Başarısızlık, genellikle yeterince çalışılmamaya bağlanır. Ancak, başarısızlığın en önemli sebebi; doğru bir anlayış ile doğru bir yöntemi takip etmemek ve yeterince istekli olmamaktır. Kürt meselesinin çözümüne yönelik yaklaşımlarda bu dört hususun tamamı etkili olduğundan sorun halen devam etmektedir.
Doksan yıldır Kürt meselesinin çözümü konusunda gelinen nokta, başlangıç noktasının bir adım ötesidir. AKP’li hükümetlerin bu meselede bir ileri iki geri şeklinde attığı adımlar, aralıksız uzunca bir süre -istisnalar hariç- çatışmasızlığın sağlanması, toplum tarafından olumlu gelişme olarak algılandı. Ancak gelinen nokta itibari ile dış faktörlerin de işin içine girmesiyle sorun, işin içinden çıkılmayacak bir kangrene dönüştü.
Irak ve Suriye’deki gelişmeler, ABD'nin öncülüğündeki haçlı koalisyonun PYD ile ilişkileri ve Koalisyonun bir parçası olan Türkiye'nin Suriye politikasındaki dengesizliği, sorunun ne şekilde halledilmek istendiği konusunda belirsizlikleri barındırmaktadır.
Aynı şekilde örgüt tarafından yapılan açıklamalar ve eylemlere bakıldığında, kendisinin neyi ne şekilde istediği hususu da net olmaktan uzaklaşmış ve tutarlı bir tarafı kalmamıştır. Bir yandan ateşkes ilan edilmekte diğer taraftan “öz yönetim” ilanında ısrarlı olunmakta ve kentlerde hendek kazmaya devam edilmektedir. Ayrıca örgüt bunlara ek olarak “çözüm sürecinin” devamını da talep etmektedir.
Daha önceden de defaten belirttiğim husus; örgüt, her seferinde mücadelesini farklı yöntemler ile bir adım öteye taşımaktadır. Son aylarda çatışmaların kentlere taşınması, örgüte kazanımdan ziyade kaybettirdiği ortadadır. Ancak buna rağmen örgüt geri adım atmamaktadır. Çünkü, devletin değişmeyen zihniyeti sebebi ile halkın devlete/AKP'ye yanaşmayacağını bilmektedir. Kaldı ki çatışmaların kentlere taşınması demek daha fazla sivil insanların ölmesi, daha fazla göç ve daha fazla mağduriyet demektir. Gerek devlet eli ile gerçekleşen ve gerekse devlete mal edilecek ölümler örgüte destek olarak döneceğini örgüt de gayet iyi bilmektedir. Bundan dolayı, devletin meseleye yaklaşımı ve uygulamaları olumlu yönde değişmediği sürece, bu olumsuz gidişat değişmeyecektir.
Devletin operasyonlara ara vermeden devam etmesi, beka psikolojisi gereği olarak düşünülmekle birlikte oylarını aldığı milliyetçi kesime karşı vefa borcu duygusunun sonucu olsa gerek.
Örgüt, halkın mağduriyeti üzerinden gücü elde edip halkı daha fazla mağdur ederken, devlet, yaptığı operasyonlarda halkın duvarlarına "Türk'ün gücünü göreceksin" yazılarını yazmaktadır. Örgüt, devleti “işgalci” olarak tarif ederken güdümüne girdiği devletlerin sayısı kabarmış, devlet, örgütü “bölücü” terörist ilan edip, realiteden uzak halen güvenlik ekseninde meseleyi çözebileceğini düşünmektedir.
“Kürt açılımı” ismi ile başlayan bu süreç, bir kaç defa isim ve yöntem değişikliğine maruz kaldı. En son “çözüm süreci"nin ismi de uygulaması da 7 Haziran seçimleri akabinde rafa kaldırıldı. Şimdi de "milli birlik ve beraberlik" ismi ile sürece yeniden başlanacağını ifade etmektedir. “Birlik”, “beraberlik” güzel de bu “milli” ne demek? Bu meselenin ortaya çıkmasının asıl sebebi bu “millilik” değil miydi?
Biri diğerini doğuran, bu iki meşru olmayan yapının varlığı ve çatışması halkı canından bezdirmekte, konumuna göre birinden yana tavır almasına sebebiyet vermektedir. Çatışma sürecini sürekli kılarak bir an olsun bile halkı boş bırakmıyorlar. Oluşturulan algılar ile halklar kutuplaştırdılar ve sağlıklı sorgulamayı tamamen dumura uğrattılar.
İnsanoğlunun aklına ve fıtratına uymayan nizamların dayatılması ile toplum, bir buhrandan bir diğer buhrana sürüklendi. Ayrılıkçı, pragmatik ve ben merkezli anlayışların, tahakküm kurma hırsı ve kölelik ruhunun yaşam felsefesi haline getirilip dayatıldığı bu toplumda, sağlıklı düşüncenin yeşermesi oldukça zordur. Bozuk fikir ve duygular ile yönetilen ve yönlendirilen toplumda çözüm ve başarının kıstasları da asla binaen bozuk olur.
Günü birlik algı oyunları ile yönlendirilen toplum, kalıcı ve gerçek bir çözümü sorgulamaktan uzaklaştırılmakta ve kısa vadeli sözüm ona çözümler için umutlandırılmakta ve bunun için çalıştırılmaktadır.
Bugünkü toplum, tıpkı uçsuz bucaksız bir çölde arkası görünmeyen "şu tepenin ardında su var" umudu ile aldatılarak yürütülmektedir. Bu sefer olmadı ama "önümüzdeki maçalara bakacağız" repliğine döndü hayatlar. Çaresizliği ve çözümsüzlüğü akla ve fıtrata hoş gelen kelime ve kavramlar ile maskeleyerek benimser olduk.
Adalet, kalkınma, çözüm, başarı, aydınlık, barış, kardeşlik, birlik, beraberlik günümüzde reel olarak karşılığı tüketilmiş veya anlam kaymasına maruz kalan kelimelere dönüştü.
Taraflar “millilik” zihniyetini terk etmedikleri müddetçe, adı ne olursa olsun hiç bir proje bu meseleyi çözüme kavuşturmayacaktır.