Peygamber efendimiz siyasete dair bizlere çok önemli bir kıstas bildirdi. Müslümanların siyasette izlemesi gereken yolun; İslam akidesinin cinsinden çözümler ve metotlar içermesi gerektiğini belirtti. Yine siyasette doğru sözlü olmamızı, hakkı tavsiye etmemizi ve sırat-ı müstakimden ayrılmamamızı istedi.
İşte Müslüman siyasetçinin siyaseti ancak böyle olmalıdır. Bu siyasetin bina edildiği fikir ve metot düşmanların dahi anlayabileceği şekilde açık ve net olmalıdır. Lakin kullanılan araçlar ve yapılan siyasi hamlelere gelince, bunlar ise gerektiğince gizli ve düşmanın bile anlayamayacağı şekilde siyasi bir deha ürünü olmalıdır.
Bu esastan hareketle, bazıları için hayal kırıklığı olan Erdoğan ve Davutoğlu’nun yol ayrımını değerlendirmek isterim. Siyasi hayatımızda nasıl bir evrilme yaşandı ki Başbakan Davutoğlu şöyle söyledi: “Benim için yoldan önce önemli olan yol arkadaşıdır.”
Bu nasıl bir anlayıştır ki Başbakan Davutoğlu yürüdüğü yolun doğruluğundan ziyade refikasını razı etmeyi gaye edinmiştir. Oysaki bizler: “İnsanları tamamen razı etmek çok zordur hatta imkânsızdır. Dolayısıyla sen daima, Rabbini razı etmeye çalış, tek derdin ve gayen bu olsun.” öğretisiyle devlet adamlarını yetiştiren kadim bir kültüre sahip değil miydik?
Bugün siyasilerimizin en büyük hatası bu değil midir? Bu sebepten siyaseten sırtlarını yasladıkları kâfirler tarafından bazen de yol arkadaşları tarafından ihanete uğramıyorlar mı? Yollarını şaşırdıkları için bunlar başlarına gelmiyor mu? Siyasi refiklerine (müttefiklerine) olan aşkları gözlerini kör etmedi mi? Ki böylece sırat-ı müstakimden çıktıklarını ve yollarını değiştirdiklerini göremediler. Çünkü yolları hakkın yolu değil, batılın yoluydu. Esasen hakkı görmek istemedikleri için refikleri onlara şirin gözüktü. Sırat-ı müstakim ise bu siyasi konjonktür ve reel politikte onlar için çok zordu!
Unutulmamalıdır ki yol arkadaşlarınızdan veya hedeflerinizden ziyade, önemli olan yolun doğruluğudur. Zira bugün olduğu gibi yürüdüğünüz yolda yaya kalmanız kaçınılmazdır. Böylece yoldan daha fazla önem atfettiğiniz refikleriniz ve hedefleriniz, sırat-ı müstakiminizin tam ortasına oturur ve sizi saptırmaya çalışır.
Eğer yolunuz Peygamber efendimizin siyasette izlediği yol olsaydı, akidenizin cinsinden olan fikir ve metoda göre hareket etmeniz gerekirdi. O zaman Refikleriniz yoldan saptığında onlara hakkı ve sabrı tavsiye edebilirdiniz. Ancak bu yoldan ve ilkelerinden o kadar uzaksınız ki, yolsuzluk yaptıklarına inandığınız ve yüce divana göndermek istediğiniz dört bakan hakkında dahi hiçbir şey yapamadınız. Hakkı ve adaleti ayakta tutanlardan olamadınız. Çünkü refikleriniz buna müsaade etmedi!
Ardından bunları önlemek için caydırıcı olsun düşüncesiyle **“Kamu Yönetiminde Şeffaflık Reformu”**nu hayata geçirmek istediniz. Ancak bunda bile başarılı olamadınız. Çünkü yine refikleriniz buna müsaade etmedi!
Ancak yaya kaldığınızda -sanki büyük bir erdemmiş gibi- refiklerinize sahip çıkmaktan bahsettiniz. Oysaki bir Müslüman olarak sadakatiniz bir beşere, refike veya reise olmamalıydı. Sadakatiniz İslam’a, sırat-ı müstakim hükümlerine ve adalete olmalıydı! İşte ancak o zaman fikrî ve aynı zamanda elit olan bir liderlik anlayışı oluşurdu.
Efendimizin siyaset yolu, şahsi liderlikleri yasaklamıştır. Eğer siz siyasette izlediğiniz yolda efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e tabi olsaydınız, işte o zaman gerçek sadıkların nasıl ortaya çıktığına şahit olur ve yaya kalmazdınız. Maalesef sizin ifadeniz ile şahit olduğunuz şey; “bir zaruret” olarak ortaya çıktı ve yol arkadaşlarınıza hicivli sözler ve sitemli manalar ile göndermeler yaptınız. Unutmayın ki eğri yolda doğru, doğru yolda da eğri yürünmez! Yolu belli olmayan faniden refik olmaz. Baki olan yoldur. Gerçek refik de bu kutlu yolda sapmadan durabilen dava adamıdır. Umulur ki Rabbinizin sesine kulak verir ve akledersiniz:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” [Tevbe 119]