Temmuz ayının başında haber ajansları, gazete ve televizyonlar, tek bir ağızdan benzer dili kullanarak şu haberi geçtiler: “Kayseri'nin Melikgazi ilçesine bağlı Danişmentgazi Mahallesi'ndeki bir pazar yerinde Suriye uyruklu bir kişinin yine Suriye uyruklu bir kız çocuğunu taciz etmesi bölge halkını öfkelendirdi ve olayların fitilini ateşledi. Kayseri’de yaşanan olayların ardından Suriye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile kontrol altına aldığı bölgelerde de karışıklıklar çıktı. Azez ve El-Bab kentlerinde bazı Suriyeliler, valilik ve PTT binalarına, çalışanlarına, Türkiye’den gelen TIR ve araçlara saldırdılar hatta bazı resmî binalardaki Türk bayrakları Suriyeliler tarafından indirildi.”
Bütün haber ajansları, TV kanalları, soysal medya haber portalları, gazeteci yazarlar hatta resmî kurumlar dahil herkes, 12 gündür Türkiye’nin gündemini meşgul eden Suriyeliler meselesini, Türkiye’ye sığınmış muhacirlerin geri gönderilmeleri konusunu, Kayseri’deki olaylar üzerinden değerlendirdiler. Hatta Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi hedef alan saldırı ve hadiseleri, Kayseri’de yaşananlara bir cevap olarak gösterip olayların arka planını gizlediler ve gerçekleri saptırdılar.
Türkiye taciz ve tecavüz suçlarının nadiren yaşandığı bir ülke değil. Gazete kupürleri, televizyon haber kuşakları, sosyal medya platformları her gün Türkiye’nin onlarca şehrinden onlarca taciz ve tecavüz haberi geçiyor. Bu hadiseler ile ilgili halk sokaklara inmiyor; suçluların işyerlerini, evlerini, yağmalamıyor, arabalarını yakmıyor, Yani herhangi bir kaos kargaşa ortamı oluşmuyor. Bu durum, Kayseri’deki olayların planlı ve örgütlü şekilde başladığını aynı zamanda kontrollü bir şekilde yürütüldüğünü gösteriyor.
Hem Suriye içindeki karışıklıkların hem de Kayseri’deki hadiselerin "normalleşme" ile bağlantılı olduğu gerçeğinin altını özellikle çizerek süreci biraz geriden ele alarak bugüne gelelim.
Asıl Mesele Normalleşme
7 Ekim’de başlayan ve hem ABD’nin hem de bölgedeki Arap rejimleri ve Türkiye’nin bir hayli başını ağrıtan Gazze savaşı, sadece “İsrail” ile bölge ülkelerinin normalleşmelerini çöpe atmadı aynı zamanda ABD’nin siyasi çözüm planının bir parçası olarak Türkiye ile Suriye’nin normalleşme adımını da askıya aldı. Zira sömürgeci ABD ve bölgedeki iş birlikçi rejimler, gözünü-kulağını Gazze’ye çevirmek zorunda kaldılar. Gazze savaşı uzayınca Suriye sahasındaki siyasi gelişmeler yeniden canlanmaya başladı. Türkiye’nin Suriye ile normalleşme süreci, 28 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sayın Esed” çıkışı ile yeniden gündeme geldi ama bu açıklamanın daha öncesi de var. Erdoğan bu açıklamayı, Esed'in "Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak ve garanti edecek Türkiye ile ilişkilerimizi normalleştirecek tüm inisiyatif ve girişimlere açığız." sözleri üzerine yaptı. Karşılıklı yapılan bu açıklamalar, normalleşme adımlarının hızlandırılması konusunda her iki ülkenin ABD’den "yol aldıklarını" gösteriyor. Zira bunu, sahadaki gelişmelerden de görebiliyoruz.
Rus Üssünde Yapılan Görüşme
Kayseri’deki olaylardan yirmi gün önce 11 Haziran Salı günü, Türkiye ve Suriyeli askerî heyetler, Rusya’nın arabuluculuğunda Lazkiye’deki Hmeymim Hava Üssü’nde bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda birbiri ile bağlantılı iki konunun görüşüldüğü kamuoyuna yansıdı. Birincisi; İdlib ve çevresinde yaşanan son gelişmeler, ikincisi; Ebu Zendin Kapısı’nın açılmasına karar verilmesi… Bu toplantının Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Moskova’da Putin ile görüşmesinin hemen ertesi günü gerçekleşmesi dikkat çekici. Zira Türkiye’nin Suriye rejimi ile normalleşme süreci, Rusya’nın girişimleri ve arabuluculuğunda yürütülüyor.
Toplantıda ele alınan birinci konuyu; “İdlib HTŞ’ye Güvenmiyor! Peki, HTŞ Kime Güveniyor?” başlıklı makalemde kısmen ele aldığım için değerlendirmeyeceğim. Zira Heyet-u Tahriru’ş-Şam (HTŞ) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altındaki gruplar, uzun zamandır rejim ile çatışmıyorlar. Bölge halkı, aşiretler ve bazı devrimci hareketlerin rejime karşı yeni cephelerin açılmasını istemeleri, bölgedeki aktörleri tedirgin ediyor. Bu sebeple konuyu masaya yatırmış olmalılar.
Ebu Zendin Kapısı’nın Açılması
Rus üssünde yapılan toplantıda ele alınan ikinci önemli konuya gelince... Ebu Zendin kapısı, Suriye rejimini Türkiye’nin ve muhaliflerin kontrolünde olan bölge ile birbirine bağlıyor. Halep’in kuzeydoğusunda yer alan Ebu Zendin Kapısı’nın açılması ile, muhalifler ve Esed yönetimi arasındaki ticari vb. faaliyetlerin yürütülmesi amaçlanıyor.
Peki, bu süreçte neler yaşanıyor?
Toplantıdan bir hafta sonra Rus güçlerine ait askerî araçların Ebu Zendin Kapısı’ndan Türkiye’nin bulunduğu kuzey tarafa keşif için girmesi planlanıyor. Buna, Türkiye ve ÖSO kuvvetlerinin eşlik edeceği söyleniyor. Ancak bu girişime, bölge halkı ve devrimci gruplar çok sert tepki veriyorlar. Halk, Esed ile normalleşme adımının bir parçası olması sebebiyle Ebu Zendin Kapısı’nın açılmasına karşı çıkıyor; kapının olduğu bölgede ve şehir merkezlerinde ciddi protesto eylemleri yapılıyor. Böylece Rus askerî araçlarının kuzeye girişi engelleniyor. Ancak Türkiye tarafı ve kontrolündeki ÖSO güçleri, halkın ve devrimci grupların tepkilerine rağmen inatla ve ısrarla Hmeymim Hava Üssü’nde alınan kararı hayata geçiriyorlar. Ebu Zendin Kapısını açarak Esed rejimi ile normalleşme yolunun taşlarını döşemeye başlıyorlar. Ancak çıkılan yolda işler bekledikleri gibi kolay ilerlemiyor.
Esasen Ebu Zendin Kapısı’nın açılması; bölge halkı, devrimci gruplar ve aşiretler ile Türkiye arasında uzun zamandır devam eden anlaşmazlıkların son halkasını oluşturuyor. Zira yerel kaynaklar; "Türkiye’nin Azez, Afrin, Cerablus, El-Bab ve diğer bölgelerde eğitim, sağlık, ticaret, ulaşım, iletişim vb. işleri yürüten kurumların başına, halkın istemediği sorunlu kişileri atadığını, valilik makamlarına bu tür kişileri getirdiğini, bu sebeple de halk ile Türkiye arasında sorunların uzun zamandır devam ettiğini" söylüyorlar. Hatta bütün bu yaşananlardan sonra İçişleri Bakanlığı yetkilileri ile Kuzey Suriye bölgesinde halkı temsil eden kişiler arasında bir toplantının tertip edildiği ve bu toplantıda temsilcilerin İçişleri Bakanlığı yetkililerine işlerine karışılmaması konusunda tepki gösterdiklerini ifade ediyorlar.
Dolayısıyla Türkiye kamuoyunda; Suriye’nin kuzeyinde yaşanan ve Kayseri’deki olaylara bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenen saldırıların, Türk bayraklarının indirilmesinin ve çatışmaların asıl sebebi, Ebu Zendin Kapısı’nın açılması ve Türkiye ile Suriye’nin normalleşme adımlarına bir tepkidir.
Kayseri’deki Olaylar Neden Engellenmedi?
Kuzey Suriye’de bunlar yaşanırken Rus lider Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, 26 Haziran Çarşamba günü Şam’a giderek Suriye Lideri Beşar Esed ile görüştü. Görüşme sonrası Suriye Cumhurbaşkanlığı’nın Esed adına yaptığı “Suriye, Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere açıktır." açıklaması, Erdoğan’ın “Sayın Esed” çıkışını beraberinde getirdi.
Türkiye, Rusya’nın girişimleri ve ABD’nin gözetiminde Suriye ile bu normalleşme süreçlerini yürütürken Kayseri’de bir taciz olayı üzerinden tüm Suriyelilere yönelik örgütlü saldırıların olması hiç anlaşılır değil. Zira Türkiye’de iki kişi herhangi bir yerde basit bir protesto eylemi için bir araya gelse/gelmek istese emniyet birimleri orada hazır bulunur ve herhangi bir kaotik ortamın yaşanmasına mani olur. Velev ki yapılacak eylem, emniyet istihbaratına takılmadı diyelim, en fazla 5-10 dakika içerisinde emniyet olaya müdahale eder. Kaldı ki Kayseri’deki olaylar, emniyet birimlerinin taciz eden kişiyi gözaltına alması, mağdur çocuğu da koruma altına almasından sonra başlıyor. İstediği zaman gerekçeli ya da gerekçesiz şekilde kendi il sınırları içinde gösteri ve yürüyüş yasağı getirebilen valilik, Kayseri’de insanların can ve mal güvenliğine yönelik saldırılar olmasına rağmen eylem ve etkinlik yasağı getirmemiş, eylemin içeriğine uygun önleyici tedbirlere başvurmamış.
Olaylar yatıştıktan sonra Kayseri’ye giden insan hakları aktivistleri ve hukukçular, saldırıların yaşandığı mahallede oturan Suriyeli sığınmacılar ile görüşmeler yapmışlar. Mahallede yaşayan Suriyeli mağdur muhacirler, emniyet birimlerinin iki gün boyunca olayları engelleyici derecede bir müdahalede bulunmadıklarını söylüyorlar. Bu bilgiler, insan hakları kuruluşlarının ve gönüllü aktivistlerin raporlarına da yansıdı. Mazlumder Kayseri Şube Başkanı Ahmet Taş, "Emniyet güçlerinin ilk iki gün yeteri kadar saldırganlara müdahale etmediğini tespit ettiklerini, üçüncü gün gerekli müdahale yapılınca saldırıların azaldığını" beyan etti.
Bir de olaylar ile ilgili yetkili savcılığın nasıl bir soruşturma yürüteceği konusu var. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya yaptığı basın açıklamasında, “saldırganların; meczup, küçük yaşta ve adli sicilleri temiz olmayan kişilerden oluştuğunu” belirtti. Peki, bu kadar problemli kişiyi bir araya getiren, örgütlü şekilde bunları suça teşvik eden ve azmettiren asıl failler kim? Bu kişiler, gruplar ya da kurumlar üzerinde de bir tahkikat ve soruşturma yapılacak mı, belli değil. Cevabı verilmeyen/verilemeyen bu sorular; Kayseri olaylarının, menfur bir taciz hadisesi sonrası doğallığında ortaya çıkan olaylar olmadığını gösteriyor.
AK Parti iktidarının Suriyeli muhacirler konusundaki samimiyetsizliği yeni bir şey değil. Zira geçmiş dönemde de AB mülteci fonundan gelecek para için Avrupa ülkelerine karşı muhacirleri şantaj aracı olarak kullanmaktan geri durmamıştı. Şimdi bugün şunu sormuyor değilim: Kayseri’de yaşananlar, Suriye’nin kuzeyinde normalleşme adımlarını baltaladığı için Türkiye’nin pek hoşuna gitmeyen hadiselere karşı uyarı mahiyeti mi taşıyor? Daha önce Avrupa ülkelerine karşı şantaj olarak kullanılan Suriyeli muhacirler, şimdi bugün Esed ile normalleşmeyi kabul etmeyen gruplara, aşiretlere ve kuzey Suriye halkına karşı şantaj olarak mı kullanılmak isteniyor? Türkiye şunu mu söylüyor: “Ya uslu durursunuz, rejim ile normalleşmeme ses çıkarmazsınız ve siz de bu sürecin parçası olmayı kabul edersiniz ya da Türkiye’deki Suriyelileri geri gönderirim." Nasıl mı? "Gönüllü geri dönüş" kapsamında…
Gönüllü Geri Dönüş
Bir yıldan uzun bir zamandır Türkiye’nin mülteci politikası, geri gönderme stratejisi üzerine kurulu ve bu şekilde çalışıyor. Bunu son bir ayda Suriye’nin kuzeyinde ve Kayseri’de yaşanan hadiselerden bağımsız olarak söylüyorum. Sadece Suriyeliler değil, Mısır ve Orta Asya ülkelerinden gelen muhacirler de geri gönderiliyor. Ama daha çok Suriyelilere yönelik planlı bir geri gönderme politikası işliyor. Erdoğan bir taraftan ensar-muhacir edebiyatı yaparken diğer taraftan muhacir Suriyelileri 3-4 yıldır taciz eden, tehdit eden, haklarında kara propaganda yürüten ve bu şekilde milliyetçi kesimden oy alan Zafer Partisi’ne ve Ümit Özdağ'a tek bir laf etmiyor. Çünkü Ümit Özdağ, bu siyaseti ile muhalefetin oylarını bölüyor.
Hakeza İçişleri Bakanlığı’nın bir yıldan fazladır yürüttüğü "mülteci avı" hakkında konuşmuyor, Cumhurbaşkanı... Göç İdaresine bağlı Geri Gönderme Merkezleri, on binlerce muhacir ile dolu. Sadece Kayseri’deki Suriyeliler değil diğer şehirlerdeki muhacirler de evlerinden çıkamaz hale geldiler. Her gün İdlib’e otobüsler ile muhacir taşınıyor. Muhacirler, kendi paraları ile aldıkları, vergilerini ödedikleri arabalarını kullanamıyorlar çünkü araçlarındaki "M plaka" onların “mülteci” olduğunu söylüyor. İnsanlar Kayseri’de M plakalı araçlarını vandallardan korumak için otoparklara, evlerin bahçelerine gizliyorlar. Sorun sadece Kayseri ile sınırlı değil şu an. Suriyeli muhacirler hareket edemez haldeler. Mahalle değiştiremiyorlar, çünkü yasak! Bu sebeple insafsız ev sahiplerine fahiş kira ödemek zorunda kalıyorlar. Evlerinden çıkamıyorlar, çünkü ikamet tespiti yapan görevliler geldiklerinde evde olmazlarsa isimleri yazılıyor; herhangi bir polis uygulamasında direk karakola ve oradan Geri Gönderme Merkezlerine… Peki ya sonrası? Suriye’ye "gönüllü" geri dönüş… Gönüllü olmazsa zorlama ve tehdit ile imza alınıyor.
Tüm bunlar niçin? “Sayın Esed” ile görüşmek, Suriye rejimi ile normalleşmek için!
Katil Esed mi değişti yoksa bizimkiler mi? Doğruyu söylemek gerekirse; değişen hiçbir şey yok!