Aylardır üzerinde konuşulan ve herkesin merak ettiği ‘’Demokrasi Paketi’’ bizzat Başbakan Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklandı. Paket açıklanmadan önce, toplumda büyük bir beklenti oluşturuldu. Fakat paket açıklanır açıklanmaz, toplumun farklı kesimlerinden, farklı bir takım tepkiler gelmeye başladı. AK Partiye yakın olan çevreler tarafından, paketin içeriği memnuniyetle karşılanırken, özellikle başta BDP olmak üzere, diğer siyasi partiler tarafından eleştirilere maruz kaldı. Anlaşılan, AK Parti’nin bundan sonraki siyasi yol haritası, paketi tartıştırmak ve toplumun desteğinin alınması sağlanacak. Daha sonrasında ise, gelen tepkilere göre yeni bir siyasi yol haritası oluşturarak, gerekli yasal değişiklikler için düğmeye basılacak. Nitekim başbakan ısrarla, bu paketin son olmayacağını ve bundan sonra yeni paketlerin olacağını söylemiştir.
Öncelikle kulislerde konuşulan ve paketten son anda çıkartılan iki maddeyi belirtmek istiyorum. Mesela çok konuşulan ve adeta kesin gözüyle bakılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Jandarma’nın fiilen İçişleri Bakanlığı’na bağlanması maddesi son anda paketten çıkartılmıştır. Anlaşılan o ki, hükümet bir takım dengeleri gözeterek bunları bir sonraki pakete dahil edecektir. Bununla beraber, yine son anda okullarda okutulan andımız kaldırılmıştır. Bununla hükümet, hem BDP’nin hem de son zamanlarda çatışmalı olduğu, özellikle de liberal ve demokrat bir takım çevrelere yumuşama mesajı vermek istemiştir.
Şimdi özetle, pakette yer alan maddelere kısaca bir göz atalım.
Dikkat çeken maddelerden birisi, başörtüsü yasağının, TSK, Yargı ve Emniyet hariç kamuda kaldırılmasıdır. Bu durum, her ne kadar senelerdir mağdur edilen Müslüman bayanlar tarafından olumlu bir gelişme gibi görünse de, İslami açıdan kabul edilebilir bir durum değildir. Bunun anlamı, iman etmiş olduğumuz Allah Subhanehu ve Teala, bu alana müdahale edemez demektir. Bu da bir Müslüman açısından asla kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla bu konuda hükümetin muhasebe edilmesi kaçınılmazdır.
Diğer bir maddeye gelince, nefret suçuna ağır cezaların getirilmesidir. Başbakan bu konuda şöyle demiştir.*’’*Yeni süreçte nefret ayrımcılık yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin biçimde mücadele etmeye başlıyoruz. Belirli suçların cezalarını daha da artıyoruz. Belirli suçlar, kişinin dili, ırkı, rengi cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse cezası daha da ağırlaşacak. Kişinin belli haklarını kullanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz. Bu sebeple işlenen suçun cezasını bir yıldan üç yıla kadar artırıyoruz.’’ Bunun anlamı kim, bundan sonra Allah’ın düşmanı olan devlet veya kimselerin aleyhinde konuşur ve onları eleştirirse, özellikle de Yahudiler aleyhinde konuşursa, başka bir deyimle kim antisemitizm yaparsa, bu tür şahıs veya kitlelerin cezalandırılması söz konusu olacaktır. Fakat buna mukabil İslam ve İslam’ın kutsallarına yapılan saldırı ve hakaretler bu kapsam dışına çıkartılacaktır. Madde her ne kadar bütün din ve mezhepleri bu kapsam içine almış olsa da, şimdiye kadar olan uygulamalar tam tersi yönde olmuştur. Nitekim burada zikredemeyeceğimiz kadar çok vaka bu söylediklerimizi teyit etmektedir.
Yine bir diğer maddeye gelince, ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulunun kurulmasıdır. Başbakan bu konuda şunu beyan etmiştir.’’Türkiye’de hiç kimse dilinden, ırkından, milletinden, renginden, inancından, gereğini yerine getirmekten dolayı ayrımcılığa maruz kalmayacak. Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulu kuruyoruz.’’
Fakat Başbakan’ın bu konuda söylemiş olduğu sözle, yapmış oldukları arasında ciddi bir çelişki söz konusudur. Yakın bir zamanda sırf inancının gereğini yerine getirmek isteyen ve bunun da metodu olan Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak isteyen Hizb-ut Tahrir gençlerine onlarca sene cezalar verilmesini nasıl değerlendireceğiz. Ya da yakın bir zamanda Vasat gurubu ve diğer bir takım kitlelere dönük verilen haksız cezaları nereye koyacağız. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Şimdi ise, Başbakan’ın hiçbir kimse, inancından dolayı ayrımcılığa maruz kalmayacaktır sözü inandırıcı değildir. Çünkü gerçek vaka Başbakan’ı yalanlamaktadır.
Yine pakette öne çıkan önemli maddelerden bir diğeri, 3 alternatifli seçim sistemi düzenlemesinin varlığıdır. Dar bölge, daraltılmış bölge ve mevcut sistem. Hükümet bu önerileri tartışmaya açarak, kamuoyundan gelen tepkiye göre birinde karar kılacak. Kulislerde ve hükümette öne çıkan görüş daraltılmış bölge ve yüzde 5 baraj yönünde. Bu sistemlerin ayrıntılarına girmeyeceğim. Fakat bununla beraber iktidar, 2015 seçimlerinde büyük parti olarak, avantaj sağlamak istemektedir. Dolayısıyla hangi yönde karar alırsa alsın, kendi lehine büyük bir avantaj sağlamış olacaktır. Her üç seçim sistemi de genelde büyük partilere avantaj sağlamaktadır.
Pakette yer alan diğer maddelere gelince, mesela, siyasi partilere yardım konusunda yüzde 7’lik barajın yüzde 3’e düşürülmesi, beldelerde örgütlenme zorunluluğunun kaldırılması, eş başkanlık sisteminin önünün açılması, seçim propagandalarında faklı dil ve lehçelerin önündeki yasakların kaldırılması, özel okullarda anadilin önünün açılması, köy isimlerinin değiştirilmesi, okullarda andın kaldırılması ve diğerleri.. Bu maddeler toplumun büyük bir kısmının beklentilerine cevap vermemiştir. Özellikle BDP’nin beklemiş olduğu KCK tutuklularını ilgilendiren TMK ‘da(Terörle Mücadele Kanunu) herhangi bir değişiklik yok. Yine bununla beraber Nevşehir Üniversitesi’nin isminin Hacı Bektaş-ı Veli Üniversitesi olarak değiştirilmesi dışında Alevilerin beklentilerinin karşılanmaması bu çevrede büyük bir rahatsızlık oluşturmuştur. Heybeli Ada Ruhban Okulunun açılmamış olması da o cenahta büyük bir rahatsızlığı sebebiyet vermiştir.
Genel olarak paketi değerlendirdiğimizde, toplumun beklentilerine cevap vermemiştir. Başlıkta da beyan ettiğim üzere ‘’ Dağ Fare Doğurmuştur’’. Hükümet ve Başbakan Erdoğan, yaklaşan üç (yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel) seçimi göz önüne alarak, atılması zaruri ve kaçınılmaz olan demokratikleşme adımlarını, seçimleri riske atmamak adına yumuşak bir geçiş ortaya koymuştur. Özellikle de BDP ve KCK’nın barış sürecinin ve çekilmenin yeniden devam etmesi için, öne sürdükleri ana dilde eğitim, KCK tutuklularının serbest bırakılması, TCK ve TMK’da yapılması beklenilen bir takım düzenlemelerin bir sonraki paket veya paketlere bırakılmış olduğunu görmekteyiz. Bununla birlikte, özel okullarda ana dilde eğitimin önü açılarak, bir sonraki adım olarak, büyük bir ihtimalle devlet okullarında da ana dilde eğitimin önü açılacaktır.
Son olarak bu ve bundan önce çıkartılan demokrasi paketleri, bu halkın sorunlarını köklü ve doğru bir şekilde çözemeyecektir. Buna muktedir değildir. Çünkü bizatihi demokrasi sorunları çözen değil, devamlı olarak yapısı gereği sorun üreten bir sistemdir. Nitekim senelerdir, toplumu manevi, ahlaki ve iktisadi olarak kalkındırmak isteyen bu yöneticiler, bir zamanlar küfür olarak gördükleri demokrasiyi benimsemişler ve bu yolda ilerlemişlerdir. Halbuki bu yöneticiler, biraz insaflı olup, insan fıtratına uygun, akla ve kalbe güven veren İslam’ın yönetim ve hayat nizamı olan Hilafet Devleti’nin uygulamalarına bakmış olsalardı, İslam’ın tüm insanların sorunlarını nasıl dakik bir şekilde çözüme kavuşturduğunu görmüş olacaklardı. Dolayısıyla çözüm Demokrasi’de değil, ancak İslam’dadır.