Meşhur bir hadise vardır; banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Yaşadığı esaret altındaki günler soyguncu ile arasındaki korku ve nefret duygularını, sevgi ve arkadaşlık hislerine bırakır. Esaretten kurtulan kadın, kendini esir eden 1973 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde yaşanan hadise bu yüzden ‘Stockholm Sendromu’ ismiyle adlandırılır.
Bu vakıadan hareketle birçok psikolojik bulgu keşfedilmiş, fertler ve toplumlar için sıklıkla uygulanmıştır. Hafıza sıfırlama, eski bilgi ve tecrübeleri yenisiyle değiştirme, bilinçaltı kontrolü gibi tekniklerle toplumsal tasarımlar gerçekleştirilmiştir. Böyle bir hadisenin kendi topraklarımızda da yaşandığını söylemek mümkündür. Vakıanın yaşanmışlığı her ne kadar daha eskilere dayansa da tasarımın kusursuz gerçekleşmesi onlarca yıl almıştır.
Örneğin 1923’te halka ve halkı temsil eden(!) meclise rağmen, bütün itiraz ve direnişe rağmen kurulan Türkiye Cumhuriyeti yıllarca sürdürdüğü zulmünü, baskısını ve tiranlığını yıllar sonra hatta bugünlere gelene kadar yepyeni bir hafıza ile halkın beynine kazıdı. Bu yeni hafıza içerisinde eskiye dair ne varsa iyi ve güzelden, kötü ve çirkine evirildi. Hatta bir toplum düşünün ki, dinini, inancını, inandığı değerler ile yaşamasını, sadece Allah’ın kulluğunu tanımasını ve onu yüce değerler ile kalkındıran ideolojisini ümmetin bağrından söküp atan, attığı yerde acımasızca çiğneyen düşmanlarını kahraman olarak kabul etti ve böylesi bir kara günü bayram olarak kutluyor.
Bu tablo maalesef ki, Türk toplumunun hafızasının nasıl da içerik değiştirdiğini gözler önüne seriyor. Çünkü yetişen nesillere ‘Yaşanmış Tarih’ değil, ‘Yazılmış Tarih’ okutuluyor. Çünkü onlara koruma kanunu adı altında düşmanlarına dil uzatmamaları telkin ediliyor. Hatta onlara evlerde, okullarda, hayatın her alanında asıl düşmanlarını hatırlamalarını sağlayacak resim ve yazılar ile hürmetle anılması talep ediliyor. Böylece akıllardan hiç çıkmayacak bir sendrom yaşayan Türk toplumu 29 ekim Salı günlerini bayram olarak kutluyor.
Cumhuriyet’in kurulması öncesi ve sonrası açısından bir milattır. Zira İngilizler Osmanlı Hilafetini ilga edip yerine ulusal sınırları olan laik bir devletin inşasını Cumhuriyet üzerine bina etmişlerdir. İlanından bir yıl öncesinde saltanatın kaldırılmasıyla hilafetin otoriter gücünü kıran, dinin devlet ile bağını koparanlar ilanından beş ay bile geçmeden hilafetinin tamamını silip atmayı başardılar.
Bu geçiş sürecinde İngilizlerin elini güçlendiren yegane unsur, devletin rejiminin Cumhuriyete çevrilmesi olmuştur. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra peşi sıra gelen inkılaplar ile Lozan’da hedeflenenlere tek tek ulaşılmış oldu. Yazılmış Tarih’in törpülemeden önceki Lozan metninde konferansta bulunan Türk heyetinden dört önemli maddenin geçmesi istenmişti. Bunlar;
1.Hilafet ilga edilecek
2.Halife sürgün edilecek
3.Halife’nin mallarına el konulacak
4.Devletin rejimi laikliğe dayandırılacak
İlk üç madde Cumhuriyetle beraber gerçekleşti ve Türk heyetine 2.Lozan konferansında alkışlarla karşılama yapıldı. Artık sömürgeci İngiltere hedefine büyük oranda ulaşmış bundan sonra Müslümanların tekrar bir araya gelmeleri imkansız hale gelmişti. Hem de bunu Müslümanlara rağmen, Müslümanlara karşı kazanılmış bir savaş olarak görmüşlerdi. Alim Şeyh Takıyyuddin en Nebhani ‘‘Çocuklarınızı emzirirken, onlara İngiliz düşmanlığını da emzirin’’ derken ne kadar da haklıydı.
Bütün bu inkılapların geçmesinde baskı, tehdit ve korku duvarlarının da katkısını görmezden gelemeyiz. Zira ‘‘Belli ki bazı kelleler gidecektir’’ tehdidi hala kulaklarımızı çınlatmakta.
Hülasa İslami bir hayattan seküler bir hayata, Kuran’ın aydınlığından Kapitalizmin karanlığına, Allah’a kulluktan kula kulluğa evirilmenin miladı olan Cumhuriyetin 90.yılını kutlamak için hummalı bir çalışma yapılmakta. Hükümetler değişse de bu bayram paranoyası asla değişmemektedir.
İstanbul’un en işlek caddeleri daha günler öncesinden kutlama provaları için kapatılmakta, Ankara’nın meydanları süslenip püslenmekte, stadyumlar körpecik öğrencilerin sergileyeceği danslara, oyunlara hazırlanmakta ve Türkiye resmi tatil için 29 Ekim’i dört gözle beklemektedir. Bir kısımlarının ‘Yaşasın Cumhuriyet’ çığırtkanlığı ile kulakları çınlatacağını ve diğer bir kısımında bu bağırtıya sessiz kalarak destek olacağını daha şimdiden görebiliyoruz.
Şimdi hükümetin 29 Ekim’de Marmaray projesini bitirip açılış yapacağını, Cumhuriyet’in 100. Yılında çılgın projelere imza atacağını ifade etmesi günümüz hakim zihniyetlerin bu paranoyaya sahip çıkma konusunda yarıştığını bizlere göstermiyor mu? Peki bu milli bayramların --ki İslam’da böylesi günlerin kutlanması asla caiz değildir—hangisi resmi ideolojinin halka tepeden bakan elitist, jakoben, zulümkar, politikalarını haklı çıkarabilir?
Hangi milli bayramların(!) şaşalı, görkemli kutlamaları onların gerçek birer bayram olduğunu kanıtlayabilir?
Peki çağdaşlık, ileri demokrasi, medeniyet gibi sloganların ağızlarda sakız olduğu bu günlerde yüksek değerler taşıyan, insanlığı ve toplumları kalkındıracak İslam ideolojisini arar hale gelmemiz gerekirken bizlere dayattırılan ve bayram havasında yaşattırılan bu köhne fikirleri, bayramları, zihniyetleri daha ne kadar boynumuzda taşıyacağız?
Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size gelene küfretmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı peygamberi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yoldan sapmış olur. (mumtehine-1)