Bu Gidiş Nereye?
28 Ekim 2019

Bu Gidiş Nereye?

Genelde bütün insanlığın özelde ise Türkiye toplumunun geldiği noktada insani ve ahlaki standartlardan söz etmek çok da tutarlı olmasa gerek. “Ahlaksızlık” ve “gayri meşru” diye ifade edebileceğimiz ne varsa maalesef yaşadığımız coğrafyayı kuşatmış durumda. Türkiye genelinde gerçekleşen hırsızlık vakalarının, gayri meşru ilişkilerin, çocuk istismarcılığının, uyuşturucu ve alkol kullanımının ayrıca saymadığımız daha nice ahlaksızlıkların ve münkeratın haddi hesabı yok!

Rabbimizin münker olarak addettiği ne varsa yaşadığımız bu hayatta biz istemesek de yer buluyor maalesef… Yüzyıllar Hilâfet’e ev sahipliği yapmış bu kadim İslâm toprağı, hiç bu kadar kötülüğe duçar kalmamıştı. Müslümanlar toplumsal olarak haramlarla bu denli iç içe olmamıştı. Her gün yeni bir günah ve yeni bir münker hayatımızı karartıyorken ahiret karnemize de eklenmeye devam ediyor. Bu durumda Kur’anî bir sual da kaçınılmaz oluyor: فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ “Bu gidiş nereye?”

Malum olduğu üzere toplumsal bazda gidişat pek hayra alamet değil. Bu, gören ve düşünen herkes için gizli de değildir. Müslümanlar olarak inanılmaz derecede bir değerler erozyonu ve tabii ki de beraberinde ciddi bir çöküntü ile karşı karşıyayız. Adeta ikinci bir cahiliye dönemi yaşanmaktadır. Ancak her ne kadar tablo karanlık olsa da Rasulullah’ın şu sözü her daim şiarımız olmuştur ve olmaya da devam edecektir:

إِنَّ الْعَيْنَ تَدْمَعُ ، وَالْقَلْبَ يَحْزَنُ ، وَلَا نَقُولُ إِلَّا مَا يَرْضَى رَبُّنَا

“Göz ağlar, kalp mahzun olur; ancak biz yüce Rabbimizin razı olduğundan başkasını söylemeyiz.”[1]

Toplumun bu gidişatından rahatız olan ve İslâmi duyarlılığa sahip olan ümmetin evlatları, yeri geldi cemaatleşti, yeri geldi kitleleşti ve İslâm adına bir şeyler yapma gereksinimini her daim omuzlarında hissetti. İslâm’ın tatbik sahasından kaldırılmasından bu yana laik, demokratik rejimin var ettiği atmosfer Müslümanları zehirledi ve bu zehirden kurtulmak isteyen muhlisleri bir şeyler yapmaya sevk etti. Evet, bir değişim olmalıydı ama nasıl, neyle ve kiminle?

İşte tam da bu duygularla Müslümanlar partiler kurdular, cemaatleştiler ve var olan İslâmi kitleleri dolaylı veya dolaysız olarak desteklediler. Hatta bunu bir zorunluluk addettiler…

Lakin bu değişimi fikrî temele dayalı, ön hazırlıklı ve sağlam bir irade ile değil de sadece tepkisel ve duygusal olarak arzuladılar. Dolayısıyla yeri geldi demokratik kulvarda mücadele veren “İslâmi” partileri, “gaye vasıtayı meşru kılar” anlayışının ardına sığınarak desteklediler.

Yeri geldi “ehven-i Şerreyn/İki şerden, daha hafif olanını tercih etmek” ilkesini esas kabul ederek desteklediler.

Yeri geldi “zaruretler mahzurlu olanları mubah kılar” kaidesi doğrultusunda mücadelelerini omuzladılar.

Yeri geldi Yusuf Aleyhi’s Selam’ın kıssasından hareketle “Hz. Yusuf’un küfür sistemi içerisinde yer aldığı”(!) düşüncesinden hareketle demokratik düzenin içerisinde yer aldılar.

Hâl böyle olunca da değiştirmek üzere çıktıkları bu yolda, kendileri sistem içerisinde değiştiler ve yola koyulduklarında “araç” olan demokrasi, yolun ortasında “amaç” oldu hatta daha da ileri gidilerek bu zevatça laiklik bile pazarlanır oldu!

Böylece demokratik kulvarda rol alan İslâmî hareketler/partiler(!) desteklendi. Müslümanlar, İslâm adına bir şeylerin yapılacağı ümidiyle demokratik siyasi hareketlere destek oldular. Hatta bu partilerin liderlerince “din eksenli parti olmadıkları” defalarca söylenmiş olmasına rağmen bu partiler İslâmi mücadeleye atfedildi. Evet, sahip çıkıldı, desteklendi ve bu destek adeta bir mücadeleye dönüştü.

Peki neden? Sadece İslâm’a dair bir şeylerin hayatımızda olması ve İslâm ile değişmek adına…

Peki, sormak isterim: verilen bunca mücadele, çocuklarımızın eşcinsellerle aynı atmosferi solumaları ve onların hayâsızlıklarına şahit olmaları için miydi?

Verilen bunca mücadele, AB uyum yasaları çerçevesinde zinanın suç olmaktan çıkarılması için miydi?

Verilen bu mücadele, dedelerimizin miras bıraktığı “faizli banka binasının gölgesinden geçersem bana da bulaşır” anlayışının zamanla faizin “dünya gerçeğine” dönüşüp fütursuzca tüketilmesi için miydi?

Verilen bu mücadele, Müslümanlarda her daim var olmuş mücadele ruhunun yok olup gitmesi ve beraberinde de ataraksiya[2] hastalığına tutulmaları için miydi?

Verilen bu mücadele, “İsrail” ile ticaret hacminin Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar yüksek ve başarılı olması için miydi? Yoksa birkaç menfaat karşılığında “Mavi Marmara” davasının satılması için miydi?

Verilen bu mücadele, Müslümanların katilleri ile pazarlık yapmak, onlarla dostluk kurmak için miydi?

Verilen bu mücadele, evimizden ırak tuttuğumuz kumarın ekranlarda başörtülü kızların eliyle ve devlet gözetiminde oynatılması için miydi?

Verilen bu mücadele, Müslümanlar olarak addettiğimiz değerler namına ne varsa kâfirlerce fütursuzca çiğnenmesine yol vermek için miydi?

Verilen bu mücadele, başörtüsünün tesettür ahkamından ve adabından yoksun bir şekilde toplumsal mutabakat zemininde İslâmi olmayan şekiller ile çözülmesi için miydi?

Verilen bu mücadele, “İstanbul Sözleşmesi”nin eksiksiz bir şekilde uygulanması ile “Allah ve Rasulü’nün koruma altına aldığı kale” olan ailelerin darmadağın edilmesi için miydi?

Yoksa verilen bu mücadele, Sünnet-i seniyyeye ittiba hassasiyetinden ötürü pilavı dahi eliyle yiyenlerin, zamanla haramı gözetmeksizin her türlü yola tevessül eden zengin birer abdestli kapitalistlere dönüşmesi için miydi?

Ben inanıyorum ki vicdan sahibi ve İslâm’a hakkıyla gönül vermiş herkesin bu sorulara vereceği cevap kocaman bir “hayır” olacaktır.

Evet, Müslümanlar “sonuç böyle olsun” diye bu mücadeleyi vermedi! Böyle bir duruma düşmek için desteklemedi! Ama sonuç böyle oldu maalesef. Bütün samimiyetimle söylüyorum ki: eğer demokratik esaslı siyasi mücadeleler desteklenmeye devam edilirse, şu anki kötü vaziyetten çok daha fazlası olacağı muhakkaktır! Çünkü demokrasi siyasete kaynaklık etmektedir. Ki demokrasinin genlerinde bir hayr, bir güzellik asla ama asla yoktur.

Bu sadece geldiğimiz vakıanın tasviridir. Dolayısıyla şimdi, kaybetmiş hissine kapılıp da geçmişe dövünerek hatalarımıza ağıtlar yakmayacağız. Bilakis Rasulullah Efendimizin buyurduğu gibi dersler çıkartacağız.

لَا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ

“Mümin, bir (yılanın) deliğinden iki defa sokulmaz (aldatılmaz).”[3] Öyleyse hatalardan ibret ve dersler çıkarıp demokratik bir siyaset izleme hatasına bir daha düşmeden, kâfirlerin bizlere taktim etmiş olduğu sistemlere bel bağlamadan, sadece Şeriat’ın hareket metoduyla hareket etmek kaydıyla yeniden ve yine İslâm’ın mücadelesini ve davasını omuzlayacağız!

Ne Yapacağız?

Kâfirlerin aramıza ekmeye çalıştığı ayrılık fitnesine prim vermeyeceğiz.

Tali ve detay meseleleri bir kenara bırakarak Allah’ın dininin “Ensarları” olacağız.

Allah’ın razı olacağı İslâmi hayatı inşa etmek için yeniden mücadele edeceğiz.

Birlikte kapitalizmin hegemonyasına son verip İslâm’ın yeryüzüne hâkimiyetini gerçekleştireceğiz. Ancak bunu yaparken asla İslâm’ın dışındaki demokrasi, laiklik, milliyetçilik vb. fikirleri referans almayacağız.

Evet, kıymetli Müslümanlar! Biz bu engelleri birlikte aşabiliriz! Yıllar önce samimi duygularla, azim ve kararlılıkla çıkılan yola hep birlikte yeniden revan olabiliriz. Ancak arzuladığımız selamet yurduna bu defa geçmişte olduğu gibi düşmanın yani kâfirlerin demokrasi atıyla gidilemediğini idrak etmeliyiz. Zira İslâm ancak ve ancak kendi fikirleri ve metodu ile hayata hâkim olur.

Öyleyse kalbi iman ile dolu ve bu fasit düzende yaşamaktan mutsuz olan kardeşlerime sesleniyorum! Gelin, “İslâm artık iflas etmiştir” diyenlere hep bir ağızdan ve de can-ı gönülden şu cevapları verelim:

Kastınız, “demokratik esaslı siyasal İslâm” ise evet, o iflas etmiştir; aynen yamalı bohçaya dönen demokrasiniz gibi! Lakin siz de biliyorsunuz ki o hiçbir zaman İslâm’ı temsil etmemiştir. Zira “siyasal İslâm”, “radikal İslâm”, “ılımlı İslâm”, “demokrat İslâm” gibi bal şerbeti görünümündeki zehirli isimlendirmeleriniz asla saf ve duru olan İslâm ile bağdaşmaz. Bizler, sizin bu isimlendirmelerinizden beriyiz!

Çünkü bizler, “İslâmcı” değil “Müslümanız”!

Bizler, Allah’tan başka hiçbir ilahı kabul etmeyen muvahhitleriz!

Bizler, olmamızı istediğiniz laik kimliğe bürünmektense “muhakkak ki zindan sizin benden istediğinizden çok daha hayırlıdır” diyen Yusuflarız!

Bizler, hakkı ayağa kaldırmak isteyen salihleriz! Allah’tan başka kimseden korkmayan muttakileriz.

Bizler, Allah’ın izniyle Batılı sömürgecilerin küresel sistemine Râşidî Hilâfet’i ikame ederek son verecek olan muzafferleriz!

İşte çalışanlar bunun için çalışsınlar…

#İslamVeSiyaset


[1] Buhari

[2] Ataraksiya, kişide tepki yokluğu/yoksulluğu ve bu nedenle oluşan durgunluk durumuna denmektedir.

[3] Buhari