Eğitimde Köklü Ve Doğru Bir Çözüm Nasıl Olmalıdır?
09 Aralık 2014

Eğitimde Köklü Ve Doğru Bir Çözüm Nasıl Olmalıdır?

Geçen hafta Antalya’da 19.su düzenlenen Milli Eğitim Şurası gerçekleştirilmiştir. Şurada bağlayıcı olmayan bir takım tavsiye kararları alınmıştır. Bundan eğitim seviyesinin ve kalitesinin yükseltilmesi amaç edinilmiştir. Başka bir tabirle sağlıklı bir neslin yetiştirilmesidir. Şurada bir takım görüşler tartışılmıştır. Tartışılan konular arasında en önemlisi karma eğitime son verilmesi, ilkokul 1-2 ve 3. sınıflarda zorunlu din dersinin verilmesi ve Osmanlıcanın zorunlu dersler arasına konulması ve diğer konular… Tabii ki, her zaman olduğu gibi iktidara yakın olan çevreler bu kararları olumlu görürken muhalefet ise Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götüreceğini dile getirmiştir. Her zaman olduğu gibi toplum yine kutuplaştırılmış ve ayrışma gerçekleştirilmiştir. Şimdiden iddia ediyoruz ki tüm bunlar müfredata konulsa bile, yine de sağlıklı bir nesil veya gençlik oluşturmada başarısız olunacaktır. Çünkü uygulanan müfredat gençleri İslâm’dan uzaklaştırmaktadır. Meseleye sadece yüzeysel bir şekilde bakarak hiçbir sorun çözülemez. Vakıa tüm boyutlarıyla incelenerek, meselenin masaya yatırılması gerekmektedir. Bununla beraber burada ayrıntılı olarak şurada alınan bir takım tavsiye kararları üzerinde duracak değilim. Her zaman olduğu gibi, meseleyi farklı bir boyutta değerlendirip, meselenin bam teline dokunarak az da olsa çözümler üzerinde durmaya çalışacağım.

Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar eğitimin kalite ve seviyesini yükseltmek için bu alanda birçok adımlar atılmıştır. Müfredat da onlarca kez değişmesine rağmen ne yazık ki, ne eğiti-min seviyesi yükseltilebilmiş ne düşünen ne de icat eden sağlıklı bir nesil meydana getirilebilmiştir. Kalitenin veya seviyenin yükseltilmesi demek, sadece toplumda okuma ve yazma oranının yükseltil-mesi ya da diplomalı olanların sayılarının artırılması değil, bilakis ümmeti fikren ve siyaseten kalkındıracak olan zihniyeti ve nefsiyeti İslâmî olan şahsiyetlerin ortaya çıkartılmasıdır. Bununla beraber, Türkiye’de eğitim seviyesi yükseldikçe dine olan bağlılık da aynı oranda azalmaktadır. Yani Türkiye’deki modern (laik) eğitim sistemi, insanları ve özellikle de genç nesli dinden uzaklaştırmaktadır. Biraz önce de zikrettiğimiz gibi sadece belli alanlarda eğitim seviyesini yükseltmekle maalesef kaliteli ve şahsiyetli bir nesli oluşturmak söz konusu olamaz. Hatta anlamsız bir şekilde eğitim seviyesi yükseldikçe, özellikle yeni neslin haram ve helallere bakışında ciddi bir tahribat söz konusu olmuştur. Mesela, faize, şans oyunlarına bakış benimsenip artarken namaza ve diğer İslâmî kurallara olan bağlılık en alt seviyeye kadar düşmektedir.

Burada dikkatimi çeken bir meseleyi, siz sevgili okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Genellikle yüksek tahsilli olanların çok kapitale sahip olduklarını gözlemlemekteyim. Bunun tam tersi ise, yani tahsil oranı düştükçe kişilerin daha az kapitale sahip olduğunu görmekteyim. Sizce de bu durum biraz garip değil mi? Özellikle devletin başında bulunan yöneticiler modern eğitim gören yüksek tahsilli kişilerdir. Aynı zamanda bakanlar ve milletvekilleri de aynı vasfa sahiptirler. Yine aynı şekilde küresel bazda şirket sahipleri de genelde yüksek tahsilli insanlardır. Fakat ne kadar garip bir durumdur ki, yolsuzluk, hırsızlık, ihale alma, adam kayırma, bulunduğu makamı bir takım şahsî çıkarları için istismar etme ve bu makamı para kazanma yeri olarak görme bu tahsilli kişilerin ortak sıfatlarıdır. Zikrettiğim üzere ne kadar gayri İslâmî durum varsa birçoğu bu çevrelerde cereyan etmektedir. Hâlbuki toplumda bunun tam tersi yanlış bir anlayış mevcuttur. Genelde okumayan, tahsil görmemiş insanların bu tür pis işleri yaptıkları söylenir. Fakat yapılan bir takım istatistikler ve en önemlisi de var olan vakıa bunu yalanlamaktadır. Her ne hikmetse genel olarak eğitim görmüş olan insanların mal varlığı oldukça kabarıktır. Herhalde bu durum bir tevafuk değildir. Ya da bu çevreler çok zeki, toplumun diğer kalan kısmı ise geri zekâlı değillerdir. Bunların para kazanacak kadar yetenekleri yok mu dur? Hikmetinden sual sorulmaz ama milli gelirin büyük bir kısmını hep bu yükseköğrenim görmüş kişiler ellerinde tutmaktadırlar. Bu durumu hiç düşündünüz mü? Durum niçin böyledir? Bunun tam tersine ise merhamet, tevazu, alçak gönüllülük, adil olma, Allah’tan korkma ise genelde modern eğitim almayan ve eğitim seviyesi yüksek olmayan adamların ortak özellikleridir. Tabii ki, biz burada tüm eğitimli olanların yolsuzluk yaptığını ya da hırsız olduğunu söylemiyoruz. Fakat genel anlamda vakıa budur. Mesela, bir milletvekili ya da bir yöneticinin belli bir makama gelmeden önce mal varlığı ile geldikten sonraki mal varlığı arasında derin bir uçurum vardır. Bu da söylediklerimi doğrular niteliktedir. Bu durum sadece Müslüman ülkelerde değil, kıble edindikleri Batılı ülkelerde de böyledir. Demek ki, sorun toplumun cahil olması, diplomalı olanların sayılarının çoğaltılması ya da eğitim seviyesinin yükseltilmesi değildir. Ya da bazı çevrelerin iddia ettiği gibi toplumu cehaletten kurtaracak olan unsurun eğitim kalitesinin yükseltilmesi değildir. Veya ilkokul 1-2 ve 3. sınıflarda din dersinin ve liselerde Osmanlıcanın zorunlu okutulmasıyla da sorun çözülecek değildir. Bilakis az önce de bahsettiğim üzere, tüm bunlar dini hayattan dışlayan laiklik akidesine dayalı olan modern eğitimin sonuçlarıdır. Özellikle modern eğitim almayan neslin haram ve helale bakışında ciddi anlamda bir yozlaşma görülmemektedir. Dine olan bağlılık, diğerlerine göre daha kuvvetlidir.

Farklı bir örnek ile devam edelim: Mesela, İslâm’ın tatbik edildiği dönemleri incelediğimizde, du-rumun şu andan çok farklı ve zıt olduğunu görmekteyiz. İslâm Devleti’ni yönetenlerin ve yetkili ma-kamlarda olan yöneticilerin durumu, şimdiki demokratik ülkelerdeki yöneticilerin durumundan çok farklıdır. Bu durum, hem insanların çıkarlarını gözetmekte, hem parasal yönden, hem de yolsuzluk yönünden böyledir. O dönemde genelde normal insanlar servet sahibi olurken, tüm imkânlara sahip yöneticiler ise ancak karınlarını doyuracak bir servete sahiptirler. İsteseler bu imkânları istismar ederek servetlerine servet katarlardı. Ancak almış oldukları İslâmî eğitim ve ahlak bu işi yapmalarına engeldi. Ayrıca onlar her yönden âlim insanlardı. Gerek siyasi, gerek fikrî ve gerekse de eğitim yönünden böyleydiler.

Durum yöneticiler açısından böyleydi. Peki, toplum açısından nasıldı diye soracak olursak, yöneticilerin durumlarından pek de farklı değildi. Yani haram ve helale bakışta, İslâm’a bağlılıkta ve Allah’tan korkmada durum farklı değildi. O gün ile günümüzü hem yolsuzluk, hem hırsızlık ve diğer sosyal yönlerden değerlendirdiğimizde şu anki vakıa arasında dağlar kadar fark olduğunu görürüz. Bununla birlikte sizden bir araştırma yaparak şu anki demokratik sistemin yolsuzluk, hırsızlık, bo-şanma ve buna benzer sosyal konular hakkında istatistikler ile İslâm hükümlerinin tatbik edildiği dönemlerdeki istatistikleri karşılaştırmanızı rica ediyorum.

Bu fark neden kaynaklanmaktadır? İslâm sağlıklı bir nesil inşa ederken şu an yapılan tüm gayretlere rağmen demokratik sistem niçin bu konuda başarılı olamamıştır? Tabii ki bu soruları çoğaltmamız mümkündür. Tüm bu sorulara verilecek olan cevap birdir. O da, nizamın, insanı, hayatı ve kâinatı yaratan, insan fıtratına uygunluk arz eden bir yaratıcıdan gelmiş olmasıdır. Demokrasi gibi insan icadı olan bir sistemin sorunlara çözüm getirmedeki acziyeti artık açığa çıkmıştır. Demokrasi sorunları çözmede başarısız olmuştur. Artık bu sistem iflas etmiştir. Bu sistem içerisinde ne kadar iyileştirici adımlar atılırsa atılsın asla başarılı olunamayacaktır. Daha önce yapılanların ışığında(!) bugünlerde tartışılan yeni eğitim sisteminin de akıbeti aynı olacaktır.

Burada mevcut nizamla, İslâm nizamının eğitim politikası arasındaki farka dikkat çekmek istiyo-rum. Aslında kültür sömürüsü diye özetlediğimiz mevcut nizamın eğitim politikası, temel bir noktaya dayanmaktadır. Şöyle ki, üzerine dayalı olan mevcut nizam laik, liberal, demokratik ve Batılı ideolojinin egemenliğini dayatan diğer mefhumların güçlendirilmesi yoluyla, Müslümanlar ile İslâm akidesi arasındaki bağlantıyı koparan bir müfredata, İslâm’ın eğitim politikası ise şu iki temel noktaya dayanmaktadır.

1. Ümmetin evlatları için İslâmî şahsiyetin, akliyet ve nefsiyetin inşa edilmesidir. Bu ise akide, fi-kirler ve davranışlar olarak İslâmî kültürü öğrencilerin akıllarına ve nefislerine iyice yerleştirmek yoluyla olur. Bunun için Hilâfet Devleti’nde müfredatı hazırlayanlar ve uygulayanlar, bu gayenin gerçekleşmesi için hırs gösterirler.

2. Müslümanların evlatları arasında her alanda seçkin, gözde âlimlerin sayısının çoğaltılmasıdır. Bu alanlar, ister içtihat, fıkıh, yargı ve diğerleri gibi İslâmî ilimler olsun, isterse mühendislik, kimya, fizik, tıp ve diğerleri gibi tecrübî ilimler olsun fark etmez. Bu yetkin âlimler, dünyadaki devletler ve ümmetler arasında birinci konuma gelmesi için İslâm’ın devletini ve İslâmî ümmeti omuzlarında taşırlar. Böylece İslâm’ın devleti ideolojisi ile etkin ve lider bir devlet olur. Fikrî ve iktisâdî olarak uydu devlet veya tâbi devlet olmaz.

Son olarak Hizb-ut Tahrir’in hazırlamış olduğu İslâm Devleti Anayasa Tasarısı olan “Mukaddime-tu’d Düstûr”dan “Öğretim Siyâseti” maddelerinden bazılarını burada zikrederek az da olsa bu sorunu çözmede bir katkı sağlamak istiyorum.

Madde - 165: Öğretim müfredatının üzerine kurulduğu esas; İslâm Akîdesi olmalıdır. Ders konuları ve öğrenim yöntemlerinin tamamı, öğretimde bu esasın dışına çıkılmasına engel olacak şekilde hazırlanır.

Madde - 166: Öğretim siyaseti; İslâmî akliyeti ve İslâmî nefsiyeti oluşturur. Öğretimi yapılmak is-tenilen bütün ders konuları bu siyaset esasına göre hazırlanır.

Madde - 167: Öğretimin gayesi; İslâmî şahsiyeti oluşturmak ve insanları, hayatın işlerine ilişkin işlerle ilimler ve bilgiler ile donatmaktır. Böylece öğretim yöntemleri bu gayeyi gerçekleştirecek şekilde olur. Bu gayeye götürmeyen ve bu gayenin dışına çıkan her yöntem yasaklanır.

Madde - 169: Öğretimde tecrübî ilimler ve bunlara bağlı matematik gibi bilimler ile kültürel bilgiler birbirlerinden ayırt edilmelidir. Tecrübî ilimler ile bunlara bağlı olanlar ihtiyaca göre öğretilir ve öğretim merhalelerinden herhangi bir merhalede sınırlandırılmaz. Fakat kültürel bilgiler; yükseköğretimden önce ilk merhalelerde, İslâmî fikirlere ve hükümlere aykırı olmayan belirli bir siyasete göre alınır. Yükseköğretimde ise, öğretimin gayesinden ve siyasetinden uzaklaşmamak şartıyla, kültürel bilimler de tecrübî ilimler gibi alınır.

Madde - 170: Öğretimin bütün merhalelerinde İslâmî kültür öğretilmelidir. Yükseköğretimde tıp, mühendislik, fizik ve benzeri dallarda olduğu gibi, çeşitli İslâmî ilim dallarında da uzmanlaştırılır.

Madde - 171: Fenler ve sanatlar; bir taraftan ticaret, denizcilik ve ziraat gibi bilimler ile bağlantılı olurlar ve bunlar, herhangi bir şart veya kayıt olmaksızın alınırlar. Diğer taraftan resim ve heykeltıraşlık gibi özel bir bakış açısının etkisindeki bir kültür ile bağlantılı olurlar ve bunlar da İslâmî bakış açısına aykırı olduklarında alınmazlar.

Madde - 172: Öğretim müfredatı tektir ve devletin müfredatından başka bir müfredata izin veril-mez. Devletin müfredatına bağlı kaldıkları, öğretim planının esası üzerine kurulu oldukları, bünyelerinde öğretim siyasetini ve gayesini gerçekleştirdikleri, bünyelerindeki öğretimi ister öğrenci isterse öğretmen olsunlar, kız-erkek karışık olarak yapmadıkları ve herhangi bir taifeye veya dine veya mezhebe veya unsura veya renge has olmadıkları sürece özel okulların açılması engellenmez.

Madde - 173: Hayat sahasında insana lazım olan hususları, erkek olsun kadın olsun her bir ferde, ilk ve orta öğretim merhalelerinde yeterince öğretmek devletin üzerine farzdır. Devlet, bu imkânları herkese ücretsiz olarak hazırlamalı, gücünün yettiği kadar da herkese ücretsiz yükseköğrenim imkânı sağlamalıdır.

Madde - 174: Devlet; fıkıh, fıkıh usulü, hadis, tefsir ve fikir, tıp, mühendislik, kimya, icat, keşif ve diğerleri gibi çeşitli ilim dallarında araştırmalarını devam ettirmek isteyenlere imkân sağlamak üzere okullar ve üniversiteler dışında da kütüphaneler, laboratuvarlar ve diğer bilimsel araçlar hazırlar ki ümmet içerisinde çokça müçtehitler, mucitler ve kâşifler bulunsun.

@yilmazcelik69