Bir Delikten İki Defa Isırılmaz Ama Biz Isırılmaya Doymuyoruz!
07 Ekim 2024

Bir Delikten İki Defa Isırılmaz Ama Biz Isırılmaya Doymuyoruz!

Kapitalist ekonomik sistemin en önemli özelliği, sürekli krizler doğurmasıdır. Normalde ekonomide üretmediğin mal ve hizmeti tüketemezsin. Yani fiziken var olmayan bir şey tüketilemez. Ancak kapitalist iktisat nizamının ana sütunu olan bankacılık sistemi; elinde fiziken var olmayan parayı sistemde kayıt altına alarak sanal rakamlar üzerinden mevduatlar oluşturur. Bundan dolayı işlem hacminde görünen para miktarı ile fiziken tedavülde dolaşan para miktarı arasında kapatılması mümkün olmayan bir makas oluşmuş olur. İşlem hacmi ile sistemde dolaşan para miktarı, sürekli şişen bir balon gibi büyür. Atılan bütün adımlar, bu balonun patlamaması içindir. Bu nedenle halk fakirlikle boğuşadursun, sistem için önemli olan; 2023 yılını %70 kârla kapatan bankaların kârlılığı ve bankacılık sisteminin devamlılığıdır.

Varsayalım; elinizde olan 1 milyon liranızı bankacılık sistemine herhangi bir şekilde dahil ettiğinizde, bankada kayıt altında 1 milyon lira olur. Sizin hâlâ 1 milyon liranız vardır ancak banka, sizin paranızı kendi parasıymış gibi başka birine kredi olarak aktarır. Üçüncü kişinin de 1 milyon lirası olmuş olur. Fiziken 1 milyon olan paranız sisteme dahil olduğunda üçüncü kişi ile birlikte 3 milyona dönüşmüş olur. Halbuki ortada sadece 1 milyon TL vardır.

İşte sürekli şişen paranın rakamsal miktarı nedeniyle enflasyon artar. Bu nedenle Merkez Bankası faizleri artırıp kredi musluklarını kısarak, sistem içinde olan para nedeniyle oluşan enflasyonu frenlemeye çalışır. Sürekli enflasyon sarmalı içinde oluşumuzun temel sebebi, kapitalist ekonomik sistem ve onun ana sütunları olan bankacılık ve karşılıksız kâğıt para sistemidir.

Bankalar kârlılıkla yılları devrederken bizlere kalan; “kemerimizi ve dişimizi sıkmak”tır. Sonucunda gerçekten bir umut olsa, insan bazı zorluklara katlanır. Ancak içinde yaşadığımız kapitalist sistemin geniş halk kitlesi için verebileceği umut, ancak rakamlar, grafikler ve yaşadığımız ekonomik dar boğazdan çıkışın formülü olarak gösterilen “Yapısal Reformlar”1 gibi süslü kavramlarla bezenmiş yalanlardan ibarettir.

1 Ekim’de yayınlanan bir haberde; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu haftalık verilerine göre; döviz kredisi hacminin 163 milyar doları aştığı, bunun da Türk Lirasının değerlenmesinde etkili olduğu belirtiliyordu.2 "Türk Lirası değerlendi" şeklinde yayımlanan haberlere dikkatli bakmak gerekir. Şöyle ki; Hazine ve Maliye Bakanlığı’na göre; Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 30 Haziran itibarıyla 512 milyar dolar, net dış borç stokuysa 265,4 milyar dolar.3

Brüt dış borç, Türkiye'nin yurt dışından aldığı toplam borç miktarını ifade ediyor. Bu borç, devletin, özel sektörün, bankaların ve hane halkının yurtdışından aldığı tüm kredi ve diğer borçlanma türlerini kapsıyor.

Net dış borç stoku ise; brüt dış borç stokundan farklı olarak, yurt dışındaki varlıkların (rezervler, döviz cinsinden varlıklar vb.) toplam dış borçtan düşülmesiyle elde edilen bir değerdir. Yani, bir ülkenin yurtdışına olan toplam borcundan, yurtdışında sahip olduğu varlıkları çıkarttıktan sonra kalan net borcu ifade eder.

Hem borç stokunun büyüklüğünü (brüt dış borç) hem de ülkenin borcunu ödeyebilme kapasitesini (net dış borç) göstermek için bu rakamlar ayrı ayrı verilmektedir.

Resim1.jpg

Türkiye’de dış borç stokunun büyük bir kısmı özel sektörün borçlanmasından kaynaklanıyor. Haziran sonu itibariyle toplam dış borç stokunun 256 milyar 610,8 milyon dolarını özel sektöre, 210 milyar 673,1 milyon dolarını kamuya, 44 milyar 691 milyon dolarını da Merkez Bankası’na ait borç oluşturuyor.4

Devletin doğrudan özel sektör borçlarını karşılama gibi bir yükümlülüğü yok ancak kapitalist bir ekonomik sistemde yaşadığımızdan, kapital sahipleri ve bilhassa bankacılık sistemi, “öncelikli korunacak” kesimdir ve Merkez Bankası ya da -daha doğrusu- Hükümetin izlediği para politikası, özel sektörün borçlarını ödemesinde etkili oluyor. Özel sektörün dış borç ödemesi nedeniyle aslında ülkemizden döviz çıkışı ya da servet transferi sağlanmış oluyor. Döviz çıkışıyla piyasada dolar miktarı azalır ve piyasada döviz bulmak zorlaştığında değeri artar. Tabii bu durumda TL değer kaybeder; elimizdeki para, pul olur. Kapital sahipleri yurtdışı kredilerini ödeyecek diye emeğimiz değersizleşir ve biz daha sıkıntılı geçim şartlarına zorlanmış oluruz. TL'nin değer kaybı nedeniyle alım gücümüz düşer ve temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamadığımız bugünleri yaşarız.

Peki, Merkez Bankası son dönemde hangi adımla özel sektörün kısa vadeli borçlarını ödemesinde kolaylık sağladı?

MB’nin 21 Eylül 2024 tarih ve 2024-52 sayılı basın duyurusunda; 27 Eylül'den itibaren uygulamaya konulmasını kararlaştırdığı, TL zorunlu karşılık oranlarını artırıp yabancı para zorunlu karşılık oranını düşürdüğü ifade edildi.

Bu karar, bankaların elindeki döviz miktarını artırarak özel sektörün, ucuz döviz kredisine ulaşmasını ve yurtdışı borçlarını daha az TL karşılığında döviz kredisi kullanarak ödeme avantajı elde etmesini sağlar. Dış borçlar ödenirken ülkedeki dövizin yurtdışı bankalara transfer edilmesi, ülke servetinin dışarı çıkmasıdır. Bu, halka yansıyan birinci ısırıktır.

Döviz çıkışıyla TL, değer kaybeder ve bu da enflasyonu tetikler. TL’nin değer kaybı, ithalatı daha pahalı hale getirir. Bu da hem üretici hem de tüketici fiyatlarına yansır. Türkiye gibi samanını bile yurtdışından alan ülkelerde, artan fiyatlar karşısında halkın; yaşam maliyeti yükselir, gelirler aynı hızda artmadığından gerçek gelirleri düşer, alım gücünün zayıflamasına yol açar ve halk daha fazla fakirleşir. Bu da öldürmeyip süründüren ikinci ısırıktır.

O halde Türkiye’de ekonomi yönetimi, Türk Lirası'nın değerini artırmaya yönelik politikalar uyguladığında, bu politikaların özel sektörün dış borçlarını ödemesine yardım etmiş oluyor. Bunu da yaşantımızı sürekli darboğazda bırakarak gerçekleştiriyor.

Yıllardır, bu kriz makinesi kapitalist sistemin, vampir gibi sürekli, ısırıp kanımızı emdiği zorluk içinde bir hayatı yaşatmasından hâlâ usanmadınız mı?

Bu laik kapitalist sistemden ancak, altın ve gümüşe dayalı para sistemini uygulayacak olan İslami hayatı yeniden tesis etmekle kurtulabiliriz.

-Altın ve Gümüşe dayalı sistemde paranın, devlet kanunundan kaynaklı itibari bir değeri değil, kendi bizatihi varlığından kaynaklı asli bir değeri vardır.

-“Kur riski” diye bir şey, altın ve gümüşe dayalı sistemde söz konusu bile değildir. Dolayısıyla kur farklarından kaynaklı fiyat istikrarsızlığı yaşanmaz. Paranın alım gücünü ifade eden enflasyon gibi bir beladan da kurtulmuş oluruz.

-Paranın değerini korumak için faize ihtiyaç kalmaz -ki faiz, zaten haramdır-.

-Kapitalist ekonomideki bankacılık sistemine dayanan kaydi para sistemi nedeniyle balon bir ekonomi değil, üretim ve her bir ferdin temel ihtiyaçlarını garanti edecek gerçek bir ekonomi gerçekleşir.

[وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا] “Benim Kitap’ımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur.” [Taha Suresi 124]

Yaşadığımız tüm bu ekonomik sıkıntıların kaynağı ve servetlerimizin sömürgeci kapitalist devletler tarafından elimizden alınıp dar bir geçimliğe mahkûm edilmemize neden olan gayri insani bu sistemi İslam'la değiştirmek için bir an önce harekete geçmeliyiz ki daha fazla ısırılmayalım.

Footnotes

  1. “Yapısal Reformlar” Lakırdısı; Haluk Özdoğan; KöklüDeğişim.Net

  2. Değerli TL, döviz kredisine alan açtı; Ekonomim.com

  3. Türkiye'nin brüt borç stoku 512,0 milyar dolar oldu; Foreks.com

  4. Türkiye’nin dış borcu 512 milyar dolar; Naki Bakır - Makro Bakış; Dünya.com