Son birkaç ayda neler yaşadık neler… Siyasi, politik, ekonomik, sosyolojik bi dolu bilgi ve birikimi şu son zamanlarda yaşayarak kazandık. Samimiyeti, ihaneti, dostluğu, düşmanlığı, adaleti, zulmü, insanlığı vs. gördük, tecrübe ettik. Öyle ki, bir mafya liderinin devletin bütün kirli çamaşırlarını açık seçik ortaya dökmesi akabinde savcıların harekete geçmesi ve birçok kişi hakkında soruşturma açılması gerekiyorsa da hiçbir şey yapılmadı, yaprak dahi kımıldamadı. Birçok önemli mesele sanki sinek vızıldıyormuşçasına duymazlıktan gelindi, üstü örtüldü, konu kapandı. Neden? Çünkü hukuk, sadece iktidarı korumak için var. Adalet eğer zenginler için tesis edilecekse bir anlam ifade eder. Savcılar iktidardan aldıkları izinler doğrultusunda dosya açar kapatır. Sözümona “güçler ayrılığı” ilkesi var ve yargı erki bağımsız fakat biz bunu hiçbir zaman, hiçbir yerde görmedik.
Son NATO Zirvesi’nde ABD’nin bataklığa saplandığı Afganistan’a onun emri ve isteğiyle girip güvenliği sağlama görevi aldık. Adı, “havaalanı güvenliği” olsa da asıl maksat; askerî ve ekonomik olarak yüksek giderleri olan Amerika’nın üstlendiği misyonu -çok daha az giderle- Türkiye’ye devretmesinden başka bir şey değildi. Suriye’de, Libya’da hangi politik süreci işlettiysek maalesef ki orada da aynı sürece başlamış olduk. Bir yandan Türk askerinin sınır ötesinde Amerikan çıkarlarına hizmet edeceği düşüncesi kamuoyunda sıcaklığını korurken diğer taraftan göçmen dalgası da ülkedeki çalkantıyı arttırdı. Aslında her şey çok daha sakin ve olağan şekilde ilerleyebilirdi. Lakin devlet yetkilileri hiçbir gelişmeden vatandaşı tam anlamıyla haberdar etmiyor, bilgilendirmiyor, kafalardaki soruları cevaplamıyordu. “Şeffaf devlet” büyük bir yalan, “güvenli yönetim” koskoca bir hayaldi. Resmî kayıtlara göre; 3,5 milyon Suriyeli misafirimize 1 milyona yakın Pakistanlı, Afganistanlı, İranlı göçmen de eklenecekti. Fakat bu, hangi anlaşmaya göre ve ne süreliğine kabul edildi, bilgi veren tartışmalara son noktayı koyan bir yetkili olmadı. Böylesi basit bir ihmal yüzünden Müslümanların aralarına nifak tohumları ekilmiş, göçmenlere düşmanlık duyguları artmış ve milliyetçi söylemler aramıza ciddi sınırlar çekmemize neden olmuştur. Benzer şekilde Afganistan’a Türk askerinin konuşlanması ile yaşanan göçmen krizinin arasında ilişkiler kurulup komplo teorileri geliştirilecek ve bunlar da öylece havada kalacaktı. Olan Müslümanların birliğine olacak; üç beş ırkçı–faşist, Müslümanlara ağzına geleni söyleyecek, istediği gibi davranacak ve kimsenin sesi çıkmayacaktı.
Bir buçuk yıldır hayatımızı çepeçevre kuşatan korona virüs salgını, hastalık ve ölümlerden daha kötüsü olan ayrışmayı, çatışmayı ve tahammülsüzlüğü doğurdu. Son birkaç aydır aşı olanlar, olmayanları tahkir eden, ötekileştiren, düşmanlaştıran bir kimliğe büründü. Bu duruma maalesef ki iktidarı, muhalefeti, bakanı, gazetecisi, doktoru, bileni-bilmeyeni herkes ön ayak oldu, teşvik etti. Avrupa’da üretilen, faz çalışması bitmemiş, bileşenleri, yan etkileri bilinmeyen fakat tek gündemimiz hâline gelen Biontech firmasının aşısı adeta abıhayat gibi… Aşıyı vurulan bütün dertlerinden kurtuluyor(!), hastalığı geçirmiyor(!), sosyal hayatı ve özgürlüğü hak ediyor. Fakat aslında aşıya karşı olmamasına rağmen hiçbir şekilde endişeleri giderilmeyen, korkuları güvene çevrilmeyen bir grup aşı olmamış zümrenin ise bir “terörist” olmadığı kaldı bu süreçte. Onlar salgının asıl müsebbipleri gibi muamele görüyor. Fakat yine devlet yetkililerinden bu sorunu çözmeye matuf hiçbir eylem veya söylem yok. Herkes yangına körükle gidiyor.
Ve “yangın” demişken… Ormanlarımız yandı, ağaçlarımız kül oldu, insanlar zehirlendi, hayvanlar telef oldu. Bir afet, bir yıkım birçok şehirde insanlar evsiz kaldı. Fakat gelin görün ki yöneticiler bu dumandan hiç etkilenmemiş. Halk, itfaiye uçakları isterken yetkililer, “uçak yok ki” diyor. Evleri yıkılanlar çözüm önerisi beklerken yarım kiloluk çaylar fırlatılıyor. Ortalık yangın yeri iken yüzlerce konvoyla olay yerine gidilip pozlar veriliyor; tiyatrolar oynanıyor. Danışmanlar, iletişim başkanları, yardımcılar, troller vs. Cumhurbaşkanı’nın her hâline tahammül ediyor, sineye çekiyor, olumsuz tutum ve davranışlarına karşı gözlerini, kulaklarını kapatıyorlar. Fakat halkın tahammülü çoktan tükendi. Yanan yerlerin betonlaşacağına dair endişeleri hâlâ devam ediyor. Kimse devlete güvenmiyor, yetkililerin sözlerini tutup yeniden ağaçlandıracağına dair kimsenin umudu yok.
İşte sıraladığım bu olaylar silsilesi ve buna karşı toplumun tutumu asıl varmak istediğim konuydu. Zira demokratik, laik, kapitalist devletler ile Müslüman halk arasında ciddi anlayış farklılıkları var. Vatandaş, kendi canını tehlikeye atıp yangın söndürmeye destek verirken, asıl vazifeliler rant elde etmenin, siyasi menfaatlerin peşinden koşuyor. Yöneticiler ile halk aynı gemide seyahat edemiyor. Rotalar farklı, zihniyetler, fikirler ve fiiller… her şeyiyle farklı dünyalarda yaşıyorlar. Güvensiz bir toplum inşa edenler artık bu toplumu ikna edemez. Severek, isteyerek, can-ı gönülden millet ile devlet kol kola yürüyemez. Çünkü aşağıladılar, oy malzemesi olarak gördüler, tepeden baktılar, güç zehirlenmesi yaşadılar. Dolayısıyla her sorun katmerlendi, her yol çıkmaz oldu. Siyasi erk, kendi lüks ve şatafatından toplumun beklentilerine cevap veremez hâle geldi. Müslümanlara onlardan olmayan zehirli fikirleri enjekte ettiler; sonunu düşünmeden, sorunu ön görmeden. Şimdi ne yapsalar boş; ürettikleri düşman hafife alınacak gibi değil. Zira çoğu kez kendilerini ipten almış, darbeden kurtarmış, iktidar yapmıştı. Bundan sonra da “İslam”sız, “Allah”sız, “helal–haram” tanımadan yola çıkacak birileri varsa hiç yeltenmesin. Devir artık köhne demokrasi devri değil, laikliği hayatının vazgeçilmezi kılanlar ahlaki vasıflarını birer birer kaybetti. Gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünenler artık seçimlerde güvenecekleri bir nesli unutsunlar. Z Kuşağı, günümüz Müslümanlar(!) ile gerçek İslam arasındaki ayrımı yapmaya başladı. İktidarları döneminde gösterdikleri kötü Müslüman prototipi yüzünden deizme kaptırdıkları gençler samimi ve hakiki Müslümanları tanımaya başladı. O yüzden bugüne kadar liberallerin içi boş “dava” söylemlerini yutmuyor. Gerçek bir İslâm Davasının peşinden koşuyor, koşacak da! Ve nihayet değişmesi gerekenin sadece hükümet olmadığını anladılar. Bunca belirsizlik arasında belki de anlayışın, mefhumların, zihniyetin dolayısıyla bir bütünde yaşayacakları sistemin değişmesi konusunda net ve eminler. Maskeler düştü ve iktidarıyla muhalefetiyle herkesin yüzünün aynı yöne baktığı ortaya çıktı. Farklı yöne, İslâm’a bakıp oradan yola çıkanlara selam olsun.