Günümüz gençliğin genel durumu hemen herkesin gündeminde. Neredeyse her misafirlikte, iş yerinde ve özellikle ebeveynlerin bir araya gelip sohbet ettiği her ortamda konu edilmektedir. Endişe ve düşünceler ortak; günümüz gençliği sorunlu!
Konunun önemi tartışılmaz. Özellikle toplumun bir parçası olarak, toplumsal sorunlar ile ilgilenen ve çözümler sunan kişi veya kurumlar için konu çok daha önem arz eder. Dolayısı ile bu yazı ile herkesin hissettiği hususları hatırlatmak ve meseleye daha fazla bir hassasiyet gösterilmesini murat etmekteyim. Bunun için yazıya, bir maarif müfettişinin raporu ile yakın zamanda yapılan bir anketi konu ederek bazı hatırlatmalarda bulunmak istedim.
Yaklaşık bir yıl önce İzmir’in Ödemiş ilçesinde, bir lise müdürü iki öğrencisi tarafından öldürülüyor. Olayın araştırılması için bir Maarif Müfettişi görevlendiriliyor. Müfettiş, gereken araştırmayı yaptıktan sonra genel bir rapor düzenliyor ki özellikle ebeveynlerin dikkatini çekmektedir.
Müfettiş, raporunda genel olarak, “hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.” demektedir ve günümüz gençleri için peş peşe şu cümleleri sıralamaktadır. “Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönüşmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.”
Devamla, gençlerin manevi duygu ve değerlerden yoksun oluşundan da bahsettikten sonra sebep olarak şu hususlara değinmektedir: “Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz. Çocuklar hiç üşümüyorlar… Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar…” diyerekten çözüm olarak, “Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli. Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…”
Evet, müfettişin raporda değindiği bu hususlar gerçeklik olarak meselenin sadece bir boyutu. Özellikle rahat hayat standartlarına sahip olan yeni neslin genel durumunu gayet güzel izah etmiş. Ancak, bir de yoksulluk içinde hayatlarını devam ettirmek durumunda kalan gençlerin durumuna da bakmak gerekir. O cephede de durum çok vahim. Başta uyuşturucu olmak üzere hırsızlık, çeteleşme, alkol, şans oyunları ve çok daha ciddi sorunlar mevut. Raporda, sonuç olarak ortaya konulan kaygı yerinde iken, çözüm noktasında istenilen hususlar realiteden uzak görünmektedir. Çünkü bir bakıma sorunun kaynağı olan merciden çözüm istenmiştir.
Niye öyle düşündüğümü ise yakın bir zaman önce karşılaştığım bir anketin ortaya koyduğu rakamlar açıklamaktadır. Bu anket, Türkiye Gençlik STK’ları Platformu’nun 15-30 yaş arası gençleri anlamak üzere, %87,3 oranında öğrenciler ile yaptırdığı ankettir. Anket, 8.000 kişi ile yüz yüze yapılmıştır. Mevcut verilere göre Türkiye’deki geleceğin siyasi ve sosyal dokusu da oldukça sıkıntılıdır. Söz konusu anket detaylı olmasına rağmen sadece birkaç yönüne değinmek yeterli olacaktır.
Ankette, “kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” sorusuna, gençlerin %31,2 kendisini “milliyetçi” olarak tanımlamaktadır. Atatürkçü olarak tanımlayanlar 29,6, muhafazakâr olarak tanımlayanlar 16,8, demokrat olarak tanımlayanlar %11, kendisini dindar olarak tanımlayanların yüzdesi 12,6’dır. Ankete katılanlardan kendisini “ateist” olarak tanımlayan gençlerin oranı 1,1, “deistim” diyenlerin oranı ise 1,0. Ancak ilgimi çeken husus kendisini “solcu” veya “sosyalist” olarak tanımlayanın olmamasıdır. Duruma bakıldığında, topluma egemen olan fikir ve nizamlar, az bir hata ile kendi cinsinden bir nesil meydana getirmiştir.
Aslında toplumu gözlemleyen bir birey için sonuçlar çok şaşırtıcı değil. Anket, durumu sadece rakamlara dökmüş durumdadır. İslâm’ın esas ölçüleri ile bakıldığında kendisini “dindar” olarak tanımlayanların ne kadar dindar olduğu tartışılabilir. Burada korkutucu olan husus, İslâm ümmetinin evlatlarının neredeyse %88’i kendisini İslâm ile tanımlamamasıdır. “Müslüman mısın?” sorusuna elbette bundan daha fazla bir oran olumlu cevap verecektir. Ancak gençlerin, İslâm’ın tasvip etmediği kimlikler ile kendilerini tanımlaması, sistemin yönlendirmede ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir.
Şöyle bir husus daha var ki, bu tanımlamalar keskin hatlar ile birbirinden ayrılmaz. Yani “milliyetçi” olan aynı zamanda “Atatürkçü” veya “muhafazakâr” da olabilmektedir. Bu durum diğerleri için de geçerlidir. Ayrıca, kendisini “ateist” veya “deist” olarak tanımlayanların oranının az görünmesi bazılarına “oh be, korktuğumuz kadar yokmuş” dedirtebilir ancak bu doğru değil. Çünkü özellikle Atatürkçü veya milliyetçilerin bir kısmı yine “ateist” veya “deist” olabilmektedir. Diğer taraftan “milliyetçi” veya “Atatürkçü” zihniyetin, “ateizm” veya “deizm”den daha olumlu olmadığını da bilmek gerekir.
Ankette öne çıkan diğer “çarpıcı” sonuç, ülkenin gençliği; “hayatta mutlu olmak için en önemli faktörler” sorusuna en çok “para” cevabını vermiş. Sorulan soruya, “statü” ve “güç” gibi cevapları da bu eklediğimizde bu oran %46 gibi bir rakama ulaşmaktadır. Bir asırdır kapitalizmin uygulandığı bir ülkede bundan başka bir sonucu beklemek “şaşırtıcı” olurdu.
Evet, tanımlama için; fikrin olmadığı yerde yeşeren, gayri insani bir duygu olan milliyetçiğin, İslâm düşmanlığı ile bilinen Atatürkçülüğün ve genelde güçlüden yana tavır takınan, dayatılmış şartlara teslim olmak olan muhafazakârlığın, ateizmin ve deizmin total olarak bu denli yüksek bir oranda olması, Müslüman bir halkın geleceği açısından kaygı vericidir. Yine gençlerin, para, statü ve gücü öncelemesi, bu zihniyet ile örtüşen bir eğilim olup aynı şekilde geleceğin bu bakış üzerine bina edilmesi halinde huzurlu ve kalkınmış bir toplumdan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Tablo böyle olunca, sorunların nerden kaynaklandığı da görülmektedir. Hayatın her alanında gayri İslâmi fikir, duygu ve nizamların dayatılması sonucu, kendisini böyle tanıtan, yine merhamet ve sevgiden yoksun, hayata menfaat ölçüleri ile bakan bir gençliğin ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır.
Bu olumsuz tablo, bizleri karamsar bir atmosfere büründürmez elbette. Çünkü biliyoruz ki bütün dayatmalara rağmen bu toplumda, gelecek için büyük umutlar vaat eden pırıl pırıl gençler de vardır. Sahip oldukları fikirler ile güneş gibi parlayacak, karanlıklar içinde kalanları da aydınlığa çıkartacak gençler vardır. Ali, Erkam, Abdullah, Ömer, Osman, Bilal, Ammar, Musab gibi İslâm’ın ilk nesli, ilk gençleri gibi ilim, feraset, cesaret, edep ve merhamet sahibi, fedakârlıkları ile imrendiren gençlerimiz var elhamdülillah. Geleceği batıl fikir ve nizamlar üzerinde değil, İslâm’ın aydınlık ilkeleri üzerinde inşa edecek bir gençlik var. Ancak kemiyet olarak az. Dolayısı ile eğer geleceği gençler yönlendiriyorsa o halde hayata vahyin nuru ile bakacak olan gençlerin sayısını artırmak gerekir. Hatta enerjimizin büyük bir kısmını buna harcamak zorundayız.
Yukarıdaki rapor ve ankette ortaya çıkan gençliğin mevcut durumu, bir fabrika gibi çalışan sistemin ürünü olduğu kadar, İslâm ile bezenmiş gençlerin yeterince meydana inmemesindendir. Hakkı görmeyen, hak ile karşılaşmayan taze beyinlere ne veriliyorsa onlar da onu almaktadır. Dolayısı ile evlerimizi Erkam’ın evine dönüştürmeli, meydanlarda Abdullah b. Mesud gibi hakkı haykırabilmeli, sokaklarda Ali gibi dolaşmalı, park ve bahçelerde Musab gibi konuşmalıyız. Sıkıntılar karşısında, Ammar ve Bilal gibi sabredersek inşallah Rabbimiz bize de bir “Medine” nasip edecektir. İlk “Medine”yi nasıl ki Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte gençler inşa etti ise ikincisini de yine gençler inşa edecektir Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın izni ile…
Ey Müslüman gençler! Evler, sokaklar, parklar ve meydanlar sizin. Çünkü gelecek sizindir ve gelecek, ancak sizin çalışmanızla güzelleşecektir.