Bir kitap kapağı. Üzerinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın kendi resminin olduğu, işaret parmağıyla okuyucuyu işaret eden, “büyük düşün ve dünyanın kaç bucak olduğunu göster” anlamına gelen İngilizcesi biraz daha argo kelimeler ile “think big and kick ass” olarak ifade edilen büyük harflerle yazılmış bir başlık olan bir kitap kapağı. Özet olarak, iş dünyasında ve hayatta nasıl olsa düşüneceksin, büyük düşün, daha da büyüğünü hayal et mesajını içeren bir kitap.
Kapitalist ideolojinin penceresinden bakıldığında, iş dünyasında ve hayatta belki faydası dokunabilecek tavsiyeler, yöntemler içerebilir. Fakat bu makalemde, ne iş dünyasından, ne de Trump’ın tavsiyelerinden bahsedeceğim. Bahsedeceğim husus Amerika’nın dünyanın jandarması olduğunu kabul eden diğer ülkelerin yöneticileri, özellikle de İslami beldelerin ajan yöneticilerinin acizliği ve onlara karşı takınmamız gereken tavır.
“Think big and kick ass” cümlesini okuyan, ümmete ihanet içerisinde olan bazı İslami beldelerin yöneticileri bunu ufak bir göz yanılması ve kafa karışıklığı ile “think big and kiss ass” olarak anlamış olacak ki Amerika, İslami beldeler üzerinde gerek askeri, gerek siyasi operasyonlarda bulunurken Amerika’ya yalakalık yapmakta birbirleri ile yarışıyorlar. Bir Müslüman, sahip olduğu feraset ile bu yöneticilere baktığında, güvensizlikten, ihanetten, kâfirlerle ortak çalışma arzusundan başka bir şey göremiyor.
Evet, büyük düşünmek gerekiyor. Çünkü bunu bize kerim kitabı Kur’an’da Allah Subhanehu ve Teâla emrediyor. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hayatı boyunca büyük düşünerek hareket tarzı belirliyordu. Hilafet kaldırılana kadar, Müslümanların yöneticileri hep izzeti seçiyorlar, izzetli ve şerefli bir duruş sergiliyorlar, en zor dönemlerde dahi bu hal böyle devam ediyordu. Abdülhamit han “rüyamızı unuttuk, rüyamızı çaldılar, düş kuramaz olduk” derken, işte ümmete sonradan hâsıl olan bu fikrî çöküntüden bahsediyordu.
Müslümanlar, tarihin bazı dönemlerinde kimliklerinden uzak kaldılar ve itibarlarını kaybettiler. Kimliğini, akidesiyle uyum içerisinde yaşayıp, akidesine ait nizam ile yaşattığı dönemlerde ise huzur buldular ve dünyaya da huzuru, adaleti ve güveni taşıdılar.
Kimlik mücadelemizde, inandığımız fikirler (akide) ve üzerimize tatbik edilen düzen(nizam)’in uyumuna bakılır. Özet olarak, inandığımızı yaşayabiliyor muyuz, yoksa yaşamak zorunda bırakıldığımız bir düzeni mi yaşıyoruz? İnandıklarımızla, tepki verip tavır koyup sesimizi çıkartıp hakkımızı isteyip hakkı haykırıp amel edebiliyor muyuz? Yoksa inancımızla çelişse bile, alışıp yılışıp karışıp gözlerimizi yumup kulaklarımızı tıkıyor muyuz?
Kâfirlerin korkmadan çekinmeden, Rasul’e ve Rasul’ün getirdiği risaletin değerlerine, Müslümanların kanlarına, canlarına, vahşi hayvanların saldırmaları gibi saldırmaları karşısında, Rasul’ün yolunda olduğunu iddia eden yöneticilerin tepkileri hiç de Allah ve Rasulü’nün emanetlerine hakkıyla sahip çıkmak düzeyinde olmuyor.
Allah Subhanehu ve Teâla’ya kul olmak ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in önderliğinde yaşamak, hayırlı bir toplum olmayı gerektiriyor. Bizim de yeniden hayırlı bir toplum olabilmemiz, Kuran ve sünnet emanetlerine sımsıkı sarılmamızla mümkündür.
Burada dikkat etmemiz gereken konu ise Allah Rasulü’nün emanetini çok iyi anlamamızdır. Çünkü anladığımız bir emanete ancak sahip çıkabiliriz. Bunun için Kur’an’a ve sünnete sımsıkı sarılmalıyız ki, Allah’ı ve Rasulü’nü razı eden bir İslam toplumu olalım.
Ancak bugün yaşadığımız topluma bakacak olursak, Müslüman olup da gayri İslami kanunların hâkim olduğu bir toplumda yaşadığımızı söyleyebiliriz. Başımızdaki yöneticiler bu gayri İslami kanunları, kendilerine kâfirler tarafından verilmiş bir emanet olarak koruyup gözetiyorlar, diğer taraftan gerek siyasi gerekse medyatik oyunlarla, bizleri Allah’ın emaneti İslam’a karşı duyarsız hale getirmeye çalışıyorlar.
Biz Müslümanlar, Kuran’ı ve Sünneti iyi bilir ve tatbik edilmesi için çalışırsak, Kuranda ve Sünnette bizden istendiği gibi emanete sahip çıkabiliriz.
Cesaret sahibi insanlar, gayelerin gayesi Allah rızası için, Allah'ın emrettiği dini yaşamak ve diğer insanların da bu mükemmel dini yaşamasını sağlamak için çabalar, etraflarında işlenen münkere karşı dilsiz şeytan gibi sessiz kalmaz, gereken İslami tavrı gösterirler. Haramlara ve zulümlere karşı mücadele etmeyi, hakkı, hakikati, dini anlatmayı görev edinmişlerdir. Müminlerin cesaretinin temelinde tamamen Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik samimi bir gayret bulunmaktadır. Bu yüzden, Allah’ın dinini kâmil manada yaşama konusundaki cesaretleri belirli şartlara bağlı değildir. Her ortamda ve her durumda Mü’min, ruh ile (Allah ile olan bağın idraki ile) Rabbimize güvenmenin getirdiği cesaretini korur.
İnsanlar, sahte ilahların peşinden koşup, dünyalarını ve ahiretlerini felakete sürüklerken, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmakta yol gösteren Rasulullah efendimizin getirdiği yüce İslam dininde, bizlere emanet olarak verilen aklı, canı, malı, nesli, dini ve Müslümanları korumanın metodu, Allah’ın hükümlerini tatbik edecek ve Müslümanlara ve İslam’ın emanetlerine bir kalkan gibi koruma sağlayacak olan İslam devletinin varlığı değil midir?
Müslümanların bulunduğu her beldede, zulüm arşa ulaştı. Böyle bir zamanda, Allah’ın hükümlerinin yeryüzünde tatbik edilmesinin farziyeti tüm Müslümanların omuzlarında iken; bu hükümlerin tatbik edilmesiyle insanlığa daha önce adalet, izzet ve huzur ikame ettiği aşikâr bir hale gelmişken, hala Allah’ın hükümleri dışında hükümler ile yönetmek ve yönetmek için aday olmak gerçekten aptal cesaretine sahip olmayı gerektirir. Müslümanların başında bulunan bu yöneticiler yoksa Allah-u Teâla’nın Maide Suresi 50. Ayeti kerimesindeki şu hükmünü bilmiyorlar mı?
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?”
Bolca şükretmemiz gereken ve ancak aklı başında kimselerin kavrayabileceği en büyük nimetlerden biri demokratik, laik, maddeci düşünsel yapıya sahip, fayda ve zararı, menfaati ölçü alan insanları görüp, onlara aldanmayarak; demokrasiyi, seçimlere katılmayı haram olarak bilmemiz, tek ölçü olarak helal ve haramı bilmemiz, tevhidin ne olduğunu damarlarımızda hissediyor olmamızdır. İzzet ve şerefi Allah’tan bilen, O’nun rızası için çalışan, O’na yaklaşan, nesebi, malı, mülkü, evladı, akrabası tarafından değil, Allah tarafından izzet ve şerefe kavuşturulur ve yüceltilir.
Bir Müslüman, büyük düşünürse, Hilafet için çalışır. Ümmetin içinde bulunduğu durumdan, ümmeti kurtarıp, izzete şerefe refaha kavuşturmak için canhıraş bir şekilde çalışır.
Gerek toplumu oluşturan kardeşlerimize, gerek de İslami beldelerin başındaki yöneticilere sesleniyorum:
BÜYÜK DÜŞÜNÜN! Tekrar, özel olarak Müslümanların başındaki yöneticilere sesleniyorum: Kâfirlerden korkup, onlarla işbirliği yapıp, Allah’a meydan okuma cesaretini göstereceğinize; Allah’tan korkun da kâfirlere meydan okuma cesaretini gösterin!