Çok konuşulan ve de uzun zamandır sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın gündemini ziyadesiyle meşgul eden bir seçim sürecini geride bıraktık. Erdoğan, yeniden cumhurbaşkanı seçilirken Cumhur İttifakı da mecliste vekil çoğunluğunu elde etmiş oldu.
Bu seçim, her iki ittifak açısından da diğer seçimlerden farklıydı. Millet İttifakı ve taraftarları, değişim için bu seçimleri “köprüden önceki son çıkış” olarak görürken dahası ölüm-kalım mesabesinde değerlendirirken, Cumhur İttifakı ve taraftarları ise bu seçimleri şer ittifakına karşı verilen “hak-batıl mücadelesi” olarak gördüler.
Her ne kadar görünürde olmasalar da İslami camia bu seçimde de yine başrolü oynadı. Avamı, dili döndüğünce mücadelesini anlatmaya çalıştı; âlimi ise fetvalarıyla seçimlere damga vurdu. Özellikle hocalar, fetva ehliyetine sahip âlimler, kanaat önderleri ve STK temsilcileri CHP ve onun temsil ettiği şer zihniyetinin iktidara gelmesindense daha ehven olan şerrin iktidar olması gerektiği düşüncesini topluma anlayış olarak fazlasıyla verdiler. Fetvalar yayınladılar, video kayıtları yaptılar, konuya dair hususi programlar düzenlediler ve zımnen şöyle dediler:
“Evet, bizler demokrasinin Allah’ın razı olmadığı bir yönetim sistemi olduğunu biliyoruz ve dahi demokrasinin fasit bir sistem olduğunun da bilincindeyiz. Ancak bizler, iki şer ile karşı karşıyayız. Erdoğan’ı desteklemek, ehven olan şerri tercih etmektir. Ehven olan tercih edilmezse daha şerlisi başa geçecektir. Ki bu da Allah katında vebaldir.”
Buradan hareketle âlimlerin dillendirdiği “ehveni şerreyn ihtiyar olunur” kaidesi, demokratik seçimlere katılmanın önünü açan en büyük düşüncelerden biri oldu.
Sayın Hocalarım! Takdir edersiniz ki; ehlisünnet selef âlimlerimiz bu kaideyi hiçbir zaman bu bağlamda ve siz hocaların bugün yüklediği gibi bir anlamda değerlendirmemişlerdir. Zira bu kaidenin aslı, şu şekilde değil midir sorarım size:
Her şeyden önce şer’î kaideler, şer’î nas değildirler. Bilakis şer’î kaideler, şer’î hükümdürler. Zira kaideyi betimleyen lafız ve terkip beşere aittir; kaideyi ya müçtehit ya da bir fakih tasarlamıştır. Ne var ki şer’î nas; Kur’an ve Sünnet’te var olanlardır. Onun için de “şer’î hüküm” yerine “şer’î kaide” şeklinde ifade edilmesine özen gösterilmiştir. Kaideler, genel bir lafızdan hareketle kapsamına giren birçok cüze intibak eder. Buradan hareketle şayet kaidede ya da kaidenin uygulanmasında ihtilaf yaşanacak olursa; kaidenin kendisinden istinbat edildiği şer’î nassa tekrar dönmek gerekmektedir. Zira kaidenin asıl neyi murat ettiğini, uygulanacağı sınırların ve istisna hallerinin neler olduğunu belirleyen nassın kendisidir.
“Ehveni şerreyn” kaidesinin ifade şekli farklılık arz etse de ehlisünnet âlimleri bu kaideden bir tek bir manayı kastetmişlerdir ki o; “iki yasaklı olan şer” diye ifade edebileceğimiz fiilden birisini yapmaya cevaz vermesidir. Yapılmasına müsaade edilen fiil diğerine göre daha az şer olandır. Ne var ki bundan, ucu açık ya da mutlak bir şekilde, hiçbir şart gözetmeden iki haram fiilden ehven olan haramın tercih edilebilirliği kast edilmez. Bilakis bu kaide, fiili yapmakla karşı karşıya kalan kimsenin iki haramdan başka üçüncü bir fiili yapma durumu olmaması halinde başvurulan bir kaidedir. Başka bir ifadeyle bu kaide sadece ve sadece kişinin karşı karşıya kaldığı iki haram fiilden kaçınamaması, iki haram fiilden başka çıkar yolunun olmaması halinde geçerlidir.
Değil iki, isterseniz on tane haramla karşı karşıya kalın, şayet onlardan içtinap etme imkânınız varsa içtinap etmelisiniz. Haramlardan kaçınma seçeneği olan bir Müslümanın, haramlar arasında ehven mukayesesi yaparak ehven olan şerri tercih etmesi ahirette cezai müeyyidesi olan bir vebaldir. Tıpkı demokratik seçimlere katılmak yerine sahih olan nebevi metoda tabi olmak gerekirken, sahih olanı yok sayıp ya da görmezden gelip iki şerden bir tanesine razı gelmenin vebal olduğu gibi…
Kaçırılan nokta şu ki: Şerden birini tercih etme, günahı ortadan kaldırmaz. Bilakis o fiili işleyen kişi günahkâr olmuştur.
Kaidenin anlaşılmasına katkı sağlayacak bir iki örnek verecek olursak; namaz vaktinin çıkmasına dakikalar kala henüz namazını eda etmemiş bir kişi tam namaza duracağı vakit nehirde boğulmak üzere olan bir kimseye rastlarsa şu durumla karşı karşıyadır: Ya namazını kılacak ve kişiyi ölüme terk edecektir -ki kişiyi ölüme terk etmek büyük şerdir- ya da kişiyi kurtaracak ve namazını eda etmemiş olacaktır -ki namazı eda etmemek de büyük bir şerdir-. İşte kişi burada üçüncü bir çıkış yolu olmaması halinde; bu iki haram fiilden yani şerden, ehven olanını tercih etmelidir. Bu durumda kişinin namazını terk etmesi şerri, haramı, kişinin göz göre göre ölüme terkedilmesinden daha ehven bir şerdir ve namazı kılmamak pahasına kişi kurtarılmalıdır. Ancak burada üçüncü bir yol var ise bu kaidenin işletilmesi asla söz konusu değildir.
Kaçırılmaması gereken bir nokta da; hangi fiili terk edip hangi fiili alacağını kimin belirleyeceği hususudur. Şayet bunu akıl yapacak olursa insan, doğası gereği hoşuna gitmeyen şeyi terk edilmesi gereken şer olarak görecektir. Dolayısıyla neyin terk edileceği de insan aklına bırakılamaz.
Özetle; bu kaide, üçüncü bir alternatif olmaması halinde o an için şerri tercih edebilmeye cevaz vermekle alakalıdır. Yoksa şerre alternatif, üçüncü ve sahih yola erişmek için çalışmaya, ihmal etmeye ya da hayrı tesis etmekten tamamen vazgeçmeye değil.
Evet, kıymetli Hocalarım!
Kaidenin aslı bu iken, ehlisünnet selef âlimleri bu kaideyi verdiğimiz örnekler çerçevesinde değerlendirmişlerken; bugün insanları “ehveni şerreyn”den yola çıkarak demokratik, laik iki partiden birisini tercihe zorlamak; bir kişinin, üçüncü alternatif olarak su dururken başka alternatif yokmuşçasına şarap ve bira arasında tercihe zorlanmasından farksız değil midir? Ehlisünnetin yolu bu mudur?
Siz söyleyin hocalarım! Bu kaide; “iki şerden ehven olanını tercihe cevaz vermektedir. Yoksa şerre rıza göstermeye değil” şeklinde anlaşılmalı değil mi? Ehli sünnet alimleri böyle anlamamış mıdır?
Evet, seçimler bitti. “Ehveni şerreyn ihtiyar olunur” kaidesinden hareketle CHP ve onun temsil ettiği şer zihniyeti ile kıyaslanarak AK Parti ve adayı Erdoğan “ehven şer” olarak görüldü ve tekrar cumhurbaşkanı seçildi.
Sayın Hocalarım! Peki ya şimdi? Ehven olan şerri tercih ettikten sonra büyük şerlerden bir tanesi olarak demokrasinin halen hayatımızın bir parçası olarak var olması gibi bir şerre rıza gösterilmeye devam edilmiyor mu? İki şerden ehven olanı tercihe cevaz veren hocalar! Söyleyiniz; Müslüman nasıl olur da şerre rıza gösterebilir?
Söyleyiniz; kaide, ehven olanı tercihe cevaz verirken seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte meydanlarda “ehven şer” olarak görülen demokrasinin kutlaması olabilir mi? Müslüman şerre sevinebilir mi? Müslüman şerrin olduğu bir kazanımı, İslam’ın zaferi olarak görebilir mi?
İslam’a düşmanlık besleyen CHP’nin kurucusunun posteri altında tekbirler getirmenin şerle mücadele yöntemi olmadığının, İslam’la asla bağdaşmadığının fetvasını, -tıpkı seçim öncesinde verdiğiniz fetvalarda olduğu gibi- açık yüreklilikle vermek durumunda değil misiniz?
“Maslahatların celbi, mefsedetlerin def’i” ilkesinden hareketle demokratik seçimlere katılmaya cevaz veren Hocalarım!
Benimsediğiniz bu ilke gereği, en büyük mefsedet olan demokrasi ve türevi yasaları def etmeniz ve en büyük maslahat olan İslam’ın iktidar olması mücadelesini vermeniz gerekmiyor mu?
Şer konusunda hassasiyeti olup da ehven olanının tercihine cevaz veren Hocalarım!
Samimiyetinizin göstergesi mahiyetinde; şer olan demokrasiden tamamen kurtulmak ve Allah’ın hükümlerinin egemen olduğu bir hayatı ikame etmenin farziyetinin fetvasını da vermeli değil misiniz?
Ya da iki şerre alternatif üçüncü yolu, İslam’ın kendisine has yönetim nizamı olan Râşidî Hilâfet’i göstermek ve bu yolun mihmandarlığını yapmak zorunda değil misiniz?
Kıymetli Hocalarım!
Bu seçimin mutlak galibi demokrasidir maalesef. Ve demokrasi şerdir. Şerle mücadele etmek İslam’ın bir emri değil midir? Demokrasi ve uzantıları başlı başına münker değil midir?
Münkerdir ve büyük şerdir. Rasulullah _SallAllahu Aleyhi ve Sellem_efendimizin şu sözü gereği de Müslümana münkerden nehyetmek farzdır. “Sizden kim bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı iman’ın en zayıf mertebesidir.” [Muslim]
Zalim yönetici karşısında işlenegelen münkere ve zulme karşı hak sözü söylemek Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimizin “Cihadın en efdali, zalim yönetici karşısındaki hak sözdür!” hadisinden hareketle hem âlimin şanındandır hem de büyük fazilettir.
Ne pahasına olursa olsun zalim sultan karşısında hakkı söylemek âlimin şanından değil midir?
Haydin, o vakit kıymetli Hocalarım!
Bu samimi ve sıcak çağrım sizedir! Şanınıza yaraşanı yapın ve kınayıcının kınamasına aldırmadan hakkı söyleyin.
Haydin, örneğimiz Peygamberimiz, efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi şerre rıza göstermeyelim ve şerre karşı hayrın öncülerinden olalım.
Gerek ehvenine gerekse ehven olmayanına; şerrin hiç birisine sessiz kalmayalım.
İyiliği emretme ve her türlü kötülükten men etmeyi kendisine şiar edinenlerden olalım.
İslam’a izafe edilerek haramların legalleşmesi ve demokrasi şerrinin tuzağına kanmayalım.
Şerre rıza göstermeyerek, en büyük hayır olan İslam’ın yeryüzüne bir devletin eliyle hâkim kılınmasının mücadelesini verelim.
Haydin, o vakit! Demokrasi şerrine karşı serdedeceğimiz bir tavrımız, İslam’ın yönetim nizamı olan Râşidî Hilâfet’in ikamesi için de bir cehdimiz olsun…