Bozuk Saat Misali…
02 Kasım 2017

Bozuk Saat Misali…

Geçtiğimiz hafta İbn Haldun Üniversitesi’nde düzenlenen Uluslararası Medeniyet Şurası’nın açılışını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sünnet üzerinde cereyan eden tartışmaların bir nesli ifsat etmek anlamına geldiğini söyledi. Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından konuyla ilgili yer şöyledir: “Şu anda birçok insanlar çıktı, türedi. Bu türedi tipler Sünnet’i ciddi manada tartışır hâle geldiler… Bu tartışmaları açmak, aslında bir neslin ifsadı anlamınadır ve bu nesli ifsat etme hakkını da kimse onlara vermemiştir. Kendileri de böyle bir tarzla siyasetin içerisine giremezler, girerlerse bedelini onlar da ağır öderler.”[1]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sünnet tartışmalarının gündeme gelmesiyle/getirilmesiyle nesillerin ifsat olacağını dillendirmesi doğrudur. Yaşanabilir İslâm’ın yegâne garantisi Sünnet’tir. Evet, Sünnet olmadan yaşanabilir bir İslâm’dan, istikametten bahsetmek mümkün değildir. Hadiste bu vakıa şu şekilde ifade edilmiştir:

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللهِ وَسُنَّةَ

“Sizi iki şey bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz; Allah’ın Kitabı ve Sünnet.”[2]

Yaşanabilir İslâm söz konusu değilse; ne adaletten ne ahlaktan ne de huzurdan bahsedilemez. Kısacası hidayet kaynağı olan Sünnet olmadan nesillerimizin ifsat olmaya mahkum olduğu düşüncesi ve sözü haktır. Bozuk saat misali her yanlışta karşılaşılabilecek “doğrular” vardır, olabilir. Erdoğan’ın bu sözlerinin doğruluğundan hareketle söylenenlerin ve yapılanların hepsini doğru kabul etmek; bozuk olmasına rağmen günde iki defa doğruyu gösteren saatin aslında(!) “sağlıklı/doğru bir saat” olduğunu iddia etmekten farksızdır. Onun için söylenen sözün bir kısmının doğru olması ne eksiklerin ne de yanlışların konuşulmasına engel değildir, engel de teşkil etmemelidir.

Sünnet’i İtibarsızlaştırma Gayretleri

Son dönemlerde Sünnet’e hiç olmadığı kadar saldırıldığı ve itibarsızlaştırma gayretlerinin olduğu bir gerçektir. Sünnet’e saldırı hadislerin sıhhati/sıhhatsizliği tartışmasının ötesinde dini yok etme gayretinden ve mücadelesinden başka bir şeyle izah edilemez. Bunların asıl düşmanlığı ‘yaşanabilir İslâm’adır. Onların asıl endişesi ideolojik anlamda İslâm’dır. Lue Rance Braune “İslâm ve İsrailiyyat” kitabında İslâm’dan ne kadar korktuklarını, asıl endişelerinin İslâm’ın kendisi olduğunu şöyle dile getirir: “Aslen en büyük tehlike İslâm nizamındadır. Zira İslâm yayılma gücüne sahip bir dindir. Dolayısıyla Avrupa sömürgesine karşı durabilecek tek nizam İslâm nizamıdır.”[3] Yani bütün mesele İslâm’ın bir hayat nizamı olarak tekrar can bulması meselesidir. Çünkü hadis yaşanabilir İslâm’ın can/atar damarıdır. Asıl mesele İslâm nizamına olan düşmanlık olduğundan hareketle diğerlerinin çok bir önemi kalmamaktadır. Şu anekdot bunu güzel ifade ediyor: “Napolyon, meydan muharebesini idare ediyormuş. Toplar susmuş karşı taraf yağmur gibi top mermisi yağdırıyormuş. Napolyon büyük bir öfke ile batarya komutanına sormuş: Toplar niye sustu? Kumandan demiş ki: Kırk tane sebebi var. Napolyon: Say, demiş. Kumandan: Bir, barut yok. Napolyon: Tamam gerisini saymana gerek yok.” Burada olduğu gibi hadislere saldırmaktaki asıl maksat İslâm’ın hayat nizamı olarak algılanmasının önüne geçmektir. Hâl böyle olunca asıl mesele zayıf-sahih, ahad-mütevatir tartışmalarından çok daha ötedir.

İfsadın Asıl Kaynağı Demokratik Laik Düzendir

Ne var ki Cumhurbaşkanı Erdoğan Sünnet üzerinden yapılan tartışmaların ifsat edici nesiller doğuracağını ifade etmesi ama diğer taraftan asıl ifsadın kaynağı olan demokratik laik bir düzenle insanları siyase/idare ediyor olması garabetin âlâsıdır. Evet, laiklik bu ümmetin başına gelebilecek en büyük fitne ve ifsadın kendisidir. Laikliğin böyle sonuçlar doğurması kadar doğal bir şey de yoktur. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakmak, toplumun duçar kaldığı fitneyi, fesadı ve huzursuzluğu resmetmeye yeter ve artar bile…

Hilâfet Devleti’nin enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, laiklik akidesi gereği Allah’ın hükümlerini hayattan kovmuş ve raflara hapsetmiştir. Allah’ın hükümleri ve vahiy kaynaklı çözümlerin yerini beşerî hükümler ve çözümler almıştır. Yarınını görmekten aciz, bugün iyi dediğine yarın kötü diyen beşer aklının insan fıtratına uygun hükümler koyması ve dolasıyla bundan da huzur, güven ve adalet sonuç olarak da mutmainlik beklenmesi muhaldir. Demokratik laik düzenin az önce saydıklarımızı temin etmesi mümkün değildir. Laikliğin bize sağlayabileceği şey fitnedir, fesattır. Nitekim vakıa yalan söylemez.

Batı’nın acı meyvelerinden olan özgürlük ve çağdaşlık düşüncesi nedeniyle hayatlarının baharında Rablerinin rızasından uzaklaşan gençler; mevcut laik rejimin eseridir.

Bugün metro duraklarında ya da sokak başlarında aldığı aşırı dozda bonzaiden dolayı yerlerde perişan bir vaziyette yatarken görüntülenen gençler aslında fitnenin kaynağı demokratik laik rejimin resmidir.

Alkol komasından hastaneye kaldırılan hatta yaşamlarını yitiren ve yaşları henüz on altı bile olmayan gençlerin ibretlik görüntüleri demokrasinin resmidir.

Görünen köy kılavuz istemez.” Allah’ın dışında hükmeden nizamların insanlığı ulaştıracağı sonuçlar bellidir; fitne, fesat, güvensizlik vs. vs.

Laik rejim; her şeyden öte Allah’ın rızasından uzak bir hayatın yegâne müsebbibidir.

En ilginç olanı ise Sünnet tartışmalarının nesillerin fesadına yol açacağını söylerken aynı zamanda insanlığı fitneden, fesattan ve karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilen Kur’an ve Sünnet’i hayattan kovan sistemin idarecisi olmaktır. Yani fesat yayacağı düşüncesiyle sünnet tartışmalarından sakınmak gerektiğini söylerken halka laikliği sevdirmek izah edilebilir türden değil maalesef… Bu gerçeği de bu vesileyle biz hatırlatmış olalım; demokratik laik rejim fitnenin ve fesadın kaynağıdır.

Sünnet Müdafaası

Sözlerin en hayırlısı kuşkusuz amelin doğruladığı sözdür. Söylenen sözlerin muhataplar nezdinde tesir bırakabilmesi ve samimiyeti, ancak söz sahibinin şahsında amelin o sözü desteklemesiyle mümkündür. Amel edilmeyen söz güdüktür/tamamlanmamıştır. Sünnet müdafaası ve Sünnet sevgisi de böyledir.

Allah’ın yardımı ne zamandır?” diyecek kadar şiddetli eziyet ve işkencelere maruz kalınmış olmasına rağmen yardımı sadece ama sadece Allah’tan istemek Rasulullah’ın fiilî Sünnet’indendir.

Reel politik hesabı yapmadan zalimlerin dimdik karşısında, mazlumların ise yanı başında durmak Rasulullah’ın fiilî Sünnet’indendir.

Allah’ın dinini boğazlanmak pahasına da olsa ikame etmek için gönderildim diyerek Allah’ın dinini hayata hâkim kılmayı amaçlamak ve hâkimiyeti sadece Allah’a hasretmek Rasulullah’ın fiilî Sünnet’indendir.

Allah düşmanlarının saptırmalarına aldırış etmeden Allah’ın hükümleriyle hükmetmek Rasulullah’ın fiilî Sünnet’indendir.

Her şeyden öte; İslâm’ın hükümlerini kâmil manada tatbik edebilmenin yegâne şer’î yolu olan İslâm Devleti Rasulullah’ın en güçlü fiilî Sünnetlerindendir.

Bu vesile ile fiilî Sünnet ifadesinden de sadece nafileleri kapsayan fiilleri kastetmediğimi belirtmiş olayım. Çünkü genelde toplumumuzda Sünnet denilince ilk akla gelen mana sevaba yaklaştırıcı ameller olmaktadır. Fiilî Sünnet; nafileleri kapsadığı gibi kesin talep içeren fiilleri/farzları da kapsar.

Peki Sünnet müdafaası yukarıda saydığım fiilî Sünnetleri de yapmayı gerektirmez mi?

- Bilinmelidir ki zalimlere meylederek Rasulullah’ın Sünneti müdafaa edilmez.

- Allah’ın hükümlerini hayattan kovan demokratik laik rejimin bekçiliği yapılarak Sünnet müdafaa edilmez.

- Allah’ın dostluklarını haram kıldığı kişiler ile dostluk ve stratejik ortaklık içerisinde olmakla/olarak Sünnet müdafaa edilmez.

Sünnet müdafaası zalime meyletmemeyi, demokrasiyi, laikliği ve beşerî nizamların hepsini inkâr etmeyi gerektirir. Demem o ki; hem Sünnet muhafızı edasıyla söylenen sözler olacak hem de Rasulullah’ın asla yapmadığı/yapmasını yasakladığı fiiller olacak; demokratik laik sistemle yönetmek gibi, zalimlerle iş tutmak gibi… Hiç ama hiç samimice değil.


[1] http://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskani-erdogan-turedi-tipler-sunneti-ciddi-manada-tartisir-hale-geldiler/943867

[2] Muslim

[3] Peygambersiz Bir Din,Alaaddin Palevi, s.71