Bilir misiniz ceviz kurdunu?
Müsaadenizle ben size anlatayım.
Ceviz kurdu, cevize girebileceği kadar bir delik açar ve cevizin içine girer. Cevizin içi, insan beynine benzer biliyorsunuz, kurt başlar cevizin içini yemeye.
Elbette ki buraya kadar her şey normal. Ama bizim ceviz kurdu yedikçe yer, yedikçe şişmanlar, genişler. Yeterince doyunca ve yükünü tutunca, gitmek ister ama girdiği delikten çıkması mümkün değildir artık ve istese de çıkamaz…
İşin enteresan ve daha da kötü tarafı ise; içi yenilen cevizin kabuğu da kurumuş ve iyice sertleşmiştir, bu yüzden artık o deliği genişletmek de imkânsız hâle gelmiştir.
Kurtçuk oturup etrafına bakar, düşünür, taşınır, delikten geçip çıkmak için tek çaresi olduğunu anlar; “zayıflamayı beklemek”…
Aç kaldıkça zayıflar, eski cılız hâline döner.
Ve bir gün bitap düşmüş hâlde ilk başladığı gibi cevizden çıkar.
Ancak çıktığında mevsim bitmiş, ortada aç ve cılız bir kurtçuk ile bir içsiz, bomboş bir ceviz kabuğu kalmıştır…
Sevgili okurlar!
Kimi insanlardaki para-mal-mülk-makam-mevki hırsı, kazanma ve daha fazla kazanma arzusu da ceviz kurdunun hâline benzer… Bir gün o hırsı yenip “artık yeter!” dediğinde ise baharlar ve yazlar bitmiş olur. Geriye sadece, ömrünün sonbaharı ve belki de çeşitli hastalıklar, ilaçlar ve diyetler ile geçirmek zorunda kalacağı, koskoca bir kara kışı kalmış olur. Mal-mülk peşinden koşarken ömrünü heba etmiş olan halktan bir insan için durum genelde böyle olur. Etkilenen de ya kendisi ya da en fazla yakın çevresindekiler olur.
Ya bu hırs ile gözü dönmüş insan, yönetici ise? İşte o zaman durum çok başkadır. Etki alanı genişler.
Yönetici, yönetici olmaması durumunda ulaşmaya kadir olamayacağı mala, mülke yönetici olduğu için ulaşabilir hâle geliyorsa ceviz kurdu rolüne bürünmüş demektir. Bu cümlenin daha iyi anlaşılabilmesi için hemen bir örnek girelim.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Abdullah ibnul Lutbiyye el-Ezdi isminde bir adamı zekât toplama memuru tayin etmişti. Bu zekât memuru kişi, zekât toplama işini bitirdiği zaman Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e geldi ve:
“Ey Allah’ın Rasulü! Şu sizin zekât malınızdır. Bu da bana hediye verilmiştir.” dedi.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ona:
“Sen babanın ve annenin evinde otursaydın da sana hediye verilir miydi!” buyurdu.
Yani, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem, devlet memurunun görev başında kendisine verilen hediyeyi almasını yasaklamıştır, bunu rüşvet kabul etmiştir.
Müminlerin Emiri Ömer RadiyAllahu Anh, kendi şahsi işlerini yaparken kendi aydınlatmasını (kandilini), devlet işlerini yaparken de devlet geliri ile alınmış aydınlatma sistemini (kandili) kullanıyordu.
Ömer RadiyAllahu Anh çarşıda semiz bir deve görmüş kimin olduğunu sorunca halk, “Oğlun Abdullah’ındır!” demişti. Oğlunu çağırıp durumu sorunca oğlu, “Ticaret için bir deve aldım ve meralara yolladım, böyle semizleşti.” dedi. Ömer RadiyAllahu Anh bunu duyunca rengi değişmiş*, “Oh ne güzel! Deveyi meralara yolla, halk da ‘bu halifenin oğlunun devesidir, onu yedirin, sulayın, aman iyice ilgilenin’ desin, özel ilgi göstersin, sen de bol bol kâr elde et, öyle mi! Deveyi sat, anaparanı al, gerisini de hazineye yolla!”* demiştir.
Ömer RadiyAllahu Anh kamuda akraba kayırmacılığını bir yöneticinin yapabileceği en büyük hainliklerden birisi olarak görmüştür. Kûfe Valiliği için istişare ederken yanındakilerden birisi bu makama Ömer’in oğlu Abdullah’ı teklif edince, Ömer RadiyAllahu Anh adama dönüp “Allah senin canını alsın! Bilmiyor musun ki, kim daha layık biri olduğu hâlde bir işe akrabasını ve yakınını tayin ederse Allah’a, Rasulü’ne ve bütün Müslümanlara ihanet etmiş olur!” demiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2015 yılında Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen valiler toplantısında, başkanlık sisteminden İç Güvenlik Paketi’ne kadar birçok önemli açıklamalarda bulunmuş ve valilere “Hz. Ömer’in adaletini yansıtın!” demişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2016 yılında Ankara’daki muhtarlarla iftar programı öncesinde açıklamalarda bulunurken muhtarlara “Bulunduğunuz yerde siz benim gören gözüm, duyan kulağım, yardım eden elimsiniz.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ömer RadiyAllahu Anh’ın sırtında un çuvalı taşıdığı vakıayı örnek vererek, “Ben de diyorum ki Ey benim muhtar kardeşlerim! Mahallenizde fakir fukara bırakmayın!” ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2018 yılında şehirlerde milletvekili adaylarının belirlenmesinin kriteri olarak “Milletle irtibatı olan, çalışan, üreten, iş yapan, kadınların ve gençlerin de temsil edildiği adaylarımız olmalı. Her milletvekilimiz bulunduğu şehrin Hazreti Ömer’i olmalı. Adil, çalışkan ve dürüst olmalı. Buradan hareketle hedefimiz, şehirlerin Ömerlerini bulmak!” demişti.
Yine 2019 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti’nin 18. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen resepsiyonda yaptığı konuşmada “Mevcut kadrolarımızla beraber herkesi kongre sürecimize aktif olarak katılmaya davet ediyorum. Kanaat önderleri kimlerse kadromuzu onlarla güçlendireceğiz. Bize Ömerler lazım. Bu Ömerleri bulduğumuzda, şu anki konumumuzdan daha ileriki bir konuma geleceğiz, hiç endişeniz olmasın.” ifadelerini kullanmıştı. İlginç olan şu ki, bu konuşmanın devamında yine aynı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şu sözleri söyleyerek herkesi ters köşe yapmıştı; akıl tutulmasına sebep olmuş, akılları dumura uğramıştı.
“Bu ülkeye demokraside ve ekonomide Cumhuriyet tarihindeki en büyük atılımı AK Parti yaptırmıştır!”
Yaptığı icraatlar gerek yurtiçi, gerekse de yurtdışında içinde bulunulan ilişkiler, bir öyle bir böyle konuşmalar Cumhurbaşkanı’nın içinde bulunduğu fikrî çelişkiyi çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Ömerlerle dinini, davasını güçlendirmesi için Allah’a niyaz eden Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bulunduğu yerden fersah fersah uzak olanlar, maalesef aynı konuşma içinde birbirine zıt ifadeleri kullanabiliyorlar. Nerede Ömerlerin destek verdikleri İslâm davası, nerede Cumhuriyet tarihindeki en büyük demokrasi atılımları…
Adaleti tesis etmiyorsunuz; “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!” diyorsunuz. Diğer taraftan adalet ihtiyacının dayanağını yabancı yatırımcının gelmemesine bağlıyorsunuz. Bugüne kadar neden adalet yoktu? İşte kapitalizm… “Getirisi olacaksa adaleti tesis ederiz” yaklaşımı… Hazin!
Şu unutulmamalı ki; Hattaboğlu’nu “Ömer RadiyAllahu anh” yapan, demokratik laik sistem değildi. Laik sistemlerden Ömerlerin yetişmesini beklemek de abesle iştigaldir zaten. Bu demokratik siyasi hayatta adaletiyle nam salmış Ömerler bulunmuyor, bulunamaz! Rasulullah’ın yolunu/metodunu terk edip demokratik yollarda Ömerleri arayanlar da kendilerini o yolda kaybederler; iktidar olurlar ama Allah korkusunu unuturlar, kul hakkını umursamazlar. Allah’ın hükmünü çiğner ve çiğnetirler.
İşte bu, maazallah kötü bir son ve acı bir tükeniştir! Ceviz kurdu zayıflamaktadır ve eğer gün yüzüne çıkmaya yüzü kalırsa gerçekler ile yüzleşecek ve baharın artık bittiğine şahit olacaktır. Umulur ki, Ömer’i Ömer RadiyAllahu Anh yapanın İslâm nizamı olduğu anlaşılsın, Mübarek’in ismi demokratik laik sistemin kürsülerinde rant elde etmek için kullanılmasın.
Makalenin sonunu yine Ömer RadiyAllahu Anh’ın bir sözü ile yapalım.
Ömer RadiyAllahu Anh der ki, “Eğer bir kişi, ben hata yaparsam ve bana hakikati söyleyip yanlışımı düzeltmeyecekse benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur demektir. Ve eğer o kişi görevini yapar ve beni uyarır, fakat ben uyarıyı dikkate almazsam, o kişi benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur.”
___