7 Ekim Aksa Tufanı Harekatı’nın yapılmasının Gazze halkı ve İzzettin Kassam mücahitleri açısından birçok gerekçesi vardı: Filistin topraklarının 76 yıldır işgal altında olması, Gazze’nin uzun yıllar abluka altında kalması, “İsrail”in Yahudi yerleşimcileri (işgalcileri) Müslümanların topraklarında hak sahibi yapması, Batı Şeria, Kudüs ve Filistin’in diğer şehirlerinde işgalci askerlerin işlediği cinayet ve katliamlar, Mescid-i Aksa’nın altının oyulması ve kapılarının Müslümanlara kapatılması, kutsalların çiğnenmesi ve daha birçok gerekçe…
Bunlarla beraber 7 Ekim Aksa Tufanı’nın en önemli gerekçesinin bölgedeki devletlerin “İsrail” ile “normalleşmeleri” olduğunu biliyoruz. Bunu Hamas birçok kez söyledi. Hatta yayınladığı “Aksa Tufanı’nı Neden Yaptık?” başlıklı raporunda bunu vurguladı. 7 Ekim öncesi süreçte Siyonist varlık ile yürütülen normalleşme anlaşmalarının tüm hızı ile devam etmesi, bölgedeki Müslüman beldelerin yönetimleri ve Arap rejimlerinin tek tek normalleşmeye başlaması, bu harekatın fitilini ateşledi. Zira mücahitler, Aksa Tufanı Harekâtı’nı başlatmadıkları takdirde Yahudi varlığının Gazze’yi boğacağını biliyorlardı.
Ve öyle de oldu. 7 Ekim ile beraber normalleşme görüşmeleri ve anlaşmaları tamamen durdu; süreç tamamen askıya alındı. Çünkü Filistin direnişi bir karşı saldırı başlattı, işgalci varlık ise buna mukabil Gazze’ye soykırım başlattı. 7 Ekim’in üzerinden geçen 18 ayda, 60 bin şehit, 100 binden fazla yaralı, tarumar olmuş bir şehir, açlık, yokluk ve yıkımla sınanan bir halkın yaşadığı soykırımdan sonra “‘İsrail’ ile normalleşme” konusu bugün tekrar masaya getiriliyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 9 Nisan akşamı CNN Türk yayınında “normalleşme” ile ilgili kendisine yöneltilen soruya şu cevabı verdi:
“Gazze'de ateşkes sağlanıp insani yardımlar başlayana kadar ‘İsrail’ ile normalleşme olmaz.”
Hakan Fidan’ın bu açıklamasını mefhumu muhalifinden şöyle anlıyoruz:
“Gazze’de kalıcı bir ateşkes anlaşması yapılır ve Gazzeli çocukların kursağına bir lokma ekmek girmeye başlarsa, Türkiye ‘İsrail’ ile normalleşmeye hazırdır.”
İnsan “Bu kadar da olmaz!” diyor değil mi? Sanki 18 ayda yaşananlar hiç olmamış, 60 bin Müslüman canice öldürülmemiş, okullar, hastaneler, camiler tamamen yıkılmamış, çocukların parçalanmış bedenleri poşetlerle toplanmamış…
Sanki bir soykırım yaşanmamış gibi, Gazze ölürken normalleşme konuşmak!
Evet, bu kadar da olmaz!
“Nereden çıktı şimdi bu normalleşme?” diye soruyorum.
Hemen zihnimde, Beyaz Saray’da katil Netanyahu ile küstah Trump’ın görüşmesi ve ikisinin yaptığı açıklamalar canlanıyor.
Netanyahu, Türkiye ile bozulan ilişkiler sebebiyle Trump’a dert yanıyor; Trump ise rahat bir tavırla “Sorun değil, Erdoğan ile aram çok iyi, ben çözerim.” diyor.
Türkiye’nin “İsrail” ile Arasını Bulmak
7 Nisan Pazartesi günü Beyaz Saray’da Donald Trump ile görüşen Netanyahu, basın toplantısında Türkiye ile “İsrail” arasında son dönemde bozulan ilişkileri ABD Başkanı ile görüştüklerini açıkladı. Türkiye ile iyi komşuluk ilişkilerine sahip olduklarını, ayrıca Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin çok kuvvetli olduğunu belirtti. Ardından, Suriye’de “İsrail”e tehdit oluşturacak bir unsur istemediklerini, Suriye’nin Türkiye tarafından kullanılmasını arzu etmediklerini söyledi.
Netanyahu, bu konuda yani Türkiye-“İsrail” ilişkilerinin onarılması hususunda, Trump’tan daha iyi bir arabulucu bulunamayacağını da vurguladı.
Basın toplantısında konuşan Trump ise, Erdoğan’ı sevdiğini, Erdoğan’ın da kendisini sevdiğini, birlikte çok şey atlattıklarını belirtti ve şu ifadeleri kullandı:
“Netanyahu’ya söyledim, Türkiye ile problemin varsa ben çözebilirim. Ama makul olman lazım.”
Trump-Netanyahu görüşmesi, “İsrail”in Suriye’de 2 Nisan’da gerçekleştirdiği hava saldırılarının hemen sonrasında gerçekleşti.
“İsrail”, Hama Askerî Havaalanı’nı, Türkiye'nin askerî üs olarak kullanmaya başladığı iddia edilen -ki bu iddiayı CNN Türk yayınında Hakan Fidan ne doğruladı ne de yalanladı- T4 (Tiyas) Hava Üssü’nü ve Birzeh Bilimsel Araştırma Merkezi’ni bombaladı.
İşgalci varlık, tüm bu saldırılara gerekçe olarak Suriye’deki “terör” tehdidini öne sürdü. Oysa biliyoruz ki bu saldırılarla hem 7 Ekim’de yaşadığı hezimet ve hüsrandan kurtulmaya hem de imaj tazelemeye çalışıyor.
Yahudi varlığının Suriye’ye yönelik bu saldırıları, ABD’nin ve Trump’ın gözetiminde gerçekleştirdiğini zaten biliyoruz. Ancak bilmediğimiz yeni bir şeyi, dün CNN Türk yayınında Hakan Fidan’dan öğrendik.
Bakan Fidan, bölgede herhangi bir çatışmanın önüne geçilmesi amacıyla, Türkiye ile “İsrail” arasında bir çatışmasızlık mekanizması oluşturulmasına yönelik teknik düzeyde temasların olduğunu dile getirdi. Üstelik bu temasların yeni olmadığını, hep var olduğunu ve bunun normal bir durum olduğunu da ifade etti.
Soru şu: Eğer Türkiye ile “İsrail” arasında, Suriye hava sahasındaki uçuşlar ve hava operasyonlarına dair teknik temaslar hâlen devam ediyorsa, o hâlde gaspçı varlığın 2024 Aralık ayının başından bu yana Suriye’de gerçekleştirdiği tüm hava saldırılarından Türkiye’nin haberi var mıydı? Zira o tarihten bu yana -yani Esed’in Rusya’ya kaçtığı günden itibaren- “İsrail”, yaklaşık 400 saldırı gerçekleştirdi ve bu saldırılarla Suriye’nin neredeyse tüm askerî kapasitesi yok edildi.
Peki ya 2 Nisan 2025’te, gaspçı varlığın Hama Askerî Havaalanı, T4 (Tiyas) Üssü ve Birzeh Bilimsel Araştırma Merkezi’ne yönelik saldırılarından da Türkiye’nin haberi var mıydı? Çünkü bu saldırılar, yalnızca Suriye ordusunu hedef almadı; aynı zamanda Türkiye’nin askerî üs kurmayı planladığı bölgeleri de doğrudan vurdu.
Ve unutulmamalı ki Türkiye’nin Suriye’de fiilî bir askerî varlığı hâlen devam ediyor.
Eğer teknik temaslar varsa ve bunlar bir çatışmasızlık mekanizması çerçevesinde yürütülüyorsa, Türkiye bu saldırılardan önce bilgilendirilmiş midir? Yoksa bilgilendirilmediği hâlde “çatışmasızlık” adı altında sessiz kalması mı beklenmiştir?
Ayrıca; 2019’dan beri Suriye’nin kuzey bölgesinde, Türkiye, Rusya, İran ve ABD’nin de içinde olduğu devletler düzeyinde bir çatışmasızlık anlaşması yürütülüyordu. Suriye hava sahasında yapılan bütün askerî uçuşlardan bu ülkelerin haberi ve aralarında bir teknik temas vardı. Hakan Fidan “İsrail” ile de bu teknik temasın var olduğunu söyledi hatta daha da ileri giderek bu çatışmasızlık anlaşmasına “İsrail”in de dahil edilmesi gerektiğini ifade etti.
“İsrailli” bir yetkili, The Jerusalem Post’a yaptığı açıklamada, Suriye’deki son saldırılarının amacının “Türkiye’ye bir mesaj iletmek” olduğunu söyledi. Bu mesajı Türkiye tarafı, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan çok zayıf bir açıklama ile geçiştirdi. Açıklamadaki şu ifadeler önem arz ediyor:
“Bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne ve milli birliğine kast eden saldırılarıyla ‘İsrail’, bölgemizin güvenliği için en büyük tehdit haline gelmiştir. ‘İsrail’ bölgede stratejik destabilizatör olarak hem kargaşaya neden olmakta hem terörü beslemektedir.”
Cihat Yerine Çatışmasızlığı Seçmek!
Bütün bu süreç beni şu soruyu sormaya zorluyor: Suriye’nin tüm askerî varlığını imha amacı güden “İsrail”in bu saldırılarının başka daha farklı bir amacı olabilir mi? Hadiselerin birbiri ardına sıralanması, bu endişemin yerinde olduğunu gösteriyor. Zira “İsrail”, Suriye’ye yönelik bu saldırılar üzerinden Türkiye ile arasında bir kriz var etti ve bu krizin çözümü için ABD’ye müracaat etti. Bu saldırılardan hemen önce mart ayının sonunda Hakan Fidan ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Washington’da görüştü. Saldırılardan hemen sonra ise Netanyahu ve Trump görüşmesi gerçekleşti. Yine Türkiye’nin, Millî Savunma Bakanlığı tarafından iki gün önce yaptığı açıklama, Azerbaycan’da Türk ve “İsrailli” yetkililerin bir görüşme gerçekleştirdiğini doğruladı. Açıklamada, “Suriye'de istenmeyen olayların yaşanmaması için bir çatışmasızlık mekanizması kurulması konusunda dün Azerbaycan'da ilk teknik görüşme yapılmıştır. Çatışmasızlık mekanizmasının kurulması için çalışmalara devam edilecektir.” denildi.
Suriye’de yaşanan hadiseler ve yürütülen diplomasi trafiği, Gazze üzerinden değil, fakat Suriye üzerinden Türkiye ile “İsrail” arasında bir temas kurulmasının amaçlandığını açıkça gösteriyor. Bu temasın, zamanla resmî diplomatik görüşmelere ve nihayetinde bir “normalleşme” sürecine evrilmesi bekleniyor.
Hakan Fidan, Türkiye’nin işgalci Yahudi varlığı “İsrail” ile yaşayacağı bu ikinci “normalleşme” sürecine yönelik tepkileri hafifletmek ve ön almak amacıyla, “normalleşme”yi ateşkes şartına ve Gazze’ye insani yardım girişine bağlıyor.
Oysa Yahudilerin, tarihte ve özellikle 1948’den bu yana, hiçbir anlaşmaya ve hiçbir ateşkese sadık kalmadıklarını artık yalnızca Müslümanlar değil, tüm insanlık biliyor.
Ve elbette Hakan Fidan da bunu biliyor.
Gazze için âlimler cihat çağrısı yaparken, Müslümanlar Türkiye’den askerî bir harekât beklerken, ne yazık ki Hakan Fidan “normalleşme” diyor.
Muhakkak ki Gazze’yi, sosyal medyada Kurtlar Vadisi müzikleriyle editlenen videolardaki Hakan değil, Selahaddin gibi bir komutan, Abdülhamid gibi bir sultan kurtaracak.