Bizleri rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan’a ulaştıran Rabbimize hamdolsun. Ancak ne yazık ki içinde yaşadığımız bu zaman diliminde Müslümanlar olarak yine “üstün, adil ve şahit ümmet” olma özelliklerinden yoksun bir şekilde Ramazan ayını idrak etmeye çalışıyoruz. Çünkü bir taraftan egemen emperyalist devletler İslâm beldelerinde zulümlerine devam ederken, diğer taraftan gasıp “Yahudi varlığı” yeni katliamlara imza atmaktadır. Bütün bu olup bitenler karşısında, Müslümanların başındaki yönetimler ya tamamen sessiz kalmakta ya da aciz bir şekilde “kınama” açıklamalarında bulunmaktadır.
Bu genel olumsuz atmosfere ek olarak Ramazan ayına Türkiye’de bir seçim arifesinde girmiş olmanın dezavantajını yaşamaktayız. Çünkü Ramazan ayı, sahip olduğu iklimi gereğince Müslümanlar arasında kardeşliği pekiştirmekte, merhamet ve paylaşımı artırmaktadır. Ancak, hem teorik olarak hem de bugüne kadar yaşananlar bize şunu göstermektedir ki mevcut sistemde seçim önceleri halk olabildiğince kutuplaştırılmaktadır. Bunun sonucu olarak kin ve nefret duyguları kabartılmakta ve insanlar birbirine kırdırılmaktadır. Hem de basit dünyevi menfaatler uğruna ve gayri İslâmi eylem ve yöntemler ile geliştirilen partizanlık ile… Yaklaşmakta olan seçimlere şöyle genel hatları ile baktığımızda Müslümanlar için nasıl bir anlam veya öneme sahip olduğunu, İslâm penceresinden bakıp değerlendirmek istedim.
24 Haziran yaklaştıkça seçime giren partiler nezdinde heyecan ve gerilim artmaktadır. Bir yandan aday belirleme çalışmaları devam ederken diğer taraftan topluma sunulacak vaatler netleşmektedir. Doğal olarak vaatlerin tümü, mevcut şartların daha iyisi ile değişimi içermektedir. Öncelikle bütün olup bitenleri dışarıdan izleyen, geçmiş tecrübeler ile bakan herkes için, hangi ittifak kazanırsa kazansın fiiliyatta pek bir şeyin değişmeyeceğini görebilmektedir. Hiçbir şey mi değişmeyecek? Sorusuna, elbette değişimin kaçınılmazlığı ilkesi gereğince bazı şeyler değişecektir. Ancak kastettiğim değişim, köklü anlamda olmayan, toplumdaki beklentileri karşılayacak bir değişimin olmayacaktır. Çünkü şu an için iktidara talip olan iki ana akım/ittifak, iktidara ilk defa talip olmadığı gibi her iki ana akım da yeterince miktarda iktidar olmuşlardır.
İttifaklardan birinin başat partisi CHP ki ülkenin kurucu zihniyeti olmakla birlikte uzun bir müddet ülkeyi tek başına yönetmiş ve sonraki dönemlerde de zaman zaman iktidar ortağı olmuştur. Diğer ittifakın ana gövdesini AKP oluşturmaktadır ki bu akım geçmişte Menderes ve Özal iktidarları ile temsil edilebilirken son 16 yıldır fiilî olarak tek başına iktidar olmuştur. Mevcut akım/ittifaklara bakıldığında temel dünya görüşlerinde veya uygulamalarında hiçbir fark olmazken üsluplarının farklı olduğu görülmektedir. Üsluplarının farklı olması genel olarak insanlarca bunların farklı iki ekol olduğu kanaatini uyandırmaktadır. Bu yönü ile mevcut ittifaklar ABD’deki demokrat ve cumhuriyetçilere benzemektedirler. Çünkü her iki akım/ittifak, “cumhuriyet”, “demokrasi”, “laiklik”, “ulus devlet anlayışı”, “anayasa”, “milliyetçilik”, “vatancılık” ve daha nice hususlarda ittifak hâlindedirler. Kısacası bu iki akımın sistem ve mevcut anayasal düzen ile bir dertleri olmadığı gibi her iki akım da bütün bu hususları canları pahasına savunmakta ve korumaktadır.
Kısacası, her iki ittifak ve ittifaklar içinde bulunan her parti, kapitalist fikirlere sahip olup, kapitalizme davet etmekte ve kapitalizmin nizamlarını uygulama vaadinde bulunmaktadırlar. Aynı şekilde kapitalist iktisat nizamını savunmakta ve uygulamaktadırlar. Yukarıda ifade ettiğim gibi bu ittifakların aynı temel düşünce ve nizamlara sahip olmalarına rağmen, uygulama üslupları birbirinden farklı olmalarından dolayı insanlarca, özellikle mevzu bahis Müslümanlarca farklı oldukları sanılmaktadır. Örneğin sol tandanslı, CHP’nin başını çektiği ittifak, Kemalist yani katı laiklik anlayışına sahip ve laikliği koruma adına İslâmi fikir ve eylemlere karşı daha çok yasakçı bir zihniyet ve uygulamaya sahiptir. İslâm ve İslâmi değerler ile açıktan düşmanlık yapmaktadır. Diğer taraftan “sağ/muhafazakâr” olarak tanımlanan, daha önce Menderes ve Özal’ın partilerinin temsil ettiği şimdilerde ise AKP’nin başını çektiği ittifak ise yine aynı şekilde aynı sistemi savunup uygulamaktadır. Ancak, bu ittifak da yukarıda geçtiği üzere cumhuriyetçi, demokrat, laik, ulus devlet anlayışına sahip, milliyetçi ve vatancı olmasına rağmen İslâm’a ve İslâmi değerlere açıktan saldırmamakta ve “demokrasi” adına bu konularda daha fazla özgürlük tanımaktadır.
Müslümanların şu hususu net bir şekilde bilmesi gerekiyor. İttifaklardan biri demokrasiyi savunmakla birlikte laikliği daha fazla ön plana çıkartıp bu bağlamda İslâmi hayatı talep edenlere karşı sert tedbirler alırken, diğer ittifak ise laikliği savunurken, kendisini laikliğin teminatı olarak gösterirken demokrasi, yani özgürlükler fikrini daha fazla ön plana çıkararak İslâmi hayatı talep edenleri zamanla sisteme entegre etmeye çalışır. Sisteme entegre olmayan kesimlere karşı bu anlayış da sert tedbirler alarak onları ceza evlerine göndermektedir. Bütün bu hususlar herkesçe malum olmasına rağmen, İslâmi değerlere açıkça düşmanlık etmeyen, ancak zamanla sisteme yani kısacası laikliğe entegre eden ikinci ittifakı canhıraş bir şekilde savunmaları çok acı… Birinin diğerine göre daha zalim olduğu, İslâm’a ve Müslümanlara karşı daha düşmanca tavır içinde olduğu düşünülebilir ve öyle değerlendirilebilir. Ancak bu durumda İslâm’a göre diğeri tercih edilmeli veya edilebilir sonucu çıkmaz.
Neticede iki ana akım da Kemalist ilkelere bağlı olarak, milliyetçi, vatancı, laik, demokrat ve cumhuriyetçidir. Ancak üsluplarının farklı olduğunu ifade ettik. Örneğin iki akım da İslâm’ı hayatın dışında tutan seküler eğitim müfredatına göre eğitim yaptırırken, biri “laikliği koruma” kaygısı ile kız öğrencilerin başörtülü bir şekilde eğitim almasını engeller, diğeri de “demokrasi” adına serbest olması gerektiğini savunur. Müslümanlar, seküler eğitim anlayışını tartışma konusu yapıp buna karşı çıkması gerekirken, bu fasit eğitimin başı kapalı mı yoksa başı açık mı alınmasının gerektiğini tartışmaları doğru değildir. Elbette ki sadece başörtüsü değil, bir bütün olarak tesettür Rabbimizin emri, her Müslümanın riayet etmesi gereken bir farziyettir ve bir Müslüman için farzlar tartışma konusu olamaz.
Aynı şekilde bir Müslüman, cumhuriyet, demokrasi, laiklik, ulus devlet anlayışı, milliyetçilik, vatancılık gibi İslâm dışı/küfür fikirleri, duyguları ve nizamlarını da benimseyemez, bunlara rıza gösteremez ve uygulanmasına karşı sükût edemez. Bir hayrı celbetmek adına bir günahı yüklenmeyi kabul edemez.
Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında Allah Subhanehu ve Teâlâ, insanları kalkındıran, adil, mümtaz bir hayat nizamı olan İslâm’ı indirmiştir. Kişi iman edip Müslüman olduğunda İslâm ile hayatını düzenlemeyi de kabul etmiş demektir. Dolayısı ile başka bir nizamı seçme hakkı da kalmamıştır. İslâm dairesi içinde kalmak isteyen her Müslümanın imani meseleleri iyice araştırıp bilmesi gerekir ki kendisini bu dairenin dışına çıkaracak hususları da iyi bilip ondan sakınması gerekmektedir.
Yazı başlığımız olan soruya cevap vermek gerekirse, evet şu anda mevcut sistem bize bir seçim dayatmaktadır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım hususun örneği şudur; aynı kaynaktan çıkıp, aynı renk ve tattaki suyu taşıyan, ancak renkleri farklı iki musluk arasında tercihe zorlanıyoruz. Ayrıca hem inancımız olan hem de kendisinden daha güzel ve adil bir nizam olmayan İslâm nizamını istemenin suç kapsamında olduğunu da biliyoruz. Buna rağmen Müslümanlar, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmak istiyorlarsa İslâmi hayat dışında başka bir şeyi seçemezler. Kurtuluş için İslâmi hayatın kendisi ile yaşanacağı Râşidî Hilâfet için çalışmaktan başka bir seçenekleri de yoktur.
Her şeyden önce İslâm’ı seçen biz Müslümanlar, Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*yı tek “İlah” ve tek “Rab” olarak kabul ettik. Allah katında geçerli tek yaşam tarzının “İslâm” olduğunu da kabul ettik. O hâlde bu kabullerimiz ile birlikte, eğer ki kula kulluktan kurtulup sadece Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*ya kul olmak istiyorsak, İslâm’ın kendisi ile uygulandığı Râşidî Hilâfet’i seçmeli ve onun için çalışmalıyız.
Biz Müslümanlar, eğer ki emperyalist devletlerin etkisinden kurtulup tam bağımsız bir devlet olmak istiyorsak Râşidî Hilâfet’i kurmak zorundayız. Eğer ki diğer bütün halklar ile İslâm paydasında buluşmak yani tek ümmet olmak istiyorsak, ümmet olarak karşılaştığımız zulümlerden kurtulmak istiyorsak, bize kalkanlık yapacak olan Râşidî Hilâfet’i kurmak zorundayız. Eğer ki kutsallarımızın korunmasını istiyorsak, kutsal mekânlardan çok daha değerli olan müminlerin kanlarının akmasını istemiyorsak Râşidî Hilâfet için çalışmalıyız. Eğer ki işsizliğin bitmesini istiyorsak, adil paylaşımı ön gören bir iktisadi nizamın uygulanmasını istiyorsak, ümmetin tamamına ait olan yer altı ve yer üstü kaynaklarının tamamını yine ümmete harcayacak olan iktisadi nizamı istiyorsak Râşidî Hilâfet için çalışmalıyız. Eğer ki bütün münkerlerin kalkmasını, yerine adaletin, güzelliğin, kardeşliğin egemen olmasını istiyorsak Râşidî Hilâfet için çalışmalıyız. Eğer ki can, mal, nesep, din, akıl ve izzetimiz ile birlikte bütün değerlerimizin koruma altında olmasını istiyorsak, İslâm’ın yönetim nizamı olan Râşidî Hilâfet’i kurmaktan başka bir seçeneğimiz olamaz.