Cumhuriyetten günümüze değin zihinlerimize işlenen bir hikâyedir gidiyor; gelişme ve kalkınma için tarımdan uzaklaşıp sanayi ülkesi olmamız gerekir algısı. Bu düşünce o gün bugün hâlâ topluma kabullendirilmeye çalışılıyor. İlkokul sıralarında işlenen derslerde dahi özellikle Ortadoğu, Afrika ve de kısmen Asya ülkelerinin tarımla ön plana çıktıklarından geri kalmışlıklarının esasi sebebi olarak gösterilirken, Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmeleri sonucunda kalkınıp geliştikleri anlayışı günümüzün hâlâ geçer akçesi olarak zihinlerimize işlenmektedir. Elbette sanayi sektörünün gelişmesi ülkeler açısından oldukça önem arz eden yadsınmayacak bir gerçektir. Buradaki esas çıkmaz tarım sektörünü, sanayi sektörünün önünde bir engel olarak görüp ikisi arasında bir tercih yapma zorunluluğunun ortaya çıkarılmasıdır. Nihayetinde ikisinden birini tercih etme şeklinde ortaya çıkan tutarsızlıktan, Türkiye uzun yıllar önce tercihini sanayi sektöründen yana kullanarak yıllar içerisinde tarımdan peyderpey uzaklaştı. Hâlbuki tarım, sanayi sektörünün ihtiyacı olan kısımlarını tamamlamada, sanayi sektörü de tarım için gerekli olan teknik teknolojik araç gereçleri temin etmek suretiyle birbirlerini destekleyerek gelişmeleri birlikte sağlanabilmeliydi ki gelişmiş birçok ülke çalışmasını bu yönde sürdürmektedir.
Konumuz olan Türkiye’de et fiyatlarının yüksekliği ise kontrol edilemezliği yukarıda açıklamaya çalıştığım tercihin sonucu olarak görülebilir. Et fiyatlarındaki bu fahiş artışın, son zamanlarda ortaya çıkan sonucuyla değil daha ziyade uzun yıllardır tarımda izlenen politikaların neticesi olduğu değerlendirilmelidir. Hayvancılık, tarıma göbekten bağlı, tarımda izlenen olumlu veya olumsuz her politikanın izdüşümünün en hızlı hissedileceği sektördür. Nihayetinde tarımını yaptığınız buğday, arpa, mısır, yulaf vs. birçok ürün hayvan besin zincirinin en önemli ayağını oluşturmaktadır.
15 yıldır aynı iktidarın hüküm sürdüğü Türkiye’de tarım ürünleri fiyatlarında yaşanan yukarı yönlü seyir, üretilebilecek birçok ürünün ithal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu ise hükümetin tarım konusunda nasıl bir politika izleneceği hususunda hâlâ net bir planının olmadığının en açık göstergesidir. Tabii ki bu durumdan doğal olarak en fazla etkilenecek ürünün de et olması şaşırtıcı olmazsa gerek. Ülkeyi siyaset edenlerin ve de hükümete yakın cenahların söylemlerine bakıldığında tarım ve hayvancılıkta devrim yapıldığını “çiftçinin kullandığı mazottan alınan verginin binde birini destekleme olarak çiftçiye verilmesi” et artışının bir takım şirketlerin piyasayı süpeküle etmek suretiyle daha fazla kâr elde etme adına yapılan müdahaleler olduğu yönündeki kolaycılığa kaçmaları... Yine hükümet karşıtı cenahların söylemlerine bakıldığında ise Türkiye’deki hayvan sayısının azalması, kombine ırkların yetersizliği, yem fiyatlarının yüksekliği, etteki KDV oranları, meraların azalması, girdi maliyetlerinin yüksek olması şeklinde uzayıp giden sorunlar sıralanmaktadır. Şüphesiz bahsedilen problemlerin et fiyatlarının yüksek olması üzerinde görece bir etkisi olmuştur.
Fakat dikkatli bir şekilde bakıldığında bahsedilen sorunların, kaynak değil tarım ve hayvancılıktaki plansızlığın, programsızlığın, kararsızlığın ortaya çıkardığı sonuçlar olduğu görülecektir. Şüphesiz bu mesele insanı merkeze alan, toplumun maslahatını öne çıkaran sürdürülebilir bir planlama ile çok kısa bir zaman diliminde çözülebilecek bir meseledir. Aksi takdirde bu plansızlık, kıt kanaat geçinen halkın cebinden sonra boğazına götürmeye çalıştığı lokmaya da el uzatılır hâle getirecektir.
İşlerine gelen her vakıada Batı ile kıyaslamaya giden yetkililer Avrupa ve Amerika’da kg fiyatı 4-5 dolar olan etin, ülkemizde 15 dolara yakın olmasını hiçbir zaman gündemlerine dahi almak istemezler. Yine Türkiye’de halkın eti, dünya ortalamasından %90’ından daha pahalıya tüketmek zorunda kalması, başka bir deyişle dünyanın en pahalı etini tüketmesi; hayvancılıkta devrim yaptığını iddia eden hükümetin başarı hikâyesi olarak nasıl görülebilir anlamak mümkün değil.
Tarım ve hayvancılıkta çığır açmış ülkelerin yüzölçümlerinden büyük tarım alanlarımız ve de meralarımız olmasına karşın bırakın onlarla rekabet edebilmeyi tarım ve hayvancılıktan söz etmekten dahi aciz durumdayız. Örnek mi bakın Hollanda sadece 2016 yılı itibariyle tarım ve hayvansal ürünlerden elde ettiği gelir 94 milyar dolar, aynı yıl Türkiye’nin aynı sektörlerden geliri 20 milyar dolar iken tarım ürünleri ve et ithalatına harcanan para yaklaşık 15 milyar dolar olmuştur. 2010-2016 yılları arasındaki 6 yıllık zaman diliminde canlı hayvan ve et ithalatına harcanan para ise 4.5 milyar dolardır. Peki, yapılan canlı hayvan ve et ithalatı et fiyatlarını aşağı çekmiş midir? Maalesef hayır. Bilakis her geçen gün fiyatların seyri yukarı yönlü devam etmiştir. Kurban Bayramı’nın yaklaştığı şu günlerde hayvan ve et fiyatlarında yeni artışlar kaçınılmaz görülmektedir.
Petrol ve doğalgaz gibi kaynaklar, ülkemizde çıkarılmadığı/çıkartamadıkları için %300-400 kâr ile halka satmalarını anlıyoruz da, milyonlarca hektar sulu tarım arazisi, mera, uygun iklim olmasına rağmen dünyanın en pahalı etinin bu topluma reva görülmesi aklıselim ile hareket eden hiç kimsenin kabul edebileceği bir şey olmaması gerekir. Milli tarım lafını ağızlarına pelesenk edinmiş Tarım Bakanları, milli diye diye ithal etmedikleri ürün kalmaz iken ihtiyaç olan ürünleri temin eden ithalatçılar ise servetlerine servet kattılar. Bu firmaların sahipleri kimlerdir derseniz milli lafını ağızından düşürmeyenlerin en yakınları…
Bakın insan merkezli bakışın hâkim olduğu, birilerinin servetlerine servet katmanın aracı olmaktan uzak ve de devletin tebaasının maslahatını ön planda tuttuğu Osmanlı Devleti’nin, 1700-1800 yılları arasındaki dönemde kişi başı et tüketimi 60 kg üzerinde iken, şuan bu rakam ortalama 10-12 kg’dır. Osmanlı Devleti, iki temel besin maddesi olan ekmek ve etin piyasada bol ve olabildiğince ucuz olması için özel bir siyaset geliştirmiştir; böylece piyasadaki en ucuz gıda ürünleri ekmek ve et olmuştur.
Bu örnek üzerinden bakıldığında dahi eğer devletin temel meselelere dair kararlı planlı bir siyaseti varsa çok büyük problemler dahi küçülüyor. Fakat toplum merkezli bir bakışınız yoksa çok küçük meseleler dahi içinden çıkılmaz bir hâl alabiliyor. Bu toplum yüzyıllardır geleneksel yöntemlerle dahi kendi ihtiyaçlarını çok basit bir şekilde dışa bağımlı olmaksızın temin edebilirken; bugün ülkeyi siyaset edenlerin, toplumun maslahatından ziyade belli çevrelerin maslahatını ön planda tutması, tarım ve et fiyatlarının kontrolü gibi bir meselede aciz olmaları bu problemin uzun yıllar devam edeceğinin açık işaretidir.
Hanslar, Coniler temel besin maddesi olan eti 5 dolara tüketirken Ali, Yusuf, Mehmet’in 15 dolara dünyanın en pahalı etini tüketmesi acaba “Milli Tarım Politikası”nın sonucu mudur? Toplumun her kesiminin çok rahat bir şekilde ulaşması gereken ve de sahip olunan imkânlar açısından dünyanın en ucuz etinin burada olası gerekmiyor mu? Un, şeker, yağ her şey var! Fakat bunları toplum için kullanacak nizam ve usta yok.
Haksız mıyım?