“Sisi ile asla barışmam!”
“Sisi bir darbecidir!”
“Sisi mi, Binali Yıldırım mı?”
“Sisi bir zalimdir!”
Cumhurbaşkanı Erdoğan zamanında bu sözleri söylediğinde alkışlanmıştı.
Dün Sisi ile Kahire’de görüşen Erdoğan “zalim” dediği, “darbeci” addettiği Sisi’ye methiyeler düzdü. Ne var ki birilerince yine “alkışlandı”.
Erdoğan’ın siyaset anlayışından kaynaklı olarak gördüğümüz ilk paradoksal tutum, Sisi ile olan münasebeti değildir. Siyasetin kaynağını menfaat teşkil ettiği müddetçe benzeri paradoksları görmeye de devam edeceğiz.
Bundan sonraki süreçlerde de, liderinin, yöneticisinin her davranışını alkışlayan, onaylayanların var olacağından emin olabilirsiniz. Davranışlar, birbirlerine zıt hatta birbirlerine doğu ile batı kadar uzak olsa da… Zira bu tutum; körü körüne lidere, yöneticisine bağlılık hastalığının bir tezahürüdür.
Kapitalizmin ifsat ettiği dünyanın kirli atmosferini soluyan Müslümanlar, kaçınılmaz olarak bir takım fikrî hastalıklara yakalanmaktan kendilerini muhafaza edememişlerdir. Milliyetçilik/kavmiyetçilik, vatancılık, oportünizm, pragmatizm, İslam ümmetinin bedenine ve zihnine musallat olan fikrî hastalıklardan bazılarıdır. Müslümanlara sirayet eden hastalık türlerinden bir tanesi de otoriteye, güce, lidere körü körüne bağlılık hastalığıdır. Bunlar ve burada saymadığımız şer-i şerife uygun olmayan diğer hastalıklar, İslam ümmetinin bedeninde ve zihninde saptanmış birer tanımlı hastalıklardır.
Tanımlı hastalıkların her birisi ayrı ayrı makale konusu olmaya elverişli olsa da bu yazımızda otoriteye, güce, lidere körü körüne bağlılık bahsine değineceğiz. Her ne kadar körü körüne bağlılık hastalığının AK Parti iktidarı boyunca bizim mahallede yaygınlaştığına tanık olsak da; Gazze olayları ve Erdoğan’ın Mısır’da Sisi’yle yaptığı görüşme ile birlikte bu, daha fazla ayyuka çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarının yaptıklarına karşı körü körüne bağlılık düşüncesine iten sebep -kimileri için tamamen menfaat elde etmek olsa da-, iktidarın yaptıklarını -hiçbir menfaat beklemeden-, “doğru olduğunu” düşünerek destekleyenler de azımsanmayacak derecede vardır elbet. Ama burada asıl konumuz -hangi saikle yapılırsa yapılsın-; yanlışın onaylanması ve şer-i şerife uygun olmayana rıza gösterilmesidir.
Yirmi yıldan fazladır meşru zeminde karşılık bulmayan sayısız meseleler bu halka, -muhafazakâr(!) bir parti olması itibariyle- iktidar tarafından kanıksatıldı. Ya da cümleyi tersten kuracak olursak; halk, “muhafazakâr parti olması” itibariyle yapılanları onayladı; -şer’i hükme muhalif olsa da- liderine, partisine itiraz etmedi, edemedi.
İşte dünkü, “darbeci” addedilen Sisi’ye methiyeler düzülmesi ve Gazze olayları karşısında Erdoğan ve iktidarının yaptıklarına karşı körü körüne bağlılık, bu konuda verilebilecek en güncel örneklerdir.
AK Parti iktidarları süresince; AB uyum yasaları çerçevesinde zinanın serbest olması, eşcinsellik haklarının kanunlarla korunması, içki fabrikalarının sayılarının çoğaltılması vb. mukabilinde ortaya konulan “üç maymun” tavra detaylıca değinme gereği bile hissetmiyorum.
Şer'i hükmün gereği olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, orduları Aksa’ya, Gazze’ye, Filistin’e göndermedi. Gasıp Yahudi varlığı ile ticari, askerî, diplomatik ilişkileri kesmedi. Üstüne üstlük günde 8 adet olmak üzere “İsrail” varlığına ticaret gemileri gitmeye devam etti. “Görüşmem” dediği zalim Sisi’yle görüştü, birbirlerine methiyeler düzdüler; hem de biraz ötede Refah sınırı kapısında Gazzeli kardeşlerimiz açlıktan ve Netenyahu’nun zulmünden kırılıyorken.
Yapılması gerekenler yapılmadığında sessiz kalındı. Doğru olmadığı halde yapılanlar doğru ve yeterli görüldü… İşte tüm bunlara söyleyecek sözü olmayanların sergiledikleri tavır; “Evet efendimcilik”tir.
Hiçbir şey yapılmamasına rağmen sırf liderini aklayabilmek adına; Gazze’ye yardım edildiğini söyleyenlerini, yürütülen diplomatik görüşmeleri allayıp pullayıp kalem oynatarak büyük marifetmiş gibi lanse edenlerini gördük. Hatta bizzat bulunduğum bir sohbet meclisinde; “Ben bir açıklama yapmadan önce Erdoğan’ın tavrını beklerim, ona göre açıklamamı yaparım.” diyen akademisyenine bile şahit oldum.
İşte İslam, körü körüne tabi olmayı, söylenenlerin ve yapılanların sorgusuz sualsiz kabulünü yasaklamaktadır. Bu konuda birçok nass delil olarak serdetmek mümkündür. Ancak ben konuya birebir uygun olması itibariyle bir hadisi paylaşmakla iktifa edeceğim: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: [لا تكونوا إمعة] “'Evet efendim'ci olmayın!” [Tirmizi] Hadiste geçen [إمعة] “İmmea” hakkında ibnu’l Esir şöyle demektedir: “Kendisine ait hiçbir düşüncesi olmayan kimse hakkında bu ifade kullanılır. Kendisine ait bir düşüncesi olmadığı gibi başkalarının düşüncelerine de körü körüne tabi olandır. Böylesi kimseler herkese; ‘ben seninle aynı görüşteyim’ diyenlerdir.”
_“Abdullah b. Mesud RadiyAllahu Anh, ‘Herhangi biriniz sakın immea olmasın!’ deyince, ‘İmmea nedir?’ diye sormuşlar. O da ‘Ben herkesle beraberim. Onlar doğru yol üzere olurlarsa, ben de doğru yol üzere olurum ama sapıtırlarsa ben de sapıtmış olurum’ diyen kişidir’ cevabını vermiştir.” [İbnu'l Esir, en-Nihâye fi garibi'l hadis, 1,67] Yine Abdullah b. Mesud RadiyAllahu Anh, bu kelimenin tanımını yaparken bize şu bilgiyi de vermektedir. Der ki: “immea; dinini, imanını insanların (anlayışlarının) peşine takan, delil, burhan aramaksızın körü körüne onlara tâbi olandır.”
Hadiste yasaklanan tutum olan “immea/evet efendimci” zihniyete en güzel örneklerden birisi de; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz hakkında zamanla değişen tutumuna mukabil, muhibbanlarının da tutumunun değişmesidir. Bir dönem Erdoğan faizin yükseltilmemesi politikasını benimserken “Nass ne diyorsa biz ona uyarız!” diyordu. Erdoğan’ın bu açıklamaları üzerine “bizim mahalle”, faiz hususunda nassı ölçü aldığını(!) söyleyen Erdoğan’a, her türlü yazılı ve sözlü desteği verdiler. Gün geldi devran döndü ve faizin yükseltilmesi politikası uygulanmaya başlandı; hem de nass hiçe sayılarak… Erdoğan’ın “nass var” diyerek faize karşı çıktığını bütün benlikleriyle savunanlar, Erdoğan’ın değişen faiz politikasına nassa rağmen tek bir kelime bile etmediler. Nassın değil, liderlerinin yanında oldular. İktidarın kararlarına ve uygulamalarına şer’i hükmün bu konuda ne dediğine bakmaksızın “evet efendimci” zihniyetiyle rıza gösterdiler ve ses etmediler.
Evet efendimciliğin tam aksine İslam, şer’i deliller ışığında sorgulamayı ve ona göre hareket etmeyi tavsiye ve emretmektedir.
Bunun sahabe uygulamalarında sayısız örnekler vardır. Bu arada sahabenin, davranışlarını sorguladıkları kişinin en başta kâinatın efendisi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem olduğunu da akıllardan çıkarmamak gerekir diye düşünüyorum. Birçok örnek var ama en meşhurunu vermekle iktifa edeceğim.
Bu örnek; Ömer RadiyAllahu Anh’ın Hudeybiye anlaşmasının maddeleri ile ilgili Rasulullah’a sorular sorması, kendince inandığı değerler zaviyesinden konuyu dillendirmesidir. Hudeybiye antlaşmasını yapan Rasululullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Ömer RadiyAllahu Anh şunları söyledi: [يَا رَسُولَ اللَّهِ أَلَسْنَا عَلَى حَقٍّ وَهُمْ عَلَى بَاطِلٍ قَالَ "بَلَى". قَالَ أَلَيْسَ قَتْلاَنَا فِي الْجَنَّةِ وَقَتْلاَهُمْ فِي النَّارِ قَالَ "بَلَى" فَعَلاَمَ نُعْطِي الدَّنِيَّةَ فِي دِينِنَا] “Ey Allah’ın Rasulü! Biz hak üzere, onlar da batıl üzere değiller mi? Elbette, şüphesiz öyle! Bizim ölülerimiz cennetlik, onlarınki cehennemlik değil mi? Elbette! Şüphesiz öyle. Peki, o vakit neden dinimizden ödün veriyoruz?!” [Buhari] Bu ve benzeri örneklerden “evet efendimciliğin” ancak şer-i şerifte yani itaatin ancak marufta geçerli olabileceğini, şer’i hükme uygun olmayan bir şeyde asla olamayacağını açıkça görmek mümkündür. Tebaanın/halkın hayırlısı, liderini, yöneticisini uyaran, Allah için hakkı tavsiye edendir. Liderin, yöneticinin hayırlısı da halkının hayırlı tavsiyelerine ve hak adına uyarılarına kulak verendir.
Nitekim Müminlerin Emiri Ömer RadiyAllahu Anh bu ilkeyi şu veciz cümleleriyle ifade etmiştir: “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde hayır yoktur. Uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur.”
Evet, yöneticilerin yaptıklarını hele ki şer’i hükme uygun olmayanları sorgusuz sualsiz kabul etmek, İslam’ın muhasebe ve hakkı tavsiye etme kültürüne aykırıdır. Ya hakkı tavsiye edenler olacak ve böylelikle hüsrana uğramaktan kendimizi koruyacağız. Ya da “evet efendimci” olacak, sonra liderlerin peşinden körü körüne gitmiş olmanın pişmanlığını yaşayacağız. [يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا] “O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: ‘Ah keşke Allah'a itaat etseydik, Rasul’e itaat etseydik’ derler. Yine derler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize/beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler. Ey Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lanet ile lanetle.’” [Ahzap Suresi 66-68]
O vakit; yarın pişman olanlardan olmamak için -her şeye ve herkese rağmen- zalime “zalim”, günaha “günah”, Hakka “hak”, batıla “batıl” diyelim…