Çözüm Süreci Ve KCK'daki Değişikliğin Şifreleri
04 Ağustos 2013

Çözüm Süreci Ve KCK'daki Değişikliğin Şifreleri

30 Haziran - 5 Temmuz tarihleri arasında 162 delegenin katılımıyla Kongra-Gel 9. Genel Kurul Toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıda önemli siyasi kararlar alınmakla beraber, KCK sistemi de yeniden yapılandırıldı. Alınan bu kararlar ve KCK’daki değişiklikler bir takım çevrelerde farklı tepkilere yol açtı. Bazıları özellikle “şahin” diye bilinen insanların KCK’nın başına getirilmekle çözüm sürecinin tıkanacağını iddia etmekle beraber, bazıları da bunun aksini söylemektedirler. Özelliklede gezi olaylarından, PYD’nin sözde “Kuzey Suriye”de özerklik ilan edeceği iddiasından, Diyarbakır Lice ve diğer yerlerde örgüt mensuplarının yol kestiği, kimlik kontrolü yaptığı ve öz savunma birlikleri oluşturduğu görüntülerinden sonra. Bu görüntüler, hem Hükümet kanadında, hem de diğer kanatta bir takım endişelere yol açmıştır. Peki, alınan kararlar ne anlama geliyor? Bunları nasıl okumalıyız? Birilerinin dediği gibi bu değişim çözüm sürecinin ömrünü kısaltmak mı? Ya da süreci hızlandırmak için midir? Tüm bu soruların değerlendirmesine geçmeden önce, Genel Kurul ‘da alınan bir takım kararlar ve değişiklikleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kongra-Gel Genel Kurulu'nda alınan bazı kararlar ve yapılan değişiklikler şu şekilde özetlenebilir.

1. “Önder” Abdullah Öcalan’ın yeni Yol Haritası ve Newroz çağrısıyla ortaya koyduğu, adına “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Süreci” dediği ve demokratik siyasal mücadele hamlesiyle başarılmasını öngördüğü demokratik siyasal çözüm sürecinin kabul edilmesi ve bunun gerektirdiği tüm görevlerin başarıyla yerine getirilmesi.

  1. Bu temelde Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın 23 Mart’tan itibaren geliştirdiği ateşkes ve geri çekilme durumunun onaylanması.

3. Yeni bir karar olmadıkça HPG güçleri tarafından ateşkes durumunun korunup geri çekilme planının uygulanması. Bunun demokratik siyasi çözüm sürecine paralel ve planlı bir biçimde yürütülmesi.

4. KCK Genel Başkanlığı’na Abdullah Öcalan oy birliğiyle seçilirken, Genel Başkanlık konseyi kuruldu. HPG’nin başına Karayılan, Karayılan'ın yerineyse, Cemil Bayık ve Bese Hozat getirilerek, BDP'de uygulanan eş başkanlık sistemi, KCK'ya da uygulanmış oldu. KCK Genel Başkanlık Konseyinde ise Cemil Bayık, Bese Hozat, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Sozdar Awesta ve Elif Pazarcık yer almıştır.

Bununla beraber Kongre’de başka kararlar alınmış olsa da, dikkat çeken kararlar bunlar olmuştur. Bunlara bakıldığı zaman sürece tam destek kararı çıkmıştır. Bazılarının kasıtlı bir şekilde gündeme getirdiği gibi süreci tıkayan kararlar değildir. Aksine süreci hem daha aktif bir şekilde işletmek hem de bu sürecin önündeki engelleri en aza indirmek için KCK ‘ya balans ayarının yapıldığı görülmektedir.

Mesela kongrede çıkan kararlardan biri olan Murat Karayılan’ın uzun süredir başında olduğu KCK Yürütme Başkanlığı'ndan HPG'nin başına geçmiş olması; bazıları Karayılan’ın bu yeni görevini tenzili rütbe olarak değerlendirmiş veya HPG’nin başına getirilmesiyle sürecin sekteye uğrayacağını ifade etmişlerdir. Aslında Karayılan, bu göreve getirilmekle PKK içerisinde kontrolsüz bir takım gurupların kontrol altına alınması ve geri çekilme sürecinin hızlandırılması amaçlanmıştır. Özellikle son zamanlarda Diyarbakır ve bazı yerlerde meydana gelen bir takım provokatif olaylar tarafları oldukça rahatsız etmiştir. Bunu fırsata çevirmek isteyen bir takım çevreler, bu tür görüntüleri medyaya taşımış ve çözüm sürecinin kesintiye uğradığı mesajını topluma vermek istemişlerdir. Bunun üzerine BDP Eş Başkanı Demirtaş, yol kesen ve kimlik kontrolü yapan bazı guruplarla ilgili olarak, bir gurup gazeteciyle yapmış olduğu sohbette, bölgede kontrol edilemeyen grupların olduğunu söyleyerek "Değişik bir grup var kontrol edemediğimiz. Çok da politik de değiller. Örgütlü olsalar sıkıntı olmaz. Sızmaya benzeyen bir şey var. Sadece size karşı değil, örgüt içinde de hissediyoruz çok zorlayıcı şeyler yapıyorlar. Gençlik örgütündeki zaaf noktalarını biliyorlar ve oraları kullanıyorlar" demiş ve bu duruma karşı genelge yayınlayarak tüm teşkilatı uyarma sözü vermiştir. Dolayısıyla tüm silahlı unsurların kontrol altına alınarak, bir daha böyle olayların meydana gelmesinin önüne set çekilmiştir.

Yine Bese Hozat’ın Eş Başkan olarak KCK’nın başına getirilmesi Alevilere dönük bir mesajdır. Öcalan’ın 21 Mart’ta Diyarbakır’da vermiş olduğu mesajda, Alevilerden hiç söz etmemiştir. Bu da, PKK içerisinde alevi kanatta sıkıntıya yol açmıştır. Özelliklede Dersim bölgesinden, alevi olan örgüt elemanlarının Türkiye dışına çıkarılmasında sıkıntıya neden olmuştur. İşte bu toplantıda Alevilerin haklarına özel vurgu yapılmıştır. Hem isim değişiklikleri Bese Hozat gibi, hem de sürece Alevilerin destek vermediği algısını yanlışlamak ve böyle düşünenler varsa bile onları sürece teşvik etmek niteliği taşımaktadır.

Her ne kadar Bayık, Karayılan, Kalkan ve bir takım şahin diye bilinen isimler tarafından sürecin yavaş ilerlemesi ve demokratik adımların atılmadığı ile ilgili hükümete yönelik sert söylemler olsa da hatta geçenler de Sabri Ok’un*“Liderimiz Ankara 15 Ekim’e kadar adım atmazsa ateşkes bozulacağını söyledi”* demişse de aslında bu tür söylemlerin tarafların birbirlerine karşı havuç - sopa politikasından öteye geçmediğini görmekteyiz. PKK’nın birinci aşama bitmiştir, ikinci aşamaya geçilmiştir, hükümetin bu konuda gerekli adımları atması gerekir demesinden bir süre sonra hükümet tarafından ‘’Demokratik Paket’in’’ gündeme getirilmesi oldukça manidardır. Nitekim her yeni bir merhalede adımların karşılıklı olarak atılması söz konusudur.

Dolayısıyla alınan kararlar ve yapılan değişikliklere baktığımızda, Öcalan'ın Nevruz mesajıyla ilan edilen sürece tam destek verilmiştir. Özellikle de Duran Kalkan’ın kongreden sonra yapmış olduğu şu açıklama sürece bağlı kalınacağını teyit etmektedir. Şöyle demiştir. “Kongra-Gel Genel Kurul 9.Toplantısını Temmuz başında yaptık. Bu toplantımızın daha çok barış ve özgürlük getirmesini diliyorum. Böyle olacağına da inanıyorum. Tek cümleyle şunu söyleyebiliriz. Biz demokratik çözüme hazırız’’ dedi.

Aslında süreci her ne pahasına olursa olsun sonuca götürmeyi düşünen zihniyetin ortak kaygısı Suriye’deki gelişmelerdir. Hükümetin Oslo süreci ve Habur vakasından sonra meselenin çözümünü biraz ertelediğini gördük. Fakat ne oldu da süreç tekrardan hızlı bir şekilde gündeme getirildi? Yani süreci tetikleyen faktör neydi? Hükümeti ve PKK’yı bu konuda hızlı bir şekilde adım atmasını hızlandıran olgu neydi? Az önce de söylediğim gibi bu temel faktör, Suriye’deki gelişmelerden başkası değildir. Yani Türkiye’den çekilen silahlı örgüt mensuplarının, Kuzey Irak’tan, Suriye’nin Kuzeyi’ne geçişi sağlanıp o bölgede Hilafet Devleti isteyen guruplara karşı savaştırılmasıdır. Nitekim son günlerde Kuzey Suriye’de gelişen olaylar bunu teyit etmektedir. Tabi ki bu süreçteki tek faktör Suriye değildir. Özellikle Amerika tarafından Türkiye’ye verilmek istenen bölgede model devlet olma rolü, Türkiye’nin bölgede istikrarlı bir devlet haline getirilmesi, Erdoğan’ın bu sorunu çözmüş bir şekilde önümüzdeki genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine avantajlı bir şekilde girme isteğidir.

Yine geçtiğimiz günlerde, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani başkanlığında Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta bulunan bir takım Kürt gurupların katılımı ile Kuzey Irak’ın Selahaddin kentinde gerçekleştirilen ve Ağustos ayında yapılması planlanan Ulusal Kürt Konferansının hazırlık toplantısını da bu açıdan değerlendirmek mümkündür. Katılan guruplara baktığımızda aralarında bazı konularda çıkar çatışması olsa da hedef, metod, kültürel ve fikri yönden çok da farklı düşünmediklerini görmekteyiz. Gerçekte ise bunları bir araya getiren temel faktör Suriye’de yaşanan bir takım gelişmelerdir. Bunun başında ise ‘’Hilafet Devleti’’ olgusu gelmektedir. Bu da, bu gurupların ve bölge devletlerinin çıkarlarını tehdit etmesi, onları korkutmasıdır. Gerek Öcalan’ın gerek PYD başkanı Salih Müslim’in gerek Barzani’nin ve gerekse de diğer Kürt gurupların yapmış oldukları bir takım açıklamalarda, birlikte hareket edilmesinin öneminden bahsederek demokrasiyi ön plana çıkarmaları ve devamlı olarak buna vurgu yapmaları bu korkunun bir ürününün olduğunun açık göstergesidir. Bununla beraber bu toplantının amaçlarından bir diğeri ise, bölgede bulunan Kürt gurupların birlikte hareket etmeleri gerçekleştirilerek, tek çatı altında toplanılması ve bu gurupların hem radikal diye tabir edilen bir takım İslami guruplarla beraber hareket etmelerinin engellenmesi, hem de zalim Esed’e karşı ciddi bir muhalefetin oluşmasının önüne geçilmesidir. Nitekim 2011 yılında Kürt muhalif liderlerden Meşal Temo suikastından sonra Kürtlerin Esed’e karşı muhalefetlerinde ciddi bir kırılma yaşandığı görülmüştür. İşte bu gerçek Amerika ve Batı’yı gerçek anlamda tedirgin etmiş ve bölgedeki kuklalarını harekete geçirmeye sevk etmiştir. Özellikle de PYD‘yi Hilafet Devleti için çalışan El Nusra’ya karşı kışkırtmış olması.

Son olarak Türkiye ve gerekse de İslam Ümmetinin başında bulunan bu yöneticilerin, ülkeleriyle ilgili var olan sorunların çözümlerini sömürgeci kafirlerin eline vermeleri, onların inisiyatifine ve merhametine terk etmeleri, en hafif tabirle siyasi bir intihardan başka bir şey değildir. Bununla birlikte bu ve buna benzer sorunları icat eden, bu tür örgütleri kuran ve O’nu ümmetin başına bela eden kafirlerle beraber hareket etmek, onlarla işbirliği içerisinde bulunmak, hainlik içeren anlaşmalar yapmak ve ittifaklar içerisinde yer almak zillet ve nedametten başka bir şey değildir.