İslâm; Müslümanları birbirine öylesine bir bağ ile bağlamıştır ki bu bağ, asırlara meydan okurcasına farklı renkteki, dildeki, ırktaki, coğrafyadaki, kadın-erkek, genç-yaşlı tüm insanları akide bağı ile birbirine bağlayarak bizleri kardeş kılmıştır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ kitabında;
[اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ] “Müminler ancak kardeştir.” [Hucurat Suresi 10]
Âlemlerin Rabbi olan Allah; her meseleye bir sınır, her hususa bir ölçü tayin ettiği gibi kardeşlik meselesinde de ölçüyü imana, bunun devamlılığını ise sevgi üzerine bina etmiştir. Bu durum, diğer inanç ve düşüncedeki kâfirlerle aramızda da adeta bir huduttur. Onlara karşı sevgi, muhabbet beslemememiz, onlarla dostluğu imkânsız bilmemiz, güven ve sırdaşlık gibi hususlarda ise temkinli olmamız istenir. Bu esas, Müslümanlar arasındaki kardeşliği zedeleyebilecek fitneleri izole ederken, bu bağın güçlü ve sürekli olarak bozulmadan kalmasını da temin etmektedir.
Yine akide bağı ile oluşturulan kardeşlik, nesep bağıyla oluşan kardeşlikten çok daha üst bir konumda yer almıştır. Aynı ırk, aynı inanç, hatta aynı nesepten olup birbirine düşman olan, birbirini katletmekten geri durmayan millet, kabile, aile ve kişilerin İslâm akidesine iman etmeleriyle birlikte aralarındaki kin ve nefret ortadan kalkarak İslâm kardeşliğinin eşsiz örnekleri önümüze serilmektedir. İşte Evs ve Hazrec kabileleri… Yıllarca birbirine düşmanlık edip birbirlerini katleden bu kabileler, İslâm akidesine iman etmeleriyle birlikte düşmanlıkları son bulduğu gibi İslâm otoritesinin kurulmasına da öncülük ettiler. Böylece hem kardeşliğin hem de hayrın öncülerinden oldular. Allah onların bu durumunu bizlere şöyle bildiriyor:
[وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ] “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti ve Onun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken de oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” [Âl-i İmran Suresi 103]
İslâm kardeşliğinin en güzel örneklerinin yaşandığı sahabe dönemine göz attığımızda bugün bu kardeşliğe ne kadar muhtaç olduğumuzu görebiliyoruz. Onlar öyle bir kardeşlik örneği sergilediler ki insanlık onların birbirlerine karşı duyduğu muhabbete, sevgiye gıpta ederken, onlara düşmanlık besleyenler ise adeta kahroluyordu. İslâm’ın daha ilk yıllarında Mekke’de iman nimetine kavuşanlar, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in öncülüğünde kardeşlik akdi ile birbirine bağlanıyor, iman eden azatlı köleler ile hürler kardeş oluyordu ki bu, adeta bir devrimdi. Çağları aşan bu düşünce ve uygulamalar hayalleri dahi aciz bırakacak kadar muazzamdır. Düşünün; Hamza, Zeyd b. Harise -RadiyAllahu Anhum- ile; Ebu Ubeyde b. Cerrah Ebu Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim -RadiyAllahu Anhum- ile; Ubeyde b. Haris, Bilâl-i Habeşî -RadiyAllahu Anhum- ile kardeş ilan edilmişlerdir. Yine Medine’de İslâm Devleti’nin temellerinin atılmasına nusret veren, isimlerini ise Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın “Ensar” koyduğu o Müslümanların; Mekke’den hicret eden muhacir kardeşlerini bağırlarına basıp sahip oldukları her şeyi kardeşleriyle paylaşma fedakârlıkları eşi, benzeri görülmemiş sevgi ve muhabbetin kalplere tohum olarak ekilmesiydi. Onlar, birbirlerini sevmedikçe hakiki manada iman edilmeyeceğinin farkındaydılar. Onlar; [اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ] *“*Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun kusurunu örter.” [Buharî, Müslim] şiarıyla hareket edip Allah’ın rızasını kazanmak için kardeşlerini kendi nefislerine tercih ediyorlardı. Mallarını, aşlarını, giyeceklerini paylaşmaktan imtina etmiyorlardı. İslâm onları öylesine birbirine bağlamıştı ki, aralarındaki merhamet, sevgi, saygı, yardımlaşma küfrün kalbine ok gibi saplanıyordu. Öyle ki bu kardeşlik şuuru, küfrün cephesini her geçen gün daraltırken, İslâm’ın hâkimiyetini ise genişletiyordu. Nasıl genişlemezsin ki Yermuk Savaşı’nda Haris b. Hişam, İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr RadiyAllahu Anhum akşamüzeri ağır yaralar alarak yere düştüler. İçmek için getirilen suyu hepsi birbirine ikram etti fakat hiçbiri suyu içemeden şehit oldular. Ölüm anında dahi kardeşini kendi nefsine tercih etmek ancak İslâm kardeşliğinde görülebilecek ulvi bir davranıştı. Onlar birbirlerini Allah için sevdiler, kardeş oldular. Allah da yeryüzünün zenginliğini onların ayaklarının altına serdi.
Müslümanlar arasındaki kardeşlik hukuku İslâm’ın yönetimi altında asırlarca güven altındaydı. Özellikle Müslümanların yönetiminin ortadan kalkmasıyla her alanda olduğu gibi kardeşlik hukuku da zarar görmeye başladı.
Bugün kapitalist düzenin Müslümanlara verdiği en büyük sıkıntılardan bir tanesi de Müslümanlar arasındaki kardeşlik hukukuna çeşitli hastalıklar bulaştırmasıdır. Irkçılık, menfaatçilik, vatancılık, demokrasi, özgürlük, laiklik gibi hastalıklı düşünceler, mevcut düzenler aracılığıyla Müslümanlar arasında öylesine yaygınlaştırıldı ki güven, merhamet, sevgi, muhabbet zehirlenerek İslâm kardeşliği büyük yaralar aldı. Bugün aynı kıbleye yönelenler, aynı dine iman eden Müslümanlar, milliyetçilik fitnesiyle birbirlerinin yaşadığı sıkıntıları hissetmekten çok uzaklar. Menfaatin öncelenmesiyle güven, her geçen gün azalıyor. İlişkiler zayıflıyor. Bireyselcilik övülüp cemaat olma yeriliyor. Hâl böyle olunca bizleri yönetenler, efendileri adına üzerimizde istedikleri hesabı yapmaktan çekinmiyor. Nasıl ki İslâm’ın yönetimi altında Müslümanların tüm değerleri koruma altındaydı, bugün kapitalist düzende tüm değerlerimiz özellikle de kardeşliğimiz tehlike altında maalesef.
Değerlerimizi dejenere eden, kardeşliğimize zarar veren fitne ateşini söndürmek elbette ortaya koyacağımız iradeye bağlıdır. İslâm kardeşliğinin tekrardan sarsılmaz bağ olarak aramızda yer edinebilmesi; kâfirlerin fitnelerine karşı koyacak, saldırılarını engelleyecek, zehirli düşünceleri izole edecek, güven ortamını tesis edecek, Allah korkusunu kalplere nakşedecek, “Müminler ancak kardeştir” hükmünü benliklere işleyecek, Allah için birbirini sevmenin ahiretin anahtarı olduğunu tedris ettirecek, kâfir ve zalim zorbalara had bildirecek Hilâfet’in ikamesiyle mümkün olacaktır. İşte o gün, kardeşini kendi nefsine tercih etme şuuruyla toplumlara örnek olacak, İslâm sancağını tekrar kıtalarda dolaştırabileceğiz. Dünyanın diğer ucundaki farklı renk, dil, ırktaki kardeşlerimizle aynı duygu ve düşüncelerle hareket edebileceğiz. Gelin, Ramazan ayını idrak ettiğimiz şu günleri tekrardan bu kardeşliğin imarına ve bunu sürdürecek Hilâfet’in ikamesine başlangıç yapalım.
___