Bölgesel ve evrensel olaylar baş döndürücü bir hızla gelişip, gündem geride kalıcı bir olgu bırakmamış gibi değişirken, köksüz yorumlar moda gibi eskimektedir.
Kuşku yok ki beklentiler birer göstergedir. Konjonktüre hükmedenler tarafından, halkımızın beklentileri ve umutları, önceden tasarlanan gelişmeler doğrultusunda şekillendirilmektedir. Belli bir paradigma ekseninde, zihinsel bir hazırlığı olmayan entelektüel kesimin dahi, beklentileri ve umutları kısmen evrensel, kısmen de bölgesel egemen güçler tarafından belirlenmektedir. Bu bir durum tespiti olup, kişi veya kesimlerin samimiyetiyle bir ilgisi yoktur.
Şimdi bu bağlamda, gündemin başta gelen ve biri diğerinden bağımsız olmayan Öcalan’ın beyannamesi ve İsrail’in özür dilemesi meselelerini ele alalım.
Uzun süre üzerinde çalışıldığı anlaşılan ve 21 Mart 2013 Perşembe günü, Diyarbakır Nevroz Meydan’ında okunan beyannamenin beklentileri karşıladığı anlaşılmaktadır. Ancak Ak Parti’nin kurduğu 3. Hükümetten bu yana, Türkiye kamuoyunda ve entelektüel kesimde, bugün olgunlaştığı anlaşılan beklentinin, iki tarafın yoğun çabalarıyla oluşturulduğunu fark etmezsek, bu halkla nasıl oynandığını kavrayamayız.
Şunu da peşinen belirtelim ki; kan dökülmesinden yana olmaktan Allah’a sığınırız. Ancak, henüz daha ne üzerinde ittifak edildiği bile belli değilken, bu sürecin kutsanması doğrumudur? Öyle bir hava oluşturulmuş ki; söyleyecek sözü olanlar, kanın dökülmesinden yana olmakla yaftalanma tehdidi ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Hâlbuki; İslam ümmetinin geleceği ile ilgili böylesi önemli bir meselede, tam olarak neler olup bittiğini anlamak adına, bu süreci kurcalamak zaruriyeti, her türlü riski göğüslemeye yetmektedir.
Örneğin; aşağıya aldığımız sorular, hayatidir!
1- Nasıl oluyor da, 1984’te ilk kurulduğundan beri, kendi düşüncelerini kanlı eylemlerle kamuoyu haline getirmeyi metot olarak kullanan bir örgütün liderinin, 29 yıl sonraki nihai beyanı, faaliyet gösterdiği ülkenin Başbakanı’nın çözüm önerisinin aynısı nasıl olabiliyor?
2- Bu örgütün, aslında ilk günden beri varmak istediği hedef meşru idi de, rejim bu taleplerin siyaseten ifade edilmesine imkan tanımadığından dolayı mı şiddet eylemlerine teşebbüs etti?
3- Yoksa, geride bırakıldığı farz edilen bu kanlı sürecin esas amacı, rejimle işbirliği halinde, Kürt halkını laik ve demokrat sürece entegre etmek miydi?
4- Madem bugün deklere edilen talepler meşru ise, rejim ve devlet ricalinden, dökülen bunca kan, gözyaşı ve maddi zararın hesabını kim, nasıl soracaktır?
5- Rejimin ve P.K.K.’nın kırmızıçizgilerini tamamen terk etmelerinin Suriye’deki gelişmelerle bir ilişkisi var mıdır?
6- Her iki tarafı bu denli baştan çıkaran bu konjonktür, yarın değişirse çözüm sürecinin akıbeti ne olacaktır.
Örgüt bir bildiri deklere etti diye, bu sorular anlamını yitirmiş olamaz. Gerçek şu ki; bu sorulara cevap arama çabası, aynı zamanda bu gün çözüm diye milletin önüne konulan şeyin, gerçekten çözüm olup olmadığını sorgulama çabasıdır. Nitekim; soruna kaynaklık eden ve bu millete dar gelen Misak-ı Milli ve fıtratıyla çelişen demokrasinin çözüm için adres gösterilmesi, kısa sürede tekrar başa dönüleceğine dair kuvvetli bir belirtiyi içinde saklamaktadır. Kürt halkı yalnız Türkiye’de yaşamıyor olması ve Laik Demokratik Cumhuriyet Rejimin, gelinen noktada bu Müslüman halklara bir yarar sağlamamış olması kaygıları derinleştirmektedir.
Diğer taraftan Öcalan’ın; *“*Ben beni dinleyen milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil siyaset öne çıkıyor.” Şeklindeki ifadesi de, bir anlayış değişikliğinden çok, konjonktürel bir tavra işaret etmektedir.
Mavi Marmara meselesinde de aynı şekilde ileri seviyede bir toplum mühendisliği sergilenerek, halkın beklentileri kontrol altına alınmıştır. Müslüman ülkelerin, uşaklıkta sınır tanımayan yöneticileri, ihanetleriyle, kurulduğu günden beri, İsrail Oluşumu ile ilgili bir imaj yaratma yarışına girmişlerdir. Bu Oluşum, realiteye aykırı düşen bu imajla İslam âlemine kafa tutmaktadır.
Olay şu: Birçok ülke vatandaşının yer aldığı, savunmasız bir gemi, yıllardır abluka altında olan bir Müslüman beldeye, insani yardım malzemesi götürürken, daha uluslar arası sularda iken, adı geçen terör Oluşum’unun çeteleri, kasten ve özellikle seçerek, içinden dokuz Türkiye vatandaşı insanımızı hunharca öldürüp, bir o kadarını da yaralarken, yaralılara tıbbi müdahaleyi engellemiştir. Bu da yetmezmiş gibi, gemiyi kendi limanına çekip, sair yolcuları tehdit altında sorgulamıştır.
Böyle katmerli bir zulme maruz kalan hangi ülkenin vatandaşları, uluslar arası bütün kuralları çiğneyen, bu denli gaddar bir terör Oluşumu’ndan, yalnızca bir özür dileme beklentisine girerler. Kuşkusuz bu toprakların Müslüman halkı da böyle bir aşağılanmayı kabullenemez. Ne var ki; AKP’nin yürüttüğü politikalar ve bu ülkenin Başbakan’ının attığı nutuklarla, bu halk, özür dilemeyi bekleme moduna sokulmuştur. Birde üstüne üstlük, - özür diler, dilemez- falına maruz bırakılmıştır.
Gerçek şu ki; bu gayri meşru İsrail Oluşum’u ile ilişkilerimiz asgari seviyeye indiğinde, bütün halk derin bir oh çekmiş, rahatlamış ve tamamen kesilmesini temenni etmiştir. Şimdi çıkıp özür dilemesi, herkeste bir kaygı uyandırmıştır. Halk; İsrail’in nasıl bir hinlik düşünerek özür dilediği ile ilgili derin endişe duymaktadır.
Bütün göstergeler bu özrün, Suriye’de İslam ümmetinin umutlarını yeşerten gelişmelerden dolayı geldiğine işaret etmektedir. İnsani yardımlar ve Başbakan’ın attığı nutuklarla, dünyanın dikkatini çekmeyi başaran AKP Hükümeti, cephede göğüs göğse savaşan tugayların reddettiği, seküler demokrat heyetleri örgütleme çabasını sürdürmüştür. Bu yüzden İsrail; Suriye’de kurulmak üzere olan Hilafet Devleti’ne engel olma konusunda, Türkiye’nin kendisiyle iş tutabileceğine ikna olmuş olmalı. Maksadını aşan söz ve davranışlarla, kopma noktasına gelen ilişkiler, bölgede bir Hilafet Devleti’nin kurulması söz konusu olunca, buzlar çözülmüş ve üç yıldır kontrol altında tutulan beklentileri karşılayacak olan özür gelmiştir. Bu özrün mimarının ABD Başkanı Obama olması, işin önem ve vehametini bir kat daha artırmaktadır. Nitekim, bu yazının yazılmasından iki saat önce Netenyahu, kendi halkına, Suriye’deki gelişmelerden dolayı, özür dilediğini açıklamıştır. Duyduğum andaki ilk refleksim; “bunlar halkına karşı bizimkilerden daha dürüst” şeklinde oldu.
Gerçek şu ki; aslında Öcalan’ın yaptığı da bir bakıma özür dilemedir! Bu her iki özür dileme de, Suriye’de kurulması an meselesi olan Hilafet Devleti’ni engelleme konusunda, Türkiye’ye biçilen rolden dolayı sunulmuş olmasın! Böylece Türkiye; laiklik refleksiyle, misyonunu yerine getirmek için, ihtiyaç duyduğu partnerini tekrar yanı başında bulmuş, İsrail geleceğe dair güvenlikle ilgili kaygılarını bertaraf ederken, güya Türkiye de; biri etnik, diğeri dine dayalı iki oluşumdan da kurtulmuş olacaktır. Aslan payı da yine Amerika’nın! Amerika da; Orta doğudaki menfaatlerini tehlikeye düşürecek olan İslami Yönetimden kurtulmuş olacaktır.
Müslüman Türkiye halkına diyeceğim şu ki; devletin yaptığı insani yardımlar, sizin gözünüzü boyamasın. Bütün bunların, Hilafet Devleti’nin kurulmasına engel olmakla işleyeceği cürmü örtmek için yapılıp yapılmadığına dikkat kesilin. Böyle bir cürmü hissettiğinizde, sessiz kalarak cürme ortak olamazsınız! Allah herkesi yaptıklarıyla elbette hesaba çekecektir.
وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusf:21)