Bu yıl 22.si düzenlenen Dünya Petrol Kongresi, “Enerji Geleceğimize Köprüler” teması ile İstanbul’da yapılmakta… 9 Temmuz’da başlayıp 13 Temmuz’da bitecek olan kongreye çok sayıda devlet, hükumet yetkilileri ve şirket CEO’ları katılıyor.
Dünya Petrol Konseyi’nin temelleri 1933 yılında Londra’da atıldı. Bu Konsey’in, her ne kadar kar amacı gütmeyen, özellikle petrol ve doğalgazın “güvenli, insani bir şekilde, insanlığın gelişimine hizmet amaçlı kullanılmasını ön gören” bir organizasyon olduğu iddia edilse de tahmin edeceğiniz gibi hakikat hiç de öyle değil. Varlığını, sömürü düzeni üzerine inşa etmiş olan Batı’nın özellikle de geçmişte dünyanın dört bir tarafında sömürü kolonileri kurmuş olan İngiltere'nin, kar amacı gütmeksizin insani bir organizasyon meydana getirmesi aklın sınırlarını bir hayli zorlamaktadır. İngiltere, 1900’lü yılların başından sonra sömürü bölgelerindeki sınırları daralmış olsa da bu bölgelerdeki varlığını devam ettirmenin yolunu bulmakta gecikmemiştir. Nihayetinde bu bölgelerde yönetim ve iktisadı kontrol etme mekanizmaları ile sömürü düzenini günümüze kadar devam ettirebilmiştir. Petrol gibi oldukça değerli bir kaynağın önemini daha ilk yıllarda kavramış olan İngiltere, bu kaynağın çıkarılması, işletilmesi, geliştirilmesi ve de pazarlanmasına kadar olan süreçlerin tamamında söz sahibi olabilmek adına bu Konsey’in temellerini attı.
Zalimliği, zulmü ve de sinsi siyaseti ile şeytanla yarışan İngiltere, başta OPEC (Petrol Üreten Ülkeler) olmak üzere 70 devletin üye olduğu bu konseyin diğer paydaşları ABD, Fransa ve kısmen Rusya iken, diğer devletler bu dev petrol ve doğalgaz şirketleri olan Shell, BP, ExxonMobil, Chevron, Total ve Statoil gibi şirketlerin hizmetkârı konumundadır. ABD’nin dünya siyaset sahnesine dâhil olması ile birlikte İngiltere’nin, konsey içindeki nüfuz alanı daralsa da, dev petrol şirketleri ile halen Konsey’in en etkili iki devletinden birisidir. Varlıklarını, oluşturdukları dev şirketlerle sürdüren bu ülkeler sömürü üsluplarını çeşitlendirmek suretiyle örgütler, konseyler, paktlar oluşturarak bunları, bölge devletleri üzerindeki siyasi, iktisadi, askerî hakimiyetlerinin devamını sağlamanın bir aracı olarak görmekteler.
Bakın, İstanbul’da gerçekleşmekte olan 22. Petrol Kongresi’ne yukarıda belirttiğimiz şirketlerin CEO’larının tamamı katılırken ExxonMobil’in eski CEO’su eli kanlı ABD Dışişleri Başkanı Rex Tillerson da kongreye katılmak üzere İstanbul’a geldi. Konsey’e katkılarından dolayı Rex Tillerson’a Dünya Petrol Konseyi’nin en büyük ödülü olan "Dewhurst Ödülü" verilerek Tillerson onore edildi. Bu ödül, bakanlığa gelmesi ile Irak ve Suriye’de döktüğü Müslüman kanına karşılık olsa gerek ki halkı Müslüman olan bir ülkede Müslüman katiline bu ödülün verilmesi uygun görülmüş.
Konseyin neye hizmet ettiğinin daha net bir şekilde görülmesi adına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kongre’nin ikinci gününde yaptığı konuşmaya bakmak yeterli olur kanaatindeyim. Erdoğan, Kongre’nin amacını “3T” ile ifade etti ki petrolün; tedarik, transit ve de tüketici ile buluşmasının önemine dikkat çekti. Bu üç husus, Dünya Petrol Konseyi’nin temel amacıdır ki birincisi, petrolün üretimi yani tedarikin verimlileştirilmesi, genişletilmesi, geliştirilmesi; ikincisi, taşıma yani transit, üretilen petrolün en hızlı, en az maliyetle, en güvenli şekilde taşınması hususu; üçüncüsü ise üretilen petrolü, güvenli, verimli ve de en düşük maliyetle esas tüketim alanları olan Avrupa, ABD ve Uzak Doğu ülkelerine ulaştırmak… Yani Dünya Petrol Konseyi’nin neye hizmet ettiğini formüle ettiğimizde ortaya şu husus çıkar: trilyon dolarları kontrol eden petrol ve doğalgaz şirketlerinin daha geniş alanlarda arama, işleme, çalışma yapmalarına imkân tanıyacak yasal mevzuatları hükumetler eliyle düzenlemek, alternatif güzergâhları çeşitlendirmek, enerji güvenliğini temin etmek, en düşük maliyetle en yüksek kâra ulaşmak için her türlü ortamın hazırlanmasını sağlamak adına karar alıcılara baskı yapmak…
İslam Coğrafyası’nın, petrolün tedarikinde kaynak konumunda olması bir hakikattir. Yine sahip olduğu kanal, boğazlar ve de boru hatları ile jeo-stratejik açıdan transit taşımacılığın merkezinde olduğu da şüphe götürmez bir gerçektir. Tabii bu kadar önemli kaynağa ve stratejik konuma sahip olma, bugün için İslam Ümmeti’ne bir şey kazandırmadığı gibi kaynaklarımızın mevcut yöneticilerin elleriyle talan edilmesini hızlandırmaktan da başka bir şeye yaramamaktadır. Sermayeleri trilyon dolarları bulan bu dev petrol ve doğalgaz şirketlerinin sermayelerini daha da büyütme adına gerçekleştirilen bu kongrelere ev sahipliği yapmayı bahtiyarlık olarak gören, ar damarı çatlamış, düşük yöneticileri hayretle izliyorum.
Bu dev şirketlere Türkiye’nin ne denli büyük bir pazar olduğunu göstermek isteyen Cumhurbaşkanı, “son on yılda Türkiye’nin yıllık enerji ithalatının 55 milyar dolar olduğunu” ifade ettikten sonra *“bugün Türkiye enerji talep artışında OECD ülkeleri arasında ilk sırada, dünyada ise Çin’in ardından ikinci sırada yer alıyor.” diyor. Yıllık 55 milyar dolar enerji ithalatına harcanırken enerji kaynaklarının geliştirilmesine ayrılan kaynağın 6 milyar dolarla sınırlı olması, gelecek on yıllarda da enerjide ithalatın temel politika olacağının işaretidir. Ayrıca petrol ve doğalgazın taşınmasında transit ülkesi konumunda olunmasına rağmen sadece geçen petrol ve doğalgaz borularının bekçiliğini yapmak, enerjide “devrim yapmak” olsa gerek.
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Değerli misafirler, son 1-1,5 asırdır güçlü ülke olmanın yolu, enerji kaynaklarına sahip bulunmaktan veya bunlar üzerinde söz sahibi olmaktan geçiyor.”, “Türkiye, artık enerji uzmanları tarafından enerjinin İpek Yolu olarak isimlendiriyor.” sözleri de şaşkınlıkla şahit olduğum sözlerden…
Dün, İpek Yolu’nu kontrol eden Osmanlı, bugün ellerini sıkmayı bahtiyarlık olarak gördüğünüz Batılılara el öptürürken sizler, Müslümanları sömüren, bir damla petrolü bir damla kandan değerli gören dev şirketlerin sermayelerini arttırmak için onlara köprü oluyorsunuz. Güçlü ülke olmak, maddi servetlere sahip olmakla olsa idi, her türlü kaynağa sahibiz… Güçlü ülke olmak, kaynakların kesişim noktasında olmakla olsa idi, yerkürede Türkiye’den daha stratejik bir konumda yer alan ülke yoktur. Peki, bunca kaynağa, bunca enerjiye ve de çok özel stratejik konumlara rağmen dünyaya sözünüz geçiyor mu? Hayır!
O halde, İslam akidesinden fışkıran fikirlere rücu etmeden onlara boyun eğdiremeyeceğiniz hakikatini keşke geç olmadan anlasanız… Yoksa her geçen gün dostlarınıza biraz daha benziyorsunuz.