus payı ile koskoca bir ideolojinin unutturulmaya ve söndürülmeye çalışıldığı düşmanca bir saldırının ortasından kaçarak yalnızlığa ve çaresizliğe sürüklendiğimiz bir mecradan geçiyoruz. Bir yandan İslam tasavvurumuz tahrif edilirken diğer yandan ona olan ihtiyacımızın an be an arttığı bir karmaşadan geçiyoruz. Tarihimiz konusunda ders almak yerine ya aşırı övgücü ya da yerin dibine sokan bir anlayış ile yorumluyor, olduğumuz yerde kalıyoruz. İslam ve Müslüman kavramları üzerindeki bir yığın sis perdesini aralamaya çalışmaktan İslam’a ve onun hükümlerine davette bulunmayı ihmal ediyor, önemsemiyor hatta yadırgıyoruz. İslam'ın ümmeti, toplumu veya milleti olma gibi ulvi bir güçten dar bölgecilik, ulusalcılık ve ailecilik gibi basit düşünceler içerisinde çırpınıp duruyoruz. Ömrümüzü nerede ve nasıl harcamalıyız sorusuna asla bizden olmayan kapitalistler gibi ‘kariyer’ yahut ‘zenginlik’ için harcamalıyız cevabını vermeye zorlanıyoruz. Aslında içerisinden geçtiğimiz zaman tünelini biz zorlaştırıyor, karmaşıklaştırıp, anlaşılmaz kılıyoruz. İşte böylesi bir durumda İslam için çalışmak, İslam’a adanmak ve ona davette bulunmak oldukça önemli ve kritik bir anlam taşıyor. Zira bu hayatı ve ölümü yaratan Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın hayata ve ölüme yüklediği mana kadar derin ve bir o kadar da basittir. İslam davetçisi yol haritasını çizerken bu anlamın dışına çıkarsa yukarıda da bahsedilen zor ve karmaşık bir işin içinde boğulmak gibi bir tehlikeye sürüklenir.
Seçim oyunlarının, mülteci dramının ve ümmet üzerindeki bitmeyen zulmün arasında böyle bir konuya neden değinildiği sorgulanabilir. Bunca hengâme arasında bu meselenin neden ısıtılıp ısıtılıp servis edildiği tartışılabilir. Hatta biz bunları zaten biliyoruz diyerek okumadan da geçilebilir. Ne yazık ki böyle yapılırsa hata edilmiş olur çünkü kanaatimce bu konunun bir kez daha incelenmesi, hatırlatılması ve yeniden yorumlanması için bugünden daha uygun ve elzem bir gün yoktur. Konu bir bütün olarak incelendiğinde gerçek bir davetçiye olan ihtiyaç an be an gün yüzüne çıkacaktır. Yine bugünün davetçilerinin içinde bulunduğu psikolojik ve sosyal durumlarının kendilerini adeta başka şeylerin davetçisi haline getirdiğini, böylece samimi gençlerin, mütefekkirlerin tel tel döküldüğünü görmeye devam ederiz.
Davet taşıyıcısının işe başlamadan önce planlaması gereken bir programı ve organizasyonu olmalıdır. Özellikle de bu davetçi İslam ve Müslümanların kalkınması için bir davette bulunuyorsa bunu asla ihmal etmemeli ve belirli çizgilerin dışına asla çıkmamalıdır. Hükümleri ve çözümleri gelişen vakıaya göre belirlememeli asla değişim mefhumunu yanlış anlamamalıdır. Buradan hareketle davetçi yoluna davet kavramını anlaşılır kılarak başlamalıdır. Davet; bir kişinin veya topluluğun, herhangi bir şeye yahut bir yere kendisiyle birlikte olmak üzere katılımını sağlamak, bunun için ciddi ve ikna edici bir teklif sunmak demektir. Bu şekilde yapılacak davetin İslam’a mı olduğu yoksa İslami hayatı yeniden başlatmaya mı olduğu konusu iyi idrak edilmelidir. İslam’a davetin bir gayrimüslimi Müslüman yapmaya yönelik olduğu, İslami hayatı yeniden başlatmaya davetin ise Müslümanları İslami Hilafet Devleti'ni kurmaya çağırmak olduğu bilinmektedir. Şimdi bunları detaylıca incelemek, tartışmak veya delillendirmek için değil hedefi sadece İslami hayatı yeniden başlatmak olan bir İslam davetçisinin günümüz koşullarında nasıl bir yol haritası çizmesi gerektiği üzerinde duracağım.
- Davetçi neye ve niçin davet ettiğini bilmelidir.
Doğru olan davet, davetçinin davet ettiği kişiyi veya topluluğu neye ve niçin davet ettiğini açık bir şekilde ifade etmesidir. Tabii ki bunun için tüm bunların ne olduğu davetçi tarafından açık ve net bir şekilde bilinmeli, bu konuların künhüne vakıf olunmalıdır. Örneğin siz bir arkadaşınızı çay içmeye davet edip de ona hiç sevmediği bir içeceği içirir ya da başka sevmediği bir işi yaptırırsanız, başka bir zamanda yapacağınız çay davetinize asla icabet etmez ve size karşı tavır alır. Aynı zamanda daveti kabul eden kişinin ileriki süreçte hayal kırıklığına uğramaması için hedeflenen çalışmanın detaylı bir şekilde görüşülmesine dikkat edilmelidir. Bilinçli bir davetçi bildiklerini amele döken, bilmediklerini öğrenmeye ceht eden ve öğretmek için çabalayan kimsedir.
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
''Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır.'' (Zümer Suresi 9)
- Davetçi her şeyden önce davet ettiği düşüncenin modeli olmalıdır.
Bir kişi hangi düşünceyi savunursa savunsun o düşüncenin emarelerini taşımazsa inandırıcılığı kaybolur ve şahsiyetinde ciddi bozulmalar meydana gelir. Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile müşrikler arasındaki diyaloglarda müşrikleri en çok zorlayan konu bu olmuştur. Zira onlar Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem için kavimlerini inandırabilecekleri hiçbir iftira bulamadılar. Hatta ürettikleri iftiralara kendileri bile inanmadılar. Çünkü İslam düşüncesinin somut emarelerini model ve örnek olarak üzerinde taşıyan bir kimsenin karşısında durabilecek bir güç asla bulamazsın. Aksi olursa savunulan düşüncenin ne bir kıymeti ne de bir sahibi kalır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
''Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.'' (Saff Suresi 2-3)
- Davetçi yaşantısının her safhasında bu daveti hatırlatmalıdır.
İslam’a davet hem onu taşıyanlar, hem de onunla yeni tanışanlar için süreklilik arz edecek bir takım amelleri de beraberinde getirir. Böylesi bir süreklilik ancak imani atmosferin sıcak ve daimi bir hal alması, fertleri Allah'ın razı olacağı ameller ile meşgul etmesi bakımından önemlidir. Peygamber efendimizin konuyla ilgili şu hadisi bir davetçi için önemli bir ölçü olmalıdır.
''Gördüğünüzde size Allah'ı hatırlatan, bilginizi artıran, ilmiyle de size ahireti hatırlatan, sizin için en hayırlı arkadaştır."
- İslam davetçisi bu çabasının karşılığının yalnızca Allah'tan geleceğini unutmamalıdır.
Eğer İslam'ın yeniden hâkimiyeti ve yeniden bir İslami hayat hedefiyle yola çıkılmışsa karşınıza aldığınız düşmanların ve meydan okuduğunuz fikirlerin gücünden, etkisinden asla etkilenmeyeceksiniz. Yine bunca karşı koymayı, göğüs germeyi hiç kimsenin ne memnuniyetinden ne de kınamasından dolayı değil, bilakis Rabbinizi razı edecek bir amel düşüncesiyle neticeyi O'na bırakacaksınız.
وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
''De ki: Çalışın çalışmanızı Allah'da, Resulü de, müminler de görecektir. Sonra gizliyi de açığı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O sizin yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. (Tevbe Suresi 105)
- İslam davetçisi her zaman daha iyisini yapmayı, gelişmeyi ve geliştirmeyi hedeflemelidir.
Dinamik bir ideoloji asla statik bir şekilde sunulmamalı, değişen ve gelişen dünya sahnesinde geri kalınmamalı, bu konuda ciddi atılımlar ve önemli hamleler yapılmalıdır. Böylesi bir dinin davetçileri taşıdıkları daveti ne kadar iyi bilmeleri gerekiyorsa, onu anlatmayı da o kadar iyi bilmelidir. İslam’a ve onun hayata hâkim olmasına davet konusunda üsluplar, araç-gereçler üzerinde tefekkür edilmeli, ciddi planlamalar yapılmalı, doğaçlamadan ve işin akıbetini şansa bırakma düşüncesinden kaçınılmalıdır. Mademki önemli bir sorumluluk alındı, o halde yapılacak işler konusunda da profesyonel hale gelinmelidir. Bu işin en önemli noktası rutinlikten çıkmaktır.
وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
“İşinizi güzel yapın; Allah işini güzel yapanları sever.'' (Bakara Suresi 195)
- Yaşadığı dönemin ihtiyaç analizini yapan davetçi, mâkul tedarikler sunmalıdır.
Kureyş kavminde bulunan Allah Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem içindeki toplumun eksik ve hatalı yanlarını iyi tespit edip ona göre bir yol haritası çizmişti. Kavmin ileri gelenleri ile yaptığı görüşmeler, avam ile yaptığı görüşmelerden farklı idi. Yetiştirdiği şahsiyetler, topluluklara gönderdiği elçiler ve izlediği siyaset sosyolojik bir analizin neticesinde çıkmış ve pratiğe dökülmüştür. Kölelik, putperestlik, kadına yapılan muamele, hilekârlık ve atalar kültü denilen gelenekçilik o dönemin en önemli sorunları idi. Dolayısıyla bu sorunları çözmenin o kavmi kazanmak olduğu Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem için netleşmişti. Hakeza bu fikirlere savaş açtı, onların akıllarını tahkir etti ve topluluklar içerisinde onları aldatanları ifşa ederek davetine taraftar topladı. Bugün toplumları kazanmanın yolu onların en mustarip olduğu konuların akıllarda netleşip kalkınma gerçekleştirmesidir. Eğer toplum tehlikenin farkına varamıyor ve böylesi fikirlerden mustarip olmuyorsa onlara meselenin aslını göstermek ve doğru kararı vermesi için önündeki engelleri kaldırmak gerekiyor. İslam davetçisinin buraya kadar sıralananlar arasında belki de en zor görevi budur. Günümüz toplumu İslam Devleti’nin vakıasını hissedemedi. Üstelik İslam’a düşman olan fikirlerin yıldızının parlatıldığı ve popülerleştiği bir dönemde yetişti. Dolayısıyla böyle bir toplumda belki de toplumun tüm bildiklerini tersyüz edecek, yepyeni fikirlerin inşasına çalışacak bir kişi olma sorumluluğunu almak gerçekten zor bir iştir. İşte bu noktada siyaseten güçlü dimağların harekete geçmesi ve kıvrak üsluplar ile kavmini kendi düşüncelerine tâbi kılması gerekmektedir.
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
‘‘Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbin yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.’’ (Nahl Suresi 125)
- İslam davetçisi kendisine güvenilen ve sözlerine değer verilen bir kişi olmalıdır.
Bu tıpkı Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi kendisinden emin olunan, sevilmese de kendisine hiç çekinmeden emanet bırakılan, tespitlerinin yahut yorumlarının doğruluğu konusunda otorite olabilen kimse ancak İslam davetini hakkıyla yerine getirebilir. Böyle bir kabiliyete sahip olmak beraberinde azimle çalışmayı ve daha çok tefekkür etmeyi gerekli kılar. Bu, aynı zamanda okumak, araştırmak, analiz etmek, yorumlamak ve değerlendirmek gibi üst düzey bilgi ayrıştırma becerilerini harekete geçirmeyi temel alır. Böyle kimselerin isminin başına Prof. gibi unvanların gelmesine gerek yoktur. Aksine bu hasletten uzak bir kişinin unvanı ne olursa olsun önemi yoktur. Kısacası etrafında gelişen herhangi bir olayda bu meselenin öncesi ve sonrası için fikri alınan bir kimse ancak İslam davetini başarılı bir şekilde taşıyabilir. Aynı zamanda bu kişi kavminin gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili mesabesindedir.
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu kimseleri şöyle tarif ediyor:
“Müminin ferasetinden sakınınız; zira o Allahu Teâla’nın nuruyla bakar.”
- İslam davetçisi gerçek düşmanını tanımalı ve mücadelesini ona göre seçmelidir.
Bu ifade aslında konunun en temel ve en kritik ifadesidir. Bu mücadeleyi doğru tespit etmiş bir davetçiyi kimse yolundan alıkoyamaz, hiçbir güç onun davasını çarpıtamaz ve hiçbir karşı koyma onun fikirlerinin doğruluğunu değiştiremez. Kureyş ahalisi sevgili Peygamberimiz için reva gördüğü insanlık dışı muamelelere rağmen onun dik duruşunu, taviz vermeyişini ve fikirlerinde daha da sabitleştiğini görünce bu sefer ona para, yönetim, kadın ve benzeri birçok teklifte bulunarak kontrol etmeye ve dizginlemeye çalıştılar. Fakat kutlu Nebi, düşmanını ve onun sinsi manevralarını teşhis ettiği için bu tuzaklara düşmedi. Kendisini ve ashabını böylesi çirkin tuzaklara karşı koruyup, gözetebildi. İşte aynı şekilde günümüz davetçisinin de düşman ve düşmana karşı takınılacak tavır konusunda taviz vermeyeceği bir düsturu olmalıdır.
Bugünün acımasız İslam düşmanları Müslümanlara karşı sergilediği en çetin savaşı fikrî ve siyasi olarak vermektedir. Düşüncelere mugalata yerleştirme, İslami kavramlar üzerinde tahribat oluşturma, doğru ve yanlışları birbirine karıştırma konusunda ciddi çalışmalar yaptı. Bunun yanı sıra yönetimi de eline almak için ajanlarını seferber etti. Siyaseti şekillendirerek ümmetin genelinde kamuoyunu belirleyen bir rol oynadı. İşleri organize etti ve Müslümanların idaresini ehil olmayan kimselere bıraktı. Neredeyse her bölgede azınlıkların hüküm sürdüğü bir sosyal yapı oluşturdu. Çoğunluğa tahakküm eden bu azınlık grup ile ümmetin arasını açtı ve kaos İslami beldelerin birinci gündemi oldu. Sahte kahramanları pazarlayarak, gerçek davet taşıyıcılarını ümmet nezdinde terörist gibi yaftalara mahkûm etti. Yine bir grup davetçiye verdiği bir avuç para ve şöhret ile onları satın alıp kapitalizme ve demokrasiye davetkâr kıldı. Ümmete yalancı düşmanlar gösterip hakiki düşmana sempati duyar hale getirdi.
İşte böylesi bir düşman ile karşılaşan davetçinin ortaya koyacağı tek argümanı hiç şüphesiz ki İslam ideolojisidir. İslam’ı bir ideoloji olarak taşıyan, onun hükümlerini hükümlerin tek kaynağı olarak belirleyen bir davetçi düşmanından gelen fikrî saldırılara karşı güçlü bir siper alır. Mesela o ‘tarihin sonu’ gibi tezlere aldırış etmez. Aksine Rabbinin tezini savunur ki O’nun ‘Muhakkak ki Allah nurunu tamamlayacaktır.’ kavlini tarihin sonu olarak kabul eder. Uluslararası durum ve devletlerarası konjonktür onun planlarını bozmaz sadece geliştirir. Hangi yöneticinin ne söylediğine değil, Allah ve Resul’ünün ne söylediğine bakar. Demokrasi savunucularına akidelerine dönmesini telkin ederek onları bu hatadan alıkoyacak fikirler verir. Kısacası İslam davetçisi yaşayan İslam olduğunda hem davetini başarıya ulaştırır, hem kendisini kalkındıracak zemini hazırlar hem de Allah’ın razı olacağı ameller işlemiş olur.
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
‘‘İnsanları Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.’’ (Fussilet Suresi 33)