Her şey, "Dünya Hilafet'e Neden Muhtaç?" sorusu ile başladı. Önce bu başlık altında yapacağımız konferansımız yasaklandı. Sonra Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı olarak şahsım ve Köklü Değişim İstanbul Temsilcisi Osman YILDIZ birlikte gözaltına alındık. Sonrasında bu haksız gözaltı uygulamasına tepki vermek ve bizlere destek olmak için İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelen kadın erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk 300 Müslüman gözaltına alındı. Ve en son bu haksızlığı sorgulayan İLKAV Başkanı Mehmet PAMAK hoca ve İLKAV'da Cuma günü yapılan sohbet ve hutbede bu haksızlığa ve zulme değinen Yalçın İÇYER ve Hayati İSAOĞLU hoca ile bir kişi daha gözaltına alındı.
Hizb-ut Tahrir Türkiye, son yıllarda Hilafet'in kaldırılış tarihi olan 3 Mart tarihinin yıl dönümlerinde, Hilafet'in yeniden zihinlere işlenmesi ve Müslümanların öze dönüş yapması için belirli etkinlikler düzenliyor. 2013 yılında Suriye Devrimi konulu bir konferans, 2014 yılında "Hilafet 90 Yıl Önce Buradaydı" başlıklı konferans, 2015 yılında "Demokratik Başkanlık Modeli mi, Raşid-i Hilafet mi?" başlıklı konferans, 2016 yılında "Nasıl Bir Hilafet" başlıklı Uluslararası Hilafet Sempozyumu ve yine aynı yıl "Hilafet Hayal mi Yakın Bir Gelecek mi?" başlıklı Uluslararası Hilafet Konferansı yapıldı. Bu yıl ise 5 Mart Pazar günü için "Dünya Hilafet'e Neden Muhtaç?" başlıklı bir konferans planlandı, konferansın duyurusu yapıldı, Türkiye içinden ve dışından birçok Müslüman bu hayırlı programa iştirak etmek için hazırlık yaptı. Ancak 3 Mart tarihinde konferansın yasaklandığına dair tebliğ yazısını almak için Bayrampaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne çağrıldığımızda, tebliğ yazısını verdiler sonra da Osman YILDIZ ile şahsımı gözaltına aldılar. Benimle beraber konferansın diğer iki konuşmacısı araştırmacı yazar Musa BAYOĞLU ve ilahiyatçı yazar Abdullah İMAMOĞLU hakkında da aynı şekilde gözaltı kararı çıkarıldı.
Konferansın yasaklanması ve bizlerin gözaltına alınmasına gerekçe olarak ise 2004 yılında Hizb-ut Tahrir ile ilgili yürütülen yargılamalarda Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin aldığı, "hukuk tarihine geçecek" hukuk dışı içtihat kararı gerekçe gösterildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu içtihat kararında hukuk ilkelerini ayaklar altına almış ve adeta Hizb-ut Tahrir'e özel bir "düşman ceza hukuku" ilkesi oluşturmuştu.
Neydi bu içtihat kararı peki?
Hizb-ut Tahrir, cebir ve şiddet yöntemi ve silahlı mücadeleyi kesinkes reddetmiş olmasına rağmen, yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nden hem yerel mahkemelere hem de Yargıtay'a gönderilen bilgi notlarında Hizb-ut Tahrir'in herhangi bir cebir ve şiddet yöntemini kullanmadığı ve silahlı mücadeleyi benimsemediği, bilakis fikrî ve siyasi olarak tebliğ metodunu uyguladığı bilgisi olmasına rağmen, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hizb-ut Tahrir'i terör örgütü kapsamına sokan bir içtihat kararı aldı. Öyle ki Yargıtay'ın aldığı bu içtihat kararı, 3713 nolu Terörle Mücadele Kanunu’nda geçen "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle..." ifadesini hiçe sayan ve çiğneyen bir karardı. Yargıtay, Hizb-ut Tahrir'in şu an olmasa da gelecekte silaha başvurabileceğine hükmederek bu kararı almıştı. Biz Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak bu gülünç içtihat kararını malum ve meşhur hukukçulara, yazarlara, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarına ve siyasilere anlatıp gösterdiğimizde herkesin yüzünde acı bir tebessüm beliriyordu. Herkes böyle bir hukuk, böyle bir karar olur mu, diyordu. Durumu daha vahim kılan şey ise bu içtihat kararını alan Yargıtay üyelerinin ve son 12-13 yılda bu içtihat kararını gerekçe göstererek Hizb-ut Tahrir üyeleri aleyhinde ceza veren yargıçların çoğunun şu an başka bir örgüt "PDY-FETÖ" üyesi iddiası ile tutuklu olarak yargılanıyor olmalarıdır.
Hâl böyle iken, hem Emniyet Müdürlüğü hem de yargı "Dünya Hilafet'e Neden Muhtaç" başlıklı konferansımızı yasaklamayı ve bizi gözaltına almayı işte yukarıda izahını yaptığım gülünç içtihat kararına dayandırdılar. Bu zulmü bize reva görenler Hizb-ut Tahrir'in gücünün fikirden geldiğini esasen çok iyi bilmektedirler. Sadece kolluk kuvvetleri ve yargıçlar değil, siyasiler ve yöneticiler de Hizb-ut Tahrir'in silaha başvurmadığını ve bunu reddettiğini çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla mesele “terör mü terör değil mi” meselesi değildir. Hizb-ut Tahrir her şeyi ile legal ve açık bir şekilde fikrî siyasi çalışmalarını yürütmektedir, yürütmeye de devam edecektir. Yargıtay'ın bu hukuk dışı içtihat kararı ise değişip yok hükmünde sayılıncaya kadar Türkiye yargısının boynunda kara bir leke olarak asılı kalacaktır.
Dedim ya mesele “terör mü terör değil mi” meselesi değildir. Asıl mesele, 93 yıl önce kaldırılan Hilafet'in Müslümanlara yeniden hatırlatılmasıdır. Hem de hiç lafı eğip bükmeden, köşe bucak dolaştırmadan Hilafet'in İslam'ın yönetim sistemi olduğunun haykırılmasıdır. Laiklik ve demokrasinin övüldüğü bir zamanda her ikisinin de İslam'a taban tabana zıt olan Batılı küfür sistemleri olduğunun altının kalın çizgiler ile çizilmesidir. Küresel ölçekte kapitalizmin altında uygulanmakta olan tüm düşünce ve sistemlerin (laiklik, demokrasi, cumhuriyet, liberalizm, federalizm, sosyal adalet vs.) insanlığın sorunlarına çözüm getiremediğinin ifşa edilmesi ve dünyanın Hilafet'e muhtaç olduğunun dillendirilmesidir. Konferansın yasaklanmasının, gözaltına alınmamızın, bizlere destek veren hocalarımızın, ailelerimiz ve kardeşlerimizin gözaltına alınmasının esasi sebebi işte budur. Bir soruya (Dünya Hilafet'e Neden Muhtaç?) cevap veremeyenler 306 gözaltı yaptılar. Bu gözaltı kararları açıkça siyasi kararlardır. Yargıtay'ın içtihadı ile mesele hukukileştirilmeye çalışılmış sadece. Durum bundan ibaret...
8 günlük gözaltı sürecinde neler, yaşadık neler gördük?
Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum; Türkiye, “IŞİD ile mücadele ediyorum.” demek ve bunu Batı ve ABD'ye somut istatistikler üzerinden kanıtlayarak göstermek için detaylı tahkikatlar yapmadan suçlu suçsuz birçok Müslüman'ı gözaltına alıyor. Genel olarak selefi düşünceye yakın olan Müslümanlar ve Türkistan bölgesinden ülkemize sığınan aileler bu uygulamaya maruz kalıyorlar. Bu kadar fazla gözaltı yapılmasının amacının Türkiye'nin yüksek istatistiki verileri uluslararası kamuoyu ile paylaşmak istemesinden ileri geldiği kanaatini taşıyorum. Almanya ve Hollanda'nın Türkiye'ye yaptıkları son küstahlığı da gördükten sonra hükümetin hâlâ Batı'yı memnun etmek için zulüm ve baskı ile Müslümanları mağdur etmesine kamuoyunun tepkisini ve bu durumu nasıl okuyacağını da merak ediyorum doğrusu. Zira daha 40 günlük bebeği ve 4-5 çocuğu ile gözaltına maruz kalan muhacir kadınları görmenin acı verici olduğunu hatırlatmak istiyorum. IŞID Suriye'de Müslümanlara karşı baskı ve zulüm ile cürüm işliyor. Türkiye ise burada Müslümanlara IŞİD’ci diyerek zulmediyor. Sadece IŞİD de değil, hükümetin siyasi hesaplar üzerinden "PDY-FETÖ" ile mücadelede son geldiği noktada, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan masum insanları mağdur ettiği de apaçık bir gerçektir. Ayrıca Ergenekon ve Balyoz davalarındaki tüm sanıkları aklayan, hızlı bir yeniden yargılama sürecinin startını veren de aynı hükümettir. Bugün hâlâ 28 Şubat süreci ve sonrasında haksız yere cezaya mahkûm edilen İslami kimlikler zindanlarda bekliyorlar. Hülasa, genel olarak hukuksuzluğa karşı insani ve İslami bir muhalefet tavrı ortaya koymak gerekiyor. Bu hem insani hem de esasen İslami sorumluluktur.
Bizim gözaltına alınmamız sonrasında, haksızlığa karşı verilen tepki ve hakkaniyetli duyarlılığa genel olarak şahit olduk. Gördük ki Müslümanlar zulme karşı dayanışma içinde olabiliyorlar, sahipsiz olmadıklarını gösterebiliyorlar. Kendilerine sunulan batıl ve fasit seçenekler karşısında hakikati söyleyebiliyorlar. Müslümanlar İslam ve değerlerinin savunulması ve hakkın haykırılması karşısında kenetlenebiliyorlar. Gördük ki, fikirlerimizi benimsemiyorlar ise de temel olarak haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı duruş sergileyen duyarlı yazarlar kalemlerini bunun için yani hakkaniyet için oynatabiliyorlar. Bu söylediklerime örneklik teşkil etmesi için bu süreçte haksız gözaltına tepki veren ve bize destek olan kurum ve kişileri sıraladım. Her birine teşekkür ediyorum. Hiçbirimiz Rabbimizden musibet istemiyoruz ancak eğer bir musibet isabet ederse de bir Müslüman olarak sabır ve sebat üzere kalmayı Allah'tan niyaz ediyoruz. Bizlere verilen bu destek, dayanışma ve zulme karşı duruşun daha da güçlenmesini temenni ediyorum.
Mehmet PAMAK, İLKAV
Yalçın İÇYER
Hayati İSAOĞLU
Ahmet KALKAN, KALEM-DER
Mazlum-der İstanbul Şubesi
Murat ÖZER, İMKAN-DER
Rıdvan KAYA, ÖZGÜR-DER
Erdal ELİBÜYÜK, Hüda Par İstanbul İl Başkanı
Mehmet EŞİN, Mustazaflar Cemiyeti
Sait ŞAHİN, Hüda Par Genel Başkan Yardımcısı
Mehmet ŞAHİN, Fatih Akıncılar Derneği
Ahmet Turgut ULUCAK, Yazar
Hamza ER, AKMER
Sabiha ATEŞ ALPAT, Yazar
Nuray Canan BEZİRGAN, İmkan-der
Nihal Bengisu KARACA, Yazar
Pınar TREMBLAY, Yazar
Yılmaz BİLGEN, Gazeteci
Adem ÖZKÖSE, Gazeteci Yazar
Yusuf KAPLAN, Yazar
Yakup KÖSE, Yazar
İsmail SAYMAZ, Gazeteci Yazar
Dr. Ömer Faruk GERGERLİOĞLU, Aktivist Yazar
Adem ÇEVİK, Aktivist
Tayyar TEZCAN, Yazar
Kadir Murat ÖZTÜRK, Mirasımız-Der
Hamit GÖKTÜRK
Mehmet Emin AKIN
Hidayetullah OĞUZHAN, Doğu Türkistan Maarif Vakfı
Feyzullah BİRIŞIK
Hayati SEDEF
Av. Kaya KARTAL
Av. Ömer YÜZGÜL