Çürüme!
06 Temmuz 2018

Çürüme!

Eylül ve Leyla’nın önce kaybolduğu, ardından ölü bedenleri bulunduğu haberlerini görünce boğazım düğümlendi. Leyla, annesinin yaktığı ağıtlarla toprağa verildi. Bu ufacık yavrulara nasıl kıyılmıştı? Bu nasıl bir vicdansızlıktı? O gün hep bu sorunu düşündüm. Bu elim hadiselerin nedeni ne idi? “Çürüme”!

Nasıl ki; organik bir madde bakteriler veya çeşitli çevresel etkenler nedeniyle normal yapısını kaybederek kötü kokmaya başlar ve çürür, işte bu konuda böyle bir toplumsal çürümeyi işaret ediyor!

Başımızı hangi yöne çevirsek, neye elimizi uzatsak onun çürüdüğünü görüyoruz. Büyük bir medeniyetin mirasçısı olan İslâm ümmeti nasıl bu hale geldi? Bu zararlı bakteriler bize nasıl bulaştı? Bu denli çürümemize sebep olan etken neydi?

İslâm ümmeti Batı’nın etkisine sadece askerî, siyasi ve ekonomik olarak girmedi. Aynı zamanda hadarat (hayat tarzı) olarak da girdi. Batılı hayat tarzı sadece maddi kuvvet ile yayılmadı. Aksine diğer hayat görüşlerini ya yok ederek ya bozarak, anlayışları dumura uğratarak yerleşti. Bu nedenle topraklarımız misyonerlerin ve oryantalistlerin yıllarca çalışma sahası olarak kullanıldı. Hâlâ da kullanılıyor. Bugün, kalkınmamızın yegâne yolu; İslâm’ın çözümleri olduğu halde bu çözümlere olan güvenimiz sarsıldı. Böylece duygu ve fikirlerimizi, Batı’dan gelen zehirli fikirler yönlendirmeye başladı. Hatta içerisinde bulunduğumuz bu kokuşmuşluktan kurtulmanın yollarını bile Batılı düşüncelerde arar olduk. Batılı popüler kültür öylesine yaygınlaştı ki, şehirlisinden, köylüsüne tüm insanların davranışlarını belirlemeye başladı. Sezai Karakoç’un, Doğulu (Müslüman) bir babanın Batı’ya giden yedi oğlunun kaderini anlattığı “Masal” şiiri, adeta yüzyıllık tarihimizin özeti gibidir:

“Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum” (https://www.antoloji.com/masal-7-siiri/)

Ancak bugün değişip dönüşenler ne hazindir ki, suçluluk psikolojisiyle hareket ediyor. Toplumdaki bu çürümeyi (haşa) İslâm’a nispet ediyor.. Müslümanlara saldırıyor.. Toplumdaki çürüme halinin gerçek nedenlerine inmek istemiyor. Çünkü aynı çürümüşlüğü dibine kadar yaşıyor. Aldığı zehirli bakteriler bünyesini öylesine etkilemiş ki, bundan artık dönüş olmadığını düşünüyor. İktidar ise; bu çürümüşlüğü bireyselleştirerek kendince hadım etme, idam etme gibi oyalayıcı çözümler arıyor. Toplumu bu hale getiren kokuşmuş, laik, demokratik, Batılı bakterileri topluma ilaç diye sunuyor: “daha çok demokrasi!”, “İleri demokrasi!”… Bu ilaçları kullananlar iyileşmek bir yana günden güne daha da hastalanıyor ve çöküşü hızlandırıyor. Çürümüş laiklik, kokuşmuş demokrasi bize ilaç olabilir mi? Bunu görmüyor maalesef iktidarlar, Batı’ya meftun olanlar…

Bu noktada Hizb-ut Tahrir Türkiye’nin önceki gün (4 Temmuz) sosyal medyada açtığı tag çok anlamlıydı: #ÇözümİdamDeğilİslâm

Toplum; “İnsan, duygu, fikir ve nizamdan müteşekkil bir ilişkiler yumağıdır.” Toplum olarak bu çürümüşlükten kurtulmamızın yolu; toplumu meydana getiren insan, duygu, fikir ve nizamımızın temelini, İslâm akidesine göre belirlemekten geçer. Allah Subhanehu Ve Teâlâ’nın biz kullarına gönderdiği son din İslâm; duygu ve fikirlerimizin -dolayısıyla davranışlarımızın- ve yine üzerimize tatbik edilen nizamın nasıl olacağını belirlediği takdirde ancak bu kokuşmuşluk ve çürümeden kurtulabiliriz.

O halde gelin, Batılı fikirlerin duygu ve fikirlerimizi yönlendirmesine izin vermeyelim! Devletimizin de Batılı esaslara göre değil, İslâmi esaslara göre olması için çalışalım. Bunun için Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in değiştirme metodu doğrultusunda çalışalım. İslâm ile değişmek ve değiştirmek için çalışalım. Laik demokratik çürümüş sistemde bugün Leyla ve Eylül’ü toprağa gömdük. Gerekirse oğullarını Batı’ya gönderen Müslüman bir babanın yedinci oğlu gibi biz de kendimizi bir çukura gömelim ama yine de Batı’nın o makyajlı, çirkin, çürümüş vaatlerine kanmayalım.

“……

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve tanrıya yakardı önce

Kendisini değistiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu:

Batılılar!

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:

Karşınızdakini değiştirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

En onulmaz yarası olanlar

Ta kalplerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar”

-Sezai Karakoç