“Demokrasiden beşeri idare sisteminde veya mü’minler olarak bulunduğumuz koridordan çıkışta istifade edilebilir.” Kendilerine sorulan sorular üzerine demokrasinin aslında bir çıkış kapısı olarak kullanılabileceğine dair bu ve buna benzeri açıklamaların Türkiye’nin sevip saydığı ilim erbaplarınca, âlim(!) ve kanaat önderlerince dillendiriliyor olması üzücüdür.
Yukarıdaki ifadeler demokrasinin kabulü ya da reddi konusunda Müslümanlarca sevilip sayılan bir hocanın verdiği cevaptır. Demokrasinin kabulü ya da reddi konusunda yapmış olduğu bu açıklamayı şer’î analize tabi tutmadan önce önemli bir konuyu zikretmeden geçmek istemiyorum. Şöyle ki; 15 Temmuz gecesi Müslüman Türkiye halkı darbeci zihniyete karşı büyük bir sınav verdi. Bu hunharca katliamı yapanlar kuşku yok ki bunu ileri demokrasi ve sömürgeci kâfirlerin kirli emelleri adına gerçekleştirmişlerdir. Cuntacıların bu pervasızca saldırı ve katliamlarını, Müslüman Türkiye halkı “ya Allah bismillah Allahu Ekber” nidalarıyla bertaraf etmeyi başardı. Sonrasında ise gerek görsel gerekse yazılı medya her fırsatta demokrasi çığırtkanlığı yaparak tekbir sesleriyle son nefesini veren bu ümmetin evlatlarını demokrasi şehidi ve kahramanı ilan etti. Sistem bütün materyalleri ve imkânlarıyla Müslümanların bu ayaklanmasını demokrasiye mal etmeye çalıştı maalesef.
Demokrasinin Müslümanlara alttan alta zerk edilmeye ve mal edilmeye çalışıldığı böyle bir zaman dilimde Müslüman halkın nazarında saygın olan hocaların demokrasiyle ilgili açıklamalarını talihsizlik olarak görürken, demokrasiyle asla barışık olmamış Müslümanlara demokrasinin yolunu açanlardan/demokrasiyi mevcut koridordan çıkabilmek için kullanmaya cevaz verenlerden olmuş olmalarını da üzüntüyle karşılıyorum.
Demokrasiyle ilgili yapılan açıklamaları/verilen fetvaları insaf fakirliği yapmadan değerlendiren bir kimse çelişkiler yumağıyla kaplı olduğunu zorlanmadan görecektir. Mesela demokrasiyi değerlendirirken bir hocanın şöyle bir ifadesi var; “Mevcut uygulanır hâliyle itikadımız açısından kabul edilemez kısmı ile demokrasiyi kabul etmemizde sakınca vardır.” Bu ifadenin üzerine demokrasinin itikadımız açısından kabul edilebilir bir yanı mı vardır sorusu aslında kaçınılmaz olmaktadır. Zaten yazısının devamında ifadesini deklare edercesine demokrasiyle iştigal edilebileceğini vurgulamıştır. Yine çelişkinin bir başka misali; “Neticede ise beşerin, beşerlik sınırlarını aştığı bir sistemin adıdır. Bunu unutmamak gerekiyor.” İslam’ın şiarı Allah’ın konuştuğu yerde beşerin susmasıdır. Hal böyle olmalı iken bunun tam aksini yapan, Allah’a söz hakkı vermeyip beşeri egemen kılan demokrasiye bu tür açıklamalarla cevaz veriliyor olması anlaşılır değildir. Dolaysıyla şunları sormak kaçınılmaz olmaktadır:
- Madem öyle, demokrasiyi yaşadığımız günümüz şartlarında kullanmaya cevaz veren saikler nelerdir?
- Demokrasiye geçit verilmesi İslam’da da seçme ve seçilme hakkının olmasından mıdır?
- Benzer yönlerinin olmasından ötürü mü (benzerler) aynîleştiriliyor?
- Demokrasi gibi batıl sistemleri mevcut durumdan çıkabilmek için kullanmayı Allah ve Rasulü nerede cevaz vermiştir?
- Nasıl oluyor da beşerin sınırlarını aşan bir sistemin diğer adı olan demokrasinin kullanılmasına cevaz verilebilmektedir?
- Yine beşeri sınırları haddinden fazla aşan bu sistemin kullanılabilmesinin şer’î delili nedir?
Yapılan açıklamalarda en çok dikkatimi çeken yön ise kavram kargaşasının hat safhada olduğudur. Hatları belli keskin ve net ifadeler yerine kafa karışıklığına sebebiyet verecek ifadelerin fazlalığı yine calibi dikattir. Gelelim demokrasi konusunun şeri analizine… Anlaşılmasına katkı sağlayacağını ümit ederek konuyu iki başlıkta incelemek istiyorum. Birincisi demokrasinin gerçek vakıası. İkincisi ise demokrasi içinde yer almaya cevaz var mı?
1- Demokrasinin gerçek vakıası
Özellikle demokrasinin iyi etüd edilmesi konunun anlaşılması bakımından çok önem arz etmektedir. Şüphesiz Demokrasinin üzerine bina edildiği fiili hakikat, halkın iradesine müracaattır. Yani “Egemenliğin halka verilmesidir.” Demokratik nizamlarda halk başlı başına yasamanın kaynağıdır. Halk belirler, halk seçer, halk yapar, halk yasalaştırır. Hâlbuki İslam’da egemenlik kayıtsız şartsız şeriata aittir. Müslümanların hayatlarının düzenlenmesinde tek otorite, tek kaynak hiç şüphesiz İslâm şeriatıdır. Bu aşağıdaki ayette gayet açıktır. Allah Subhânehû ve Teâlâ Nisa Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمً
“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.” (Nisâ,65)
Demokrasiye müracaat etmek, onu desteklemek, Allah’tan başkasının hükmüne başvurmak demektir. Hâlbuki Allah’tan başka daha güzel hüküm veren var mıdır? Allah Subhânehû ve Teâlâ Maide süresi 50. ayetinde şöyle buyuruyor:
**أَفَحُكۡمَ ٱلۡجَـٰهِلِيَّةِ يَبۡغُونَۚ وَمَنۡ أَحۡسَنُ مِنَ ٱللَّهِ حُكۡمً۬ا لِّقَوۡمٍ۬ يُوقِنُونَ
“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?” (Maide 50)
Kısacası demokrasi Allah’ı ve şeriatını değil, beşeri egemen kılmaktır.
2- Demokrasi içinde yer almaya cevaz var mıdır?
Bu başlığı seçmemdeki temel maksat sevilen bir hocanın demokrasiyle ilgili kaleme aldığı bir yazıda son paragrafta serdetmiş olduğu şu cümledir:
“Demokrasiden beşeri idare sisteminde veya mü’minler olarak bulunduğumuz koridordan çıkışta istifade edilebilir…”
Anladığım kadarıyla burada varılan sonuç, demokrasi sistem olarak kabul edilmese de onu çıkış kapısı olarak kullanmakta bir sakıncanın olmadığı şeklindedir. Merakı mı mazur görün. Bunun delil nedir?
Takdir edersiniz ki bir Müslüman açısından bir konunun doğruluğu ve herhangi bir işin saygınlığı/kabul edilişi İslam’ın o konuya ilişkin verdiği onaya bağlıdır. Daha açık bir ifadeyle herhangi bir işi eğer ki İslam muteber saydıysa o muteberdir. Bir işi İslam muteber saymadıysa o muteber sayılamaz. İşte bu noktada demokrasi asla ama asla hiçbir yönüyle İslam’la alakalandırılamaz. Çünkü demokrasi küfür nizamıdır. Bunu yukarıdaki başlık çerçevesinde izah etmeye çalıştık. Demokrasinin vakıası, İslam’la asla bütünleşemeyeceğini alenen haykırmaktadır. Tabii ki hakkı ve hakikati duyma özürlüsü olmayanlar için… Madem İslam demokrasi sistemini külliyen ret etmekte öyleyse alınması, tatbik edilmesi haram olan bu sistemi Müslümanların çıkış olarak kullanabilmelerine cevaz veren bir delilin olması da zaruret iktiza eder. Öyle ya İslam ona yol vermelidir ki biz onunla yol alabilelim. Son cümlemi şimdi ifade edecek olursam ne Kur’an’da ne Sünnet’te demokrasiyle/batıl sistemlerle iştigal edilebilirliğe, onların cevazına delil söz konusu değildir.
Hükmü haram olan bir mevzuda onunla amel edebilmeye cevaz veren ayrıca bir delile ihtiyaç söz konusudur. Bunun en meşhur örneklerinden bir tanesi de Ammar bin Yaser’in yaşamış olduğu hadisedir. Malum, asıl olan kişin imanını izhar etmesidir. Kişinin imanını gizlemesi, kâfirlerden gibi gözükmesi asla İslam’ın onay verdiği bir durum değildir. Asıl olan imanın izharı ve gereğini yaşamaktır ama Ammar bin Yaser örneği bu durumu farklı kılmaktadır. Yani Ammar bin Yaser gördüğü işkenceler neticesinde imanını gizli tutmuş ve buna mukabil küfrü izhar etmiştir. Şüphesiz bu hadise ve Rasulullah’ın buna olan ikrarı konuya müteallik müstakil bir delil niteliğindedir. Rasulullah’ın bu duruma onay vermesi Ammar bin Yaser’in durumuyla karşılaşacak olanlara başlıca bir delildir. Ancak gözetilmesi gereken nokta bu durum(küfrün izharı ve imanın gizliliği) ancak ikrahi mülci durumunda söz konusu olabilir. İkrahi mülci ise kesin ölümle sonuçlanabilecek ikrah türleridir. Nitekim Ammar bin Yaser’in durumu da böyleydi. Anne ve babasını öldürmelerinin ardından kendisine o denli işkence etmişlerdi ki ölmek üzereyken imanını gizleyip küfrü izhar ederek hayatta kalabilmişti. Özellikle vurgulamak gerekir ki Ammar bin Yaser’in örneği ölüm korkusu hâsıl olduğunda küfrü izhar edip imanı gizlemekle alakalıdır.
Görüldüğü üzere aslın dışına çıkıp yasak/mahzurlu olan bir şeyle amel edilebilmesini ancak konuya müteallik delilin varlığı sağlayabilir.
Demokrasi için böyle bir delil söz konusu değildir… Ne Kur’an’da ne de Rasulullah’ın sünneti seniyyesinde. Bilakis Rasulullah davasından, dininden ve metodundan asla vazgeçmemiştir. Bunu şu kavlinden anlamak çok da zor değildir:
-
والله ما أنا بأقدرَ أنْ أدَع بعثتُ به مِنْ أن يشعل أحدكم من هذه الشمس شعلة من نار
“Allah’a yemin ederim, vazifemi/davamı kendisiyle gönderildiğim davamı terk etmem birinizin şu güneşten bir parça ateş getirmesinden daha zordur.” (Buhari, Tarih/Akil b. Ebi Talib’ten) Kur’an ve Sünnet’ten demokrasinin cevazlığına dair getirilen deliller ise-Yusuf as kıssasında olduğu gibi- konuya mutabık düşen deliller değildirler. Konuya mutabık düşmeyen delillerle istidlal etmek ise bir nevi “intihardır.”
Son olarak eğer ki Demokrasi konusu bana sorulmuş olsaydı ben şöyle cevap verirdim:
Demokrasi Küfür nizamıdır. Beşerin (insanların) akıllarından çıkarttıkları vahye binaen değil de akıllarının gördüğü maslahat ve menfaate binaen çıkarttıklarına göre yaşamaktır. Bundan dolayı, Müslümanların demokrasiyi almaları ve kabul etmeleri haram olduğu gibi ona davet etmeleri veya onun esası üzerine parti kurmaları, onu hayata bakış açısı olarak ittihaz etmeleri veya onu tatbik etmek için almaları haramdır. Yine onu, anayasanın ve kanunların esası ve kaynağı olarak tayin etmeleri veyahut onu öğretimin temeli veya gayesi olarak tayin etmeleri de haramdır.
Aynı zamanda, Müslümanların demokrasiyi tam ve küllî şekilde ret etmeleri ve terk etmeleri en elzem farzdır. Çünkü, kendisi pis ve necistir, tağutun hükmüdür. Bizatihi küfürdür, sistemi, fikirleri ve kanunları küfürdür. İslâm'la yakından uzaktan herhangi bir ilgisi yoktur.
Yine, Müslümanların İslâm'ın tamamını kâmil şekilde hayatta, devlette ve toplumda uygulama ve yürütme mevkiine koymaları da en elzem farzdır. Bu da ancak Raşidi Hilafetle mümkündür.
Allah bize hangi şartlarda olursa olsun kınayıcının kınamasına aldırmadan hakkı söyleyebilmeyi nasip etsin. Rasûlullah'ın buyurduğu hayırlı akibeti bizlere nasip etsin. Rasûlullah söyle buyurmaktadır:
“Şunu da iyi bilin ki, ileride başınıza öyle idareciler gelir ki, kendileri için verdikleri hükmü (menfaatlerine olan şeyleri elde etmek için aldıkları kararları) sizin için vermezler. Öyle ki, eğer onlara isyan ederseniz, sizi öldürürler, itaat ettiğiniz takdirde de sizi hak yoldan saptırırlar. Peki ne yapalım ey Allah’ın resulü! diye sorduklarında ise, peygamberimiz şöyle buyurdu: Meryem oğlu İsa’nın arkadaşları gibi yapın! Onlar (dinleri uğrunda) testerelerle biçildiler, ağaçlarda asıldılar. (Evet,) Allah’a itaat yolunda ölmek, Allah’a isyan etmekle geçen bir hayattan daha hayırlıdır.” (Taberanî, es-Sağir, 2/42)