Kelime-i Tevhidi şahadet ile ifade etmek suretiyle İslam’a giren ve bu şekilde Mü’min ve Müslüman sıfatını alan insanların, tıpkı ilk Müslüman nesil gibi hayatlarının değişmesi kaçınılmazdır. Çünkü İslam akidesinin özünü oluşturan, Allah Sübhanehu ve Teala’nın “İlah”lığını ve “Rab”lığını kabul etmeyi ifade eden tevhit söylemi, bir bütün olarak İslam’ı kabul etmeyi ve İslam dışı bütün nizamları red etmeyi gerektirmektedir.
İslam ise Allah Sübhanehu ve Teala’nın, Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem aracılığı ile bütün insanlara indirdiği, hükmü kıyamete kadar süren, eksiksiz, kamil bir dindir. Bir akideye bina edilmiş, insanların hayatta karşılaştığı her soruna çözüm getiren bir çare, insanlara hayat veren bir merhamet nizamı ve insanları karanlıklardan kurtaran bir nurdur. Dolayısı ile İslam; biz kulların kendi nefsimizle olan ilişkisini, kendimiz dışındaki diğer insan ve varlıklarla olan ilişkilerimizi ve Yaratıcımızla olan ilişkimizi kuran ve bu ilişkilere dair bir nizam belirleyen bir yaşam tarzı, bir ideolojidir.
Küfri ve tağuti rejimlerin hayat nizamları gölgesinde doğup büyüyen ve gayri İslami nizamlardan etkilenen nesillerin, İslam’ı böyle algılamadıkları ortadadır. Bununla birlikte ataları Müslüman iken, küfrün kültürel atmosferi ile zehirlenip küfre veya şirke düşen, İslam ile yolları ayrılan ve hatta İslam’a düşman kesilen insanlar da az değil.
Bununla birlikte Müslümanlar içinde, İslam’ı kendisine dert ve dava edinen birey ve kitlelerin büyük bir kesimi, İslam’ın taleplerine gerçek manada karşılık vermemeleri bir başka keder kaynağı olmuştur. Bunlar, İslam’ın taleplerine karşılık vermek yerine, taleplerini İslamileştirme gayreti içindedirler. İslam’ı andıran ya da Müslümanların kısmi maslahatlarını gerçekleştirecek en ufak bir çare için hayat tüketirler. Sadece kendi hayatlarını değil, peşlerine taktıkları milyonlarca Müslüman’ın gayret ve çabalarını da boşa harcarlar.
Gayri İslami kültürün etkisi ile ezbere, yani taklidi bir imana sahip olan insanları bir kenara bırakalım. “Tevhidi” olduğunu iddia eden bir Müslüman’ın, İslam’da yöneticiyi belirlemek için başvurulan seçim vakasından yola çıkarak, demokrasiyi İslam’dan görmesi nasıl mümkün olur? İslam ve Demokrasinin “Seçim” ortak özelliği ile âdeta, insan ve keçi arasındaki “tüy” ortaklığından yola çıkarak ikisinin aynı şey olduğunu iddia etmeye benzemektedir.
Küfür nizamı olan demokrasinin özgürlükler fikri kapsamında, Müslümanların İslami bir vecibeyi yerine getirebiliyor olması, Müslümanın demokrasiye ya da onun paketlerine iyi bakması nasıl mümkün olabiliyor? Söz konusu açıklanan demokratik pakette, Müslümanlar aleyhine onca maddenin yanına sıkıştırılmış örtünme ile ilgili madde gerçekten İslami midir?
Örtünme, İslam’ın bütün insanlara bir emri değil midir? İslam; polis, asker ve yargı mensuplarını örtünmeden muaf mı tutmuştur? İslam, bırakın bir kısım insanları muaf tutmayı, örtünmeyi bir tercih veya hürriyet meselesi değil, bir emir olarak bize bildirmiştir. İslam’ın talebi böyle iken, örtünmeyi bazılarına yasak eden ve bazılarına da tercih meselesi kılan paketteki bu madde nasıl İslam’a uygun olabilir?
İslam, her türlü alkollü içeceği, her vakitte yapılmasını, satılmasını, taşınmasını ve içilmesini haram kılmış iken, içki satan yerlerin gecenin belli bir saatinden sonra içki satma yasağını getiren bu hükümetin, bu yasasını İslami gören ve bunun İslam’ın gelişi için bir adım olarak değerlendiren zihniyet, paketteki örtünme ile ilgili maddeyi tereddütsüz bir şekilde İslami olarak görmektedir maalesef.
Bir zamanlar söylemlerinde “tevhit”, “tağut”, “şirk”, “adalet”, “İslam devleti” vb. kavramları bolca kullanan ama şimdilerde AKP’nin etrafında demokrasi havariliğini yapanları görmek ne acıdır! Kendilerini ve peşlerine taktıkları milyonlarca insanı, hükümetin niyetinin İslam olduğunu tayin ederek, her yaptığını ‘İslamileştirme’ye çalışanları, “tevhid” kapsamında nasıl değerlendireceğiz? ‘Güçten yana tavır belirleme’ ilkesi çerçevesinde değerlendirilecek bu durum tevhit edilen ‘ilah’ ile izah edilmesi mümkün müdür? Bütün kuvvet ve güç tek olan ‘ilah’a ait değil miydi? Zaman ve şartların değişimi ‘kelime- i tevhidi’ değiştirdi mi?