“Geciken adalet, adalet değildir.” sözünü toplumun her katmanından; hukukçusundan gazetecisine, memurundan bürokratına, bakanından cumhurbaşkanına kadar herkesin ağzına pelesenk ettiği, gerçekte ise uygulamada hiçbir karşılığının olmadığı, günümüzün en moda sözü olarak sıkça duymaktayız. En son 10 Ocak 2018’de “1. Adalet Şurası”nda konuşan Cumhurbaşkanının:
“Geciken adalet, adalet değildir. Onun için de imkân bulduğumuzda hemen bu konuyu önceliklerimizin en başlarına aldık. Milletimizin, şeriatın, yani adaletin kestiği parmak acımaz ifadesi, buradaki sınırsız teslimiyet duygusu, ağır aksak işleyen hukuk sistemine değil, hakiki adalete karşıdır. Gerek kanun yaparken gerekse uygularken mihenk noktamızın daima adaletin tesisi olmasına dikkat etmemiz gerekiyor. Ne zaman adalet yolundan ayrılmışsak işte o zaman gerilemiş, sorunların ağırlığı altında ezilmişizdir. Bunun için 2002 yılında yeni bir siyasi hareket kurmak istediğimizde ismi için tereddüt etmeden, seçtiğimiz mefhumların en başında adalet geliyor.”
Ülkeyi idare eden en üst makamdaki şahsın “Adalet Şurası”ndaki açıklamaları bir yönüyle adaletin olmadığının itirafıyken diğer taraftan adaletin fazileti, önemi hakkında methiyeler düzmesi birbirine çok da bağdaştırılacak cümleler değildi. Kanaatim odur ki Cumhurbaşkanı ve bürokratlarının “Geciken adalet, adalet değildir.” sözünden anladıkları verilen kararların adilliğinden, haklı olanın hakkını alması zulmedenin ise yaptığının karşılığını bulmasından ziyade yargılamaların uzun yıllara tekabül etmesi ile alakalı olmasıydı. Eğer vakıa, dediğimiz şekilde olmamış olsaydı bugün hâlâ haksız, hukuksuz, adaletsiz bir şekilde cezaevlerinde olan yüzlerce Müslümandan bahsetmezdik. Bakın tarihe 28 Şubat davaları olarak geçen, dönemin laik-Kemalist zihniyeti tarafından yargılanan 20 yılı aşkın bir zamandır hukuksuz kararlar neticesinde cezaevlerinde tutsak edilen yüzlerce Müslüman, hâlâ geciken adalet kapsamına girmemiş olacak ki o insanlara yapılan zulüm, adalet olarak kabul edilmektedir. Nitekim eğer bu insanlara yapılan hukuksuzluk, adaletsizlik olarak addedilmiş olsa idi mevcut iktidarın 15 yıldır bu zulmü ortadan kaldırma adına yapacağı 2 saatlik bir çalışma ile bu zulmü bitirmesi hiç de zor olmayacaktı. Müslümanlar, 28 Şubat davalarındaki hukuksuzluğun bitmesini beklerken maalesef bu zulümlere, hukuksuzluklara her gün bir yenisi eklenmektedir.
Türkiye’de varlığını sürdürdüğü 1960’lı yıllardan günümüze değin Hizb-ut Tahrir gençlerine her dönem zulüm katlanarak devam etmiştir. Bunun en son örneği Hizb-ut Tahrir davalarında 100’ün üzerindeki gençleri hakkında toplamda 700 yıla yakın cezaları onayan Yargıtay 16. Ceza Dairesi “Geciken adaleti tecelli ettiriyor gibiydi.” Hiçbir cebir ve şiddete bulaşmamış sadece Allah rızasını gaye edinmiş, din-i İslam’ın hâkimiyetini kendilerine hedef yapmış, tek silahları fikirleri olan, bu fikirleri hayata hâkim kılmak için her türlü zorluğa, engellemeye, sıkıntıya, iftiraya, kumpasa, zorbalığa, hapse rağmen şiddeti, kendilerine hiçbir şekilde metot kılmamış, toplum içindeki bu güzide yiğitler terör damgasıyla yüzlerce yıl cezaya mahkûm edilmiştir. Hem de Hizb-ut Tahrir gençlerine bu cezaların verilmesini sağlayan emniyet, savcı ve bu kararları veren hâkimler terör ve darbe suçundan yargılanıp suçlu bulunmuşken… Fakat ne hazindir ki onların vermiş olduğu kararların hâlâ uygulanıyor olması adalet adına nasıl bir hakkaniyettir? Delilsiz, mesnetsiz, çirkin niyetli hâkim ve savcıların niyet okuma üzerinden verdikleri kararlar, adaleti temsil etmediği gibi zulüm üstüne zulüm kararları olarak, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. 15 yıldır iktidarda olan bir partinin yapılan hukuksuzluklardan, adaletsizliklerden bihaber olması düşünülemeyeceği gibi yine zaman zaman yanlış yapmışız, kandırıldık, hata yaptık, pardon demekle de bu vebalden sıyrılamayacaklarının bilinmesi gerekir. Madem adaletin tesisine hizmet etmeyen hukuk da kanun da toplum nazarında yok hükmündedir. O hâlde kumpaslarla, delilden yoksun, niyet okumalarla Hizb-ut Tahrir gençlerine verilen yüzlerce yıllık adaletten uzak cezaların ne bizlerin ne de toplum nazarında hiçbir geçerliliği yoktur. Müslümanlara yapılan bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak esas gücün, ülkeyi siyaset eden yöneticilerin üzerinde olduğunu tekrar hatırlatıyorum. Hiçbir bahane bu sorumluluğu onların üzerinden uzaklaştırmayacaktır. Yöneticiler ayan beyan ortaya çıkan bu süreçte Müslümanlara ve Allah’a karşı samimiyet sınavında olduklarını bilmelidirler. Partinizin adının önünde adalet olması adaleti temsil edip, tecelli ettirdiğiniz anlamına gelmediği gibi her gün adalet demeniz, “Geciken adalet, adalet değildir.” demeniz de adil olduğunuz, adaleti tesis ettiğiniz anlamına gelmiyor. Aynen mahkeme salonlarında adalet mülkün temelidir yazısının önünde birilerinin menfaatine, saplantılı düşüncelerine göre hüküm veren yargıçların adil olmaktan uzak adaletsiz kararlar vermesi gibi. Adaleti, adilliği ağzına alan yöneticilerin sözlerine değil bu husustaki fiillerine, icraatlarına bakılır. Gerçekten bu hususta dürüstlerse; önlerinde 20 yıldır haksız bir şeklide cezaevlerinde olan yüzlerce Müslüman olduğu gibi, hâlâ suçsuz bir şekilde içeri alınan onlarca Müslümanın adil bir şekilde tekrar yargılama yollarının açılması, söz ve fiilin uyumunu gösterecek önemli bir gösterge olacaktır. Fakat şu ana kadar Müslümanlara yapılan yargı zulmü ile alakalı herhangi bir adımın atılmamış olması adaletin bir hayli gecikeceğinin habercisi gibi. Yarın kandırıldık, pardon demeniz onca Müslümanın ahını üzerinizden kaldırmayacaktır. Umarım yanılan ben olurum. Makalemi Hz. Ali’nin şu sözü ile sonlandırmak istiyorum:
"Mazluma yardımcı ol, zalime düşman kesil! Batıla yardım eden, hakka zulmeder!"