Gelin Göçmenler Üzerinden Demokrasiye Bir Kez Daha Bakalım!
09 Mart 2020

Gelin Göçmenler Üzerinden Demokrasiye Bir Kez Daha Bakalım!

Malum olduğu üzere 27 Şubat gecesi Türkiye, İdlib’de gerçekleşen menfur saldırıdan sonra sınır kapılarını açıp güvenlik görevlilerine, “mültecilere sınırı geçmeleri durumunda hiçbir şekilde engel olunmaması” yönünde talimat verdi. Bu talimat sonrası on binlerce mülteci –arada istisna da olsa Türkiye vatandaşları da bulunuyor- sınırı geçip Yunanistan tarafına geçmeye başladı. Ancak bu geçiş sırasında mülteciler Yunanistan güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaştı. Gayri insani birçok tablo ortaya çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Bu yazıyı yazmama sosyal medyada karşılaştığım bir görsel vesile oldu. Görselin bir kısmında; Hitler’in, Nazi kamplarına topladığı bir deri bir kemik insanların çırılçıplak bir hâldeki fotoğrafı, diğer kısmında ise; Yunanistan sınırında üstü başı soyulup bir araya toplanan insanların fotoğrafı yan yana getirilip karşılaştırma yapılıyordu; dünkü Batı ile bugünkü Batı arasındaki farka(!) vurgu yapılıyordu.

Bir kez daha Batı’nın diline sürekli pelesenk ettiği “demokrasi, insan hakları, çocuk hakları, mülteci hakları” gibi sloganların ne kadar da boş sloganlar olduğunu hep beraber görmüş olduk. Zaten insanlığa etmediğini bırakmayan laik kapitalist Batı uygarlığının makyajlı sloganlarından başka da bir şey değildi bunlar. Benim asıl üzerinde durmak istediğim şey, Batı güya insanlığı –hassaten de İslâm beldelerini- insan hakları ve demokrasi fikrine çağırırken hangi müspet pratiğe sahip olarak bu daveti yapıyor? Bakınız; Batılılara göre hâlâ demokratik olmayan Müslüman toplumlarda mültecilere karşı bu tür uygulamalar yapılabiliyor mu? Örnek olarak Türkiye’de hükümet mültecilere açıktan böyle bir şey yapabilir mi? Yapamazsa neden yapamaz ve yapamıyor? Sizce bunun sebebi hükümetin çok demokrat olması mı yoksa halkın İslâmi hassasiyetleri mi? Bunlara verilecek en doğru cevap hiç şüphesiz Müslümanların mültecilere bakışı ve İslâm’ın ortaya koyduğu ensar-muhacir ilişkisidir. O kadar ki toplumda muhacirlere menfi bakanlar ve onlara eziyet edenler de Batılı mefhumların peşinden giden kişi, grup ve partilerin kışkırtma, propaganda ve yönlendirmeleriyle bunları yapıyorlar. Nedir o Batılı mefhumlar peki? Hiç şüphesiz laiklik, milliyetçilik, vatancılık vs.

Coğrafyamızda mültecilere eziyet eden hükümetlere ve insanlara baktığımızda da gördüğümüz şey hükümetler açısından Batı’nın uşağı olmaktan, insanlar açısından da Batılı mefhumlardan etkilenmekten başka bir şey değil. Yani Batı’nın insanın değeri üzerine söylediği şeyler koca bir yalandan ibaret. Yaklaşık 150 yıldır egemen güç olan Batı’nın dünyaya verdikleri ortadadır. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının bilançosu ortadadır. Vietnam, Kore ve coğrafyamızda on yıllardır sürdürdükleri savaşların bilançosu ortadadır. İslâm beldelerinde bin bir türlü desiselerle Müslümanların başlarına diktikleri diktatörlerin ve destekledikleri, kendileriyle beraber hareket eden yöneticilerin halklarına yaptıkları ortadadır. Batılı değerlerin peşinden giden toplumların durumları ortadadır. Batı’nın egemen olduğu dünyanın hâl-i pürmelali ortadadır.

Oysa İslâm’ın egemen olduğu bir dünya nasıl olurdu bir düşünsenize… Haksız yere bir cana kıyılmasının bütün insanlığın canına kıyılmış gibi olacağı düşüncesinin egemen olduğu bir dünya… İnsanlara menfaat sağlayıp sağlamadıklarına göre değil sırf insan olmalarıyla değer veren İslâm’ın hâkim olduğu bir dünya… Tüm saçma sapan çözümlerin bir tarafa itilip Rahman’ın çözümlerinin egemen olduğu bir dünya… Kula kulluğun kanunlarla yasaklandığı –ki bugünkü dünyada kanunlarla insanlar zorla kula kul ediliyor- bir dünya… İnsana insan olarak bakılan, bütün suni sınırların kaldırılıp tüm dünyanın Allah’ın arzı olduğu ve bu arzda mutlak otoritenin kullara değil Allah’a ait olduğu bir dünya… Çözümün insan aklına bırakıldığında bunun nelere mâl olduğuna bizzat tanıklık ettiğinden dolayı Allah’ın tertemiz şeriatına kalbinde hiçbir sıkıntı duymaksızın insanların teslim olduğu bir dünya… Teknik ilerlemenin aynı zamanda medeni/hadarati/insani bir ilerleme demek olmadığını, toplumların teknik ile değil tertemiz sahih fikirlerle kalkınabileceğini anlamış bir dünya… İlke-fikir-akide konusundaki geriliğimizin teknik hususlardaki terakkimizden çok ama çok geride kaldığını anladığımız, farkı kapatmak (yani din hususundaki geriliğimizin farkına vardığımız ve bunun) için harekete geçtiğimiz bir dünya…

Ey Müslümanlar! Sosyalizm öleli çok oldu; kapitalizm de can çekişiyor. Haydi, bir adım öne çıkıp İslâm’ın cihan şümul çözümlerini insanlığın önüne koyalım. Zira insanlık bir çözüm arıyor. İslâm’ı arıyor. Her ne kadar bunun adını koyamasalar da aradıkları bu/İslâm, buna emin olabilirsiniz! İnsanlık bir karanlık içerisindedir ve İslâm da tam olarak karanlıkları aydınlatmak için gelmiştir. Zira Rabbimiz, Sahibimiz Celle ve Âlâ şöyle buyuruyor:

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ

“Elif-lâm-râ. Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” [İbrahim 1]