Türkiye halkı yine bir seçim sürecine sürüklendi. Gerek sosyal medyada ve gerek hayatın diğer alanlarında “evet”çi ve “hayır”cılar kıyasıya bir kampanya yürütüyorlar. Seçimlerin çekişmeli geçmesi, her tarafın kendi propagandasını yapması, propaganda üsluplarını çeşitlendirmesi seçimin doğasındandır. Yeter ki can ve mal kayıpları yaşanmasın. Yeter ki onurlar çiğnenmesin.
Ancak, son birkaç seçimde olduğu gibi bu seçim de bir hak-batıl seçimi gibi sunulmaktadır. Bu anlayış gereği Müslüman kitlelerin bir tercihe sürüklenmeleri karşısında yine Müslümanlığın gereği olarak bazı hatırlatmalarda bulunmak kaçınılmaz olmuştur.
Halkın seçimine sunulan şey, özünde başkanlık/cumhurbaşkanlığı sistemini barındıran on sekiz maddelik yasa değişikliğidir. Peki, bu yasa değişikliği “hayır”cıların iddia ettiği gibi bir rejim değişikliği mi? Hayır. O halde “evet”çi olan ve birçoğunun iddia ettiği gibi Müslümanlar lehine, İslam lehine bir değişikliği barındırıyor mu? Yine hayır.
Herkesin görebildiği bir hakikat vardır. Yürürlükte olan nizam, Laiklik ilkesine bina edilmiş Kapitalist nizamdır. Söz konusu değişimi istenilen maddeler ile bu nizam değişmemektedir. Değişen husus, sadece nizamın uygulama üslubudur. Türkiye’de Kapitalist nizam, şimdiye kadar İngiltere’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi parlamenter sistem ile uygulanmaktadır. Şimdi ise aynı batıl ideoloji, Amerika’nın başkanlık sistemi/üslubu ile uygulanmak isteniyor. Bütün mesele bu olmasına rağmen, yani her iki sistem ile Kapitalizm nizamı uygulanmasına rağmen, Müslümanlar başkanlık sistemine taraf kılınmaktadır.
İslam’a göre hem materyalist anlayış üzerine kurulu Sosyalizm hem de Laiklik anlayışı üzerine kurulu Kapitalizm, batıl ve küfür ideolojilerdir. Bu ideolojilerin kendileri ile uygulandığı devlet modelleri de gayri İslamîdirler. Hal böyle iken ülkedeki Müslümanlara başkanlık sisteminin İslamî bir sistem olduğu algısını vermek veya bu sistem ile İslam’ın uygulanacağını veya Müslümanlara yarayacağını söylemek hangi düşüncenin ürünüdür? Bu düşüncenin İslamî olmadığı açık bir hakikattir. Zira ortada on beş yıllık bir iktidar süreci var ve düşünülen sistem de fiili olarak mevcut olmasına rağmen İslam’a dair hangi nizam uygulanıyor?
İslam’dan ve İslamî kültürden uzaklaştırılmış, Batı kültürü ile yetişmiş, yani mevcut gayri İslamî yaşantıyı benimsemiş şarkıcı, türkücü, artist, futbolcu, vs. kesimin söz konusu Laiklik temelli yaşantılarını yeni bir üslup ile devam etmek istemeleri anlaşılabilir. Ancak, İslamî kimlikleri ile ön plana çıkan ve hatta İslamî camialar arasında “tevhidî” Müslümanlar olarak bilinen veya kendilerini öyle tanıtanların, her iki unsuru ile batıl olan bir seçime taraf olmaları hatta hararetli bir şekilde savunmaları anlaşılır gibi değil.
Bir zamanlar, “tevhidî” Müslümanların geneli otoriteden diğer bir ifade ile gayri İslamî veya “tağut” olarak tanımladıkları sistemden berî dururlardı. Sonraları, “bizler işimize yani İslamî çalışmalarımıza bakarız, sistemi benimsemeyiz ama Müslümanların maslahatı için bu gelmezse o gelir” söylemleri ile kendilerince sisteme değil, “partiye” oy vermeye başladılar. Söz konusu oy verdiği partiler, “demokratik değerler” kapsamında veya Avrupa kriterleri doğrultusunda her kesimin özgürlük alanlarını genişlettiler. Bu özgürlüklerden eşcinseller, solcular, zaniler, vb. kesimler faydalandığı gibi doğal olarak Müslümanlar da faydalandı. Böylece Müslümanlar için kısmen rahat hareket etme olanağı sağlandı. (Burada şunu hatırlatmak gerekir ki sadece kendilerini destekleyenlere imkânlar tanınırken, her türlü küfür fikirlerine mesafeli ve iktidarlara yanaşmayan Müslümanlar, ellerine bir çakı bile almamışken ne hikmetse aynı “demokratik değerler” karşısında halen terörist muamelesi görmektedirler.) Bu duruma şahit olan Müslümanlar, gelinen bu zaman diliminde partiler arasında “kötünün iyisi”, “Müslümanların maslahatı”, vb. ölçüleri de aşıp artık destekledikleri partilerin bağlı oldukları ve bir zamanlar “tağut” olarak gördükleri sistemlerini de savunmaya başladılar.
Bir zamanlar talî ve geçici olarak gördükleri batıl ve kötüler içinde daha iyiyi seçme vakıası, maalesef hayatın esasi ölçüsü haline gelmiştir. Çok vahim olan bu durum karşısında Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu buyruğunu hatırlatıyoruz.
“Hakkı batıl ile karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin!” (Bakara 41)
Evet, hak olan İslam ortadadır. Aynı şekilde mevcut ve gelmesi istenilen sistem de ortadadır. Bu ikisi arasında bariz bir tezatlık varken, demokrasiyi seçim olarak sunmak, Başkanlık sitemini Hilafet’e benzetmek, hak ile batılı birbiri ile karıştırmaktan başka bir şey değil.
Başkanlık sistemi ile Laik anayasa kaldırılıp yerine İslam uygulanacak mı? Hayır. Başkanlık sistemi ile İslam’ın haram dediği bütün münkerler devam etmeyecek mi? Evet, edecek. Durum böyle olmasına rağmen, hakkı bilip de ortaya koymayan ve hatta bu batıl sistemlere teşvikleri ile milyonların günah işlemesine sebep olan alim ve kanaat önderlerinin hali nice olur?
Şüphesiz bu Müslümanlar, Kur’an okuyorlar ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine de vakıftırlar. Halen tek kaynaklarının Kur’an ve Sünnet olduğunu söyler ve İslam’dan başka bir temennilerinin olmadıklarını da belirtiler. O halde bu kardeşlerime şunu hatırlatmak isterim:
Rabbimiz her elçiye bir şeriat/hayat nizamı ve bu şeriatı uygulayacak bir metod vermedi mi? (bkz. Maide 48)
İslam, bir nimet ve bir din olarak tastamam kılınmadı mı? (bkz. Maide 3)
Allah’ın hükmü/nizamı ile hükmolunmakla emir olunmadık mı? (bkz. Maide 49)
Allah’ın hükmü dışında başka bir hükmü seçme hakkımız var mı? (bkz. Ahzap 36)
Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler, kâfirler zalimler ve fasıklar değiller miydi? (bkz. Maide 44, 45, 47)
Her türlü ihtilaf ve çekişme için Allah’a olan imanın gereği, Allah’ın hükmüne dönülmesi gerekmez mi? (bkz. Nisa 59)
Yine iman etmenin gereği Allah’ın hükmüne tam bir teslimiyetle bağlanmak gerekmez mi? (bkz. Nisa 65)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in küfür otoritelerine karşı mücadelesi bizim için örnek değil mi? (bkz. Ahzab 21)
Biz Müslümanlar için doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, hak ve batılı Rabbimiz belirlemiyor mu? Bakınız, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine düşmanlık eden Ebu Cehil ile kendisini koruyan Ebu Talip arasında bir tercih yapmadı. Biri iyi bir kötü idi ama ikisinin de düşüncesi aynıydı. Ancak Allah Rasulü; “güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bu davadan vazgeçmem. Rabbim ya bu yolda beni muzaffer kılar ya da bu yolda helak eder.” diyerek her türlü rüşvete veya tavize kapalı olduğunu ve davası için ne kadar kararlı olduğunu ortaya koymuştur.
Sonuç olarak Müslüman, beşer ürünü her türlü sisteme, her türlü şirke ve münkere “la” der. Sadece tek olan Allah’a ve onun hükmüne evet der. Doğru olan, seçime katılmak değildir. Seçimde ”evet” veya “hayır” demek de değildir. İnsanlık için doğruluğun, dünya ve ahiret saadetinin vesilesi, kardeşliğin, birlikteliğin yegâne yolu Allah’ın ipine/vahyine sarılmaktan geçer. (bkz: Âli İmran 103)
“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan ayrılmıştır. Kim tağutu inkâr eder, Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir” (Bakara 256)