İnsanın, değişime mecbur kaldığında, değişim ihtiyacını hissettiğinde bir koşula, bir duruma veya bir yaşam biçimine alışma hızı beni hep şaşırtmıştır.
Her ne kadar kendimizi değişim konusunda esnek bulmasak da ona uyum sağlama hızımız inanın çok muazzam.
Düşünsenize, hayat akıp giderken “Covid” çıkageldi, tüm ezberleri bozdu. Hayatı yaşama şeklimiz, ilişkilerimiz, çalışma biçimimiz öyle hızlı değişti ki… Az çok yalpaladık, ama kabul edin; alıştık. Hayır, tekrar o günleri yad etme niyetinde değilim, sadece 2022 ile vedalaşırken bu yıla baktığımda yine beni şaşırtan şey şu:
Aynı hızda eskiye dönüverdik. 2 sene kapalı kalmamış gibi, maske hiç takmamış gibi, kimseye şüphe ile yaklaşmamış, kalabalıktan köşe bucak kaçmamış gibi.
İnsan denilen karmaşık varlığın esnekliğine ve uyumlanma gücüne bu pencereden baktığımda, her birimizin değişip dönüşebileceğini görüyor ve umutlanıyorum.
Yeter ki kendimizi biraz mecbur hissedelim, biraz sıkışmış, biraz zorunda.
Peki rahatsız olduğumuz, şikâyet ettiğimiz, değişmesinin gerekliliğini hissettiğimiz, bize dokunan, bizi öfkelendiren konular yok mu? Nasıl olmaz?
Toplumun hangi kesiminden olursa olsun bir insana sorduğumuzda; adaletsizlikten, yoksulluktan, yolsuzluklardan, alkol, uyuşturucu ve ahlaksızlık yuvası haline gelmiş laiklik fikrini aşılayan okullardan, gençliğin ateizm, deizm, modernizm, pragmatizm çukurlarına düşmesinden, aile yapısının yıkıma uğratılmasından, nizamın bozukluğu sebebiyle artan suçlardan, emniyetsizlikten, laik kapitalist sistemin çarkında dönen demokrasi muhafazakarlığı yapanlardan ve tüm bunlara karşı toplumun düştüğü çaresizlikten şikâyet ettiğine şahit oluyoruz.
Paragrafı yazarken benim için daraldı, okurken sizin de içiniz daralmıştır muhakkak. İşte değişim mecburiyetine bizi iten bozukluklar bunlar. Bu bozuklukları kabul etmek, bunlarla birlikte, bunlara rağmen keyfimize bakmak, “henüz bana dokunmadı” diye kendini avutmak çare değil.
“Değişim için mecbur hissetmek lazım” dedik. Daha ne olsun? Neresinden tutsak elimizde kalıyor. Kapitalist laik demokratik sistem, devletin, toplumun, ailenin, bireyin, kadının, erkeğin, gencin her şeyini bozmuş, düzgün bir şey bırakmamış. Tehlikenin farkında mısınız? Peki değişim zorunlu mu?
Aslında zorunlu değil! Bu bir tercih meselesi. Orman yanarken, yangının sizi de içine alıp yakmasını bekleyebilirsiniz. Gökten yıldırımlar düşerken, “Ne güzel görsel bir şölen!” diye izleyerek bir yıldırımın da kafanıza düşüp sizi kül etmesini bekleyebilirsiniz. Tsunami dalga dalga üzerinize doğru önüne her şeyi katıp sürükleyerek gelirken sörf tahtanızı hazırlayıp bekleyebilirsiniz… Bunların hepsi tercih.
Ama aklı olan, değişime ihtiyacı hisseder. Aslında akla bile gerek yok, beka içgüdüsü bunu halleder; “Hayatını devam ettirmek istiyorsan, burada durmamalısın!” der sana. “Burası rahat ama, bir süre sonra burası, burada durulamaz bir hâle gelecek!” diye öngörüde bulunursun. Bu, kristal bir küreye bakıp kehanette bulunmak değildir. Geliyordur gelmekte olan, bunu görürsün.
Peki kör mü olduk?
Kör olmadık ama görüşümüzü engelleyen perdeler çekildi belki gözlerimizin önüne. Beka içgüdüsü işini yapmaya devam etti ama bozuk nizam tedeyyün içgüdüsünü köreltti. İslâm’ın hayatın her alanını kuşatan bir hayat nizamı olduğunu, İslâm dininin kişinin Rabbiyle, kendisiyle ve diğer insanlarla olan alakasını düzenlediğini göremez olduk. Kapitalizm, laiklik, demokrasi içerisinde çözümler arandı, daha da bataklığın dibine doğru yolculuklar yapıldı.
Tam da bu nedenle, bazı şeyler için kendimizi zorlamamız (bir çeşit zora sokmamız) gerektiğini düşünüyorum. Rahat adam değişim istemez; rahatsız olmak lazım!
Zorlamalıyız ki ayağa kalkalım. Zorlamalıyız ki verilenle, bize sunulanla yetinmeyelim. Zorlamalıyız ki yaşamımızın gerçek bir anlamı olsun.
“2022'yi nasıl adlandırırsın?” derseniz; “Uyanış!” derim.
Uyandık, evet. Çünkü ezberlediğimiz her şey yerle bir olunca başka türlü bir yaşamın mümkün olabileceğini gördük. Uzaktan çalışılabiliyordu, eğitim-öğretim devam ediyordu, dar alanlarda bir şekilde yaşanabiliyordu ve hatta ekranlardan toplantılar, görüşmeler yapılıyordu.
Uyandık, evet. Başka çalışma biçimlerinin, bize öğretilenin çok dışındaki kariyer yollarının, evinden dünyanın ta öbür ucundaki bir şirketin çalışanı olabileceğimizi gördük.
Uyandık, evet. Videolardan, online eğitimlerden, sosyal medyadan, bloglardan derinlemesine öğrenmeye başladık.
Uyandık, evet. Mevcut işimizi daha çok sorgulamaya, yaptıklarımızda daha fazla anlam aramaya başladık. Çünkü hem fiziksel hem de zihinsel sınırlar kalkmıştı.
Uzun lafın kısası; fark ettik ki, başka bir dünya mümkün. Bu yıla "uyanış" dememin sebebi de bu.
Bir fütürist ya da sosyolog değilim ama 2023 ve ötesinin bu uyanışları katlayacağını düşünüyorum.
Ve bizler gitgide daha çok sorgulayacağız yaşam şeklimizi, üzerimize tatbik edilen nizamı, toplumun hâlini ya da insan olarak bize biçilen değeri. Çünkü uyandık ve tüm bu dönüşümler gözümüzün önünde yaşanıyor.
Sizi iki seçenek bekliyor:
Birincisi; mevcut düzene sessiz kalmak, sessiz kalarak bile olsa destekliyor olmak, geleceğe dair ümitsizce içinde bulunduğun zaman dilimini şikâyet ede ede yaşamak.
İkincisi; “Allah razı mı ki ben razı olayım, ben tüm bu bozukluklardan rahatsızım, yerimde durmak aklım olduğu için bana yaraşmaz, Allah bana bunun hesabını sorar” diyerek ayağa kalkmak, mücadele etmek, değişmek, değiştirmek.
Üçüncüsü; seçim yapmamak. Bu seçenek farklı gibi gözükse de aslında birinci seçeneği seçtiğiniz anlamına gelir.
Samimiyetle merak ediyorum. Aklı olan hangisini seçer?
Hadi bu sene değişelim, değiştirelim!