TDK sözlüğüne göre; kelime anlamı, “eksiklik, yoksunluk” ve “anlamsız olma durumu” şeklinde tanımlanan “boşluk”, her tamlama için belli bir anlam ifade etmektedir. Mesela, “hukuki boşluk; yasalarda belli bir konuda hüküm bulunamaması” gibi. Ya da “siyasi boşluk; etkin ve tesirli bir siyasi mekanizmanın bulunamaması, yönetimde başıboşluk” gibi… “Ekonomik boşluk” ise benzer şekilde, “belli bir iktisadi yapının eksikliğinden dolayı, doğaçlama üzere seyreden ve krizlere çözüm üretme kabiliyetinden yoksun olması” anlamına gelir. İşte bu sebepten ötürü, bir yamaya çözüm olmak için ortaya yeni bir kavram atılmıştır: “Asgari Ücret”.
Sosyalist grupların etkisiyle 1951 yılında yürürlüğe konulan asgari ücret uygulaması, ülkemizde halen devam etmektedir. Çünkü her ne kadar başta komünist düşüncelerden etkilenme olsa da şimdilerde kapitalist iktisadın da değirmenine su taşımıştır. Peki nasıl?
Asgari ücret, işçilerin, belirlenen sınırın altında emeğini satamayacakları fikrinden hareketle ortaya atılmıştır. Gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür gibi ihtiyaçları, güncel fiyatları üzerinden en az düzeyde karşılayacak biçimde hesaplanarak belirlenmesi gereken asgari ücret, son yıllarda işverenlerin kazanımları ve hükümetin istihdam verileri baz alınarak hesaplanmaya başlanmıştır. Normalde kapitalist iktisada göre, asgari ücret uygulaması, serbest piyasa ekonomisi ile tezat oluşturmaktadır. Fakat ekonomik boşluk; sabiteleri olmayan, belli normlara dayanmayan bir iktisadi ortama gebedir. Ve bu gebelik sonucunda sorunlu, eksik, kusurlu kavramlar ve kurallar doğar. Belirlenmesi için aralık ayı boyunca toplanan işçi ve işveren sendikaları, çalışma bakanı ve diğer yetkililer, kusursuz bir tiyatro oyunuyla süreci sonlandırırlar. A’dan Z’ye tüm oyuncular üzerlerine düşen görevi layıkıyla oynar. Bu toplantı süreçlerine ve oyun sahnelerine girmeyeceğim. Fakat bir konu var ki maalesef bu konu kronik hale geldi ve konuşulması zaruri oldu. O da işçilerin sömürülmesi. Yanlış okumadınız; abartı olsun diye yazılmadı. Emekçiler, asgari ücret safsatası yüzünden emeklerinin karşılığını alamamakta ve kendilerine reva görülen “en düşük ücret” saçmalığına alıştırılmaktadır. Maden işçisi, şoför, hamal, sekreter, tezgahtar, yevmiyeci hepsi birbirinden farklı işler yapsa da, kimi beden işçisi, kimi çok daha hafif ve kolay işlerde çalışıyor olsa da verilen maaşın ölçütü değişmiyor. Madem “‘asgari ücret’ diye bir kavram var o baz alınsın” diye bir anlayış güdülüyor. Maalesef buna işçiler de alıştırılıyor, bu duruma karşı gittikçe duyarsızlaştırılıyor. İşte bu süreç, sömürüyü habersizce beraberinde getiriyor.
Bakın, yıl sonu enflasyon tahmini %45 olarak öngörüldü. Asgari ücrete aynı oranda zam yapılmış olsa bile çalışanın geliri artmış olmayacak. Birim zamanda birim maliyet ile daha az miktarda ürün almış olacak. Yeni yılda yeni değerleme oranları açıklanacak. Maliye Bakanının da sabırsızlıkla beklediği zam sezonu açıldığında zam gelmedik hiçbir şey kalmayacak. Hal böyle iken refah payını geçtik, asgari ücret zammı belki %45 bile olmayacak. 23 bin ile 25 bin arasında bir rakamda anlaşılacak ve iş bitecek. Sonrası meçhul… Zira 2025 yılı için açlık sınırı enflasyon verileri dikkate alındığında tahmini 29 bin liranın üzerinde. Yoksulluk sınırı ise 4 kişilik bir aile için 80 bin liranın üzerinde bekleniyor. Bekar bir çalışanın yaşam maliyetinin ise 37 bin lira civarında olması bekleniyor. Şimdi asıl soru şu: bütün bu gerçekler gün gibi ortadayken asgari ücreti kim, neye göre belirliyor? Söyleyelim: asgari ücretin katbekat üzerinde gelire sahip olup bir asgari ücretlinin nasıl geçineceğini asla bilemeyen bir grup aristokrat belirliyor… 18.yy sonlarında Paris’te ekmek kıtlığının olduğu dönemde taç giyme töreni için tahta çıkan kraliçe, halkına şu tavsiyede bulunmuştu: “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Hani, “çalışanı, emekliyi enflasyona ezdirmeyeceğiz” söylemine çok benzer şekilde. Lafla peynir gemisi yürümez ama onlar lafla milyonlarca asgari ücretlinin gemisini bir şekilde yürütüyorlar. İşte biz buna; “ekonomik boşluğu, sloganik ve manipülatif ustalıkla doldurmak” diyoruz.
Peki, asgari ücretin enflasyonun iki katı kadar arttırılması sorunları çözer mi? Maalesef o da, piyasada çok fazla paranın dolaşmasına rağmen daha az şeye sahip olunmasıyla sonuçlanan bir kısır döngüye sokar. Marketler, tekstil mağazaları üreticinin asgari ücret dolayısıyla artan maliyetini öder. Son kullanıcı ise market ve mağazalardan alacağı ürünlerde bu zam artışlarını çarpan etkisiyle hisseder. Ham madde tedariğinden onu üretene, nakliyesini yapandan satana kadar herkes, bu asgari ücret zamlarını ekleye ekleye vatandaşa yansıtır. Hiçbir tüccar karlılığın düşmesini istemez, o halde maliyeti düşüremiyorsan satışı yükseltmen gerekir. Yani vatandaş destelerce maaş alsa bile harcama yaparken de bol miktarda para vermek zorunda kalacaktır. O halde sorun, artış miktarı değil kendisine mecbur bırakılan asgari ücretin bizatihi kendisidir.
Halbuki çözüm basit:
1- Devlet, övündüğü yüksek milli geliri adil bir dağıtımla vatandaşın da istifadesine sunacak.
2- Lüks ve gereksiz harcamalarının maliyetini halkın omuzuna yüklediği vergilerden tahsil etmeyecek.
3- Zengin ile fakir arasında zekât müessesini hakkıyla işletecek ve kontrolünü sağlayacak.
4- Haksız kazancın, rüşvet ve iltimasın önüne geçecek.
5- Bir grubu finansal açıdan destekleyip başka grupları başının çaresine bakmaya zorlamayacak.
6- Tarım, hayvancılık ve sanayi üretimine teşvik edecek. Üreticiyi ithal ürünlerle tehdit etmeyecek.
7- Faiz lobilerini şaha kaldırıp faizden Allah’a sığınan halkın elindeki parayı pula çevirmeyecek.
8- Döviz endeksli satışları durdurup, faizi kaldırıp enflasyonu düşürecek ve borsa, kripto gibi soyut işlemlerden uzak duracak.
9- Herkese çalıştığının karşılığı verildiğinde verimin ve kapasitenin arttırıldığı bir düzene geçilecek.
10- Ekonomik boşluğunu; sabiteleri olan, insan fıtratına uygun, kalbi mutmain kılan, aklı ikna eden bir ideolojiye, İslam’a tevdi edecek.