Darbelerin Kaynağı Laik, Demokratik Cumhuriyet’tir
İslam ümmetinin yaşadığı en büyük sarsıntı, karşılaştığı ilk büyük darbe, 3 Mart 1924’te gerçekleşti. Bu darbe ile İslam düşmanları, başta İngiltere olmak üzere emperyalist Avrupa devletleri, asırlarca sürdürdükleri mücadele sonucunda korkulu rüyaları olan İslamî Hilafet Devleti’ni parçaladılar. Büyük Hilafet Devleti’nin toprakları üzerinde, kendilerine bağlı onlarca devletçik kurdular. Bu devletlere iki görev biçtiler. Birincisi; İslam ile mücadele edip kâfir Batı dünyasının nizamlarını tatbik etmek, ikincisi; bağlı oldukları Batılı devletlerin maddi çıkarlarını sağlamaktı.
Bu topraklarda, Lozan ile başlayan süreçte Hilafet’in kaldırılması karşılığında, Batı hayranı zümreye verilen iktidarın adı “Türkiye Cumhuriyeti” idi. Cumhuriyet, “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” adı altında İslam ve Müslümanlara yönelik amansız bir savaş açtı. Çünkü Cumhuriyet, birinci görevi gereği Batı’nın temel dünya görüşü olan laiklik ilkesi üzerine kurulmuş ve Batı’nın bütün değerleri ile donanmıştı. Halk ise Müslümandı. Bu doku uyuşmazlığını gidermek için Cumhuriyet, nice katliamlara imza attı.
Diğer taraftan, Müslüman halkın, İslami duygularını milliyetçilik ve vatancılık duyguları ile değiştirmeye çalıştılar ve bu fasit duygular ile harmanladılar. Böylece laiklik ve laiklikten kaynaklı demokrasi, milliyetçilik ve vatancılık anlayışları devletin esasi unsurları haline geldi.
Nasıl ki Müslüman halka rağmen gayri İslami bir rejim inşa edildi ise devam eden süreçte söz konusu rejim halktan korunmaya çalışıldı. Çünkü Cumhuriyet, -CB Erdoğan’ın dediğinin aksine- halkın tercih ettiği rejim değildi. Bilakis sadece iktidar karşılığında bir avuç Batı hayranı zümrenin rejimi idi. Doğal olarak Cumhuriyet için tehlike dışarıda değil, içerde idi. Bir devlet düşünün ki en büyük düşmanı kendi halkı olsun!
Cumhuriyet, demir yumruk ile Batı nizamını uygulamasına rağmen, ne zaman bekasını tehlikede gördü ise darbeler ile fabrika ayarlarına döndü. Cumhuriyeti kurduran İngilizler, rejime bekçilik görevini Kemalist zihniyetli orduya verdi. İlk yıllarda ordu ve tek partili iktidar hemcins idi. Ancak 1950’li yıllardan sonra çok partili dönemlerde, yeni dünya lideri ABD’nin ılımlı laik ve daha çok demokratik söylemlere sahip partiler kurulduktan sonra Cumhuriyet’in siyasi ayağı geri planda kaldı. Hem rejimin hem de ülkenin gerçek sahibi olduğuna inanan, sivil halka tepeden bakan ve her zaman için sivillerin, halkın adam edilmesi gerektiğini düşünen, katı laik anlayışına sahip ordu, rejimi koruma adına birçok kez fiilî darbe yaptığı gibi birçok kez de muhtıralar verdi.
En son 15 Temmuz darbe girişimi de daha öncekiler gibi yine Cumhuriyet’in kurucu zihniyeti olan İngiliz anlayışlı Kemalist zümre tarafından laiklik adına yapıldı. Ancak, işin içine Gülenci askerlerin dâhil olması sonucu darbe girişimi tamamen “FETÖ”ye yüklendi. Gülen ve AKP birbirini besleyen iki yapı iken, daha sonra menfaat çatışması sonucu Gülen, 17-25 Aralık ve ondan sonra Erdoğan ve iktidarına karşı birçok hamlede bulundu. Ancak giriştiği bütün hamlelerde başarısız olunca, Gülen’e bağlı bulunan askerler de intikam hisleri ile darbeye destek verdi. İktidar da ve işin uzmanı analistler de darbe girişiminin arkasında Kemalist askerlerin bulunduğunu, Gülen’e bağlı askerlerin iddia edildiğinden çok daha az olduğunu bilirler. Ancak iktidar, gerek bir takım siyasi dengeler ve gerekse kamuoyu karşısında kendisi ile çok daha kolay mücadele edebileceği Gülen cemaatini, darbenin asıl faili olarak topluma sundu. Öyle ki oluşturduğu algı ile başka ihtimallerin tartışılmasına da izin vermedi.
Doksan yıl boyunca İslam’dan uzaklaştırılmaya çalışılan ve birçok zulme uğrayan halk, darbenin arkasındaki Kemalist zihniyetin çirkefliklerini bilmektedir. Ayrıca Müslümanların geneli AKP’ye hüsnü zan ile baktığından ve AKP’nin “İslamî” olduğunu düşündüğünden darbe girişimine bedenini siper etti. 15 Temmuz darbe girişiminde öldürülen ve yaralanan insanlara bakıldığında ezici bir çoğunluğun “dindar” oldukları görülmektedir. Aynı şekilde sokaklarda yürüyenlerin sloganları, bu işe kimlerin karşı çıktığını göstermektedir.
Halkın İslamî duygular ile bastırdığı darbeyi, demokrasi mücadelesi olarak sunanlar aslında halka karşı asıl darbeyi yapanlardır. Tevhidler ile tekbirler ile salalar ile sokağa inenlerin mücadelesini demokrasiye mal etmek, başka bir ihanettir.
Katı laik, İngiliz anlayışlı “cumhuriyetçi” zümrenin darbe girişimini Müslüman halk engelledi ama başarıyı ılımlı laik, Amerikan anlayışlı “demokrat” zihniyetli kesim üstlendi. Bir bütün olarak medyanın gücü kullanılmak suretiyle Müslümanlar da “demokratların” yanındaymış gibi gösterildi. Öyle yoğun bir algı oluşturdular ki iktidarı eleştireni darbecilerin yanında gösterdiler. Kemalistlerden dolayı sistem ile mesafeli olan Müslümanlar, AKP iktidarı ile sisteme bir nebze yaklaşırken, darbe girişiminden sonra daha fazla yaklaştılar. Diğer taraftan “FETÖ” üzerinden cemaatlere yönelik bir antipati oluşturuldu. Dolayısı ile birçok İslamî camia sindirilmeye çalışılırken, iktidarın gazabını üzerine çekmek istemeyen, değişken ilkelere sahip yapılar da maalesef iktidar eli ile sistem içine çekildi.
Sonuç olarak, Cumhuriyet’in kendisi Müslümanlara en büyük darbe olmuştur. Yaptığı yasalar ile Müslümanları istediği kıvama getiremediğinde veya sisteme başka unsurların sızmasına karşılık, yaklaşık on yılda bir yeni bir darbe ile sistemi katı laik formatı ayarlarına döndürmüştür. Ancak, son darbe girişimi, sivil Müslüman halkın direnişi sonucu başarısız oldu. Darbenin halk tarafından önlenmesine binaen bu sefer karşı darbe gerçekleşti. Avrupa’nın katı laik anlayışına karşı, ABD’nin “demokrasi”, “insan hakları” vb. söylemleri ve ılımlı laik anlayışını benimseyen zümre, Müslümanlara karşı örtülü bir darbe gerçekleştirdi. Halkın İslamî kaygı ve taleplerini demokrasiyeymiş gibi gösterdiler. Oysa halkın geneli #DemokrasiİçinDeğilİslamİçin sokaklardaydı.