Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 7 Temmuz vergi ve harç zamları öncesi sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımında, ne olduğu açıklanmayan ekonomi ve maliye programı hakkında şunları söyledi:
“Üç temel bileşeni var:
- Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi; yani deprem etkisi hariç, bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi, ¬ - Enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası,
- Makro finansal istikrarı ve diğer tüm kazanımları kalıcı hale getirecek yapısal reformlar.”_
“Birinci bileşen”in hiç tutturulamadığını gördük. Zira aşağıdaki tablo, Avrupa Birliği Ekonomi kriterlerini ifade eden Maastricht kriterlerine göre hedeflenen enflasyon oranının %5 olarak ifade edildiğini, ancak bu hedefin tutturulamadığını gösteriyor.
Bakan’ın “ikinci bileşen” olarak gösterdiği parasal sıkılaştırma ve enflasyonla uyumlu gelirler politikasının ilk işaretini, vergi ve harçlara yapılan zam yağmuru ile aldık.
“Üçüncü bileşen” olarak bahsettiği yapısal reformların ne olacağı ise henüz belli değil.
“Yapısal reformlar” kavramı, mevcut ekonomik sistemin ekonomi sihirbazlarının her sıkıştıklarında can simidi gibi yapıştıkları sihirli bir sözcüktür. Bu kavramın ekonomi sihirbazlarınca kabul görmüş anlamı şu şekilde:
“Bir sistemin sürdürülebilir olması, daha verimli çalışabilmesi ve şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilmesi için sistemin yeniden yapılandırılması, kurumların ve kuralların yeniden düzenlenmesi veya iyileştirerek o mekanizmanın kalıcı ve etkin bir şekilde çalışmasını sağlayacak yapının kurulması.” Sihirbazlık ya da hokkabazlık da burada. Öyle ki krizlerin asıl sebebi olan mevcut kapitalist sistem devam ederken sorun, bizatihi sistemin kendinde değil de kanuni yetersizliğine, devlet kurumlarındaki yetersizlik ve verimsizliğe bağlanıyor.
Aslında hedeflenen, ülkenin kalkınması ya da “gelişmekte olan ülkeler” liginden “gelişmiş ülkeler” ligine çıkmak değil; Türkiye’nin borç çevirebilir duruma gelebilmesi. Nitekim şubat ayında yaşadığımız depremin etkisi de dahil, Türkiye’nin vadesi 1 yıldan az olan dış borç stoku, 207 milyar dolar. 2023 yılının ilk altı ayında ulaşılan bütçe açığı, 483,2 milyar TL. Yerel seçimler için yapılacak bol keseden kaynak dağıtımı da göz önüne alınarak, mecliste 1 Trilyon 119 milyar TL'lik ek bütçe de kabul edildi. Bu durumda Körfez ülkelerinden gelmesi beklenen 25 milyar doların böyle bir ekonomik tabloyu düzlüğe çıkaramayacağı açık olduğuna göre, amaçlanan; olası Körfez sermayesi yatırımları sadece ülkeye para girişi olduğunu Batı dünyasına özellikle de kredi derecelendirme kuruluşlarına göstererek, belki daha fazlasını Batı piyasalarından temin edebilmek. Bu senaryoyu elbette ilk kez yaşamıyoruz. Nitekim 2001 krizinde IMF ve Dünya Bankası kontrolünde, kamu açıklarının kapatılması yani tekrar borç çevirebilir duruma gelmesi ve bankacılık sektörüne yabancı ortaklarla can suyu verilmesi gibi adımlar atılmıştı. Aradan geçen 22 yılın sonunda film tekrar başa sarmış oldu.
Sermayenin küreselleşmesi daha doğrusu kapitalizmin girmediği yeryüzünde tek bir kara parçasının kalmadığı günümüz dünyasına uyum sağlanması adına, başta ABD olmak üzere sömürgeci kapitalist batı devletlerinin koruması altında küresel sermaye odakları, “yapısal reformlar” adı altında hükümetlere baskı kurarak, her ülkeyi kârlarını sürdürebilecekleri ortamlara dönüştürmek üzere hareket ediyor. Nitekim, ekonominin başına uluslararası fon yöneticisi Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası’nın başına “ABD’nin en genç profesörü” unvanlı Hafize Gaye Erkan, “uluslararası piyasalara güven vermek(!)” için getirilmedi mi?
Dolayısıyla şimdiye kadar hayata geçirilmiş ve “yapısal reformlar” adı altında yine yapılması elzem gibi gösterilen kanun değişiklikleri, halkın ihtiyacı dolayısıyla değil, yabancı sermayeye kar garantisi ve yatırımları için uygun ortamı hazırlamak üzere yapılıyor. 2001 krizini atlatabilmek için yürürlüğe konulan yapısal reformlar sonucu, BDDK, EPDK, PPK, Rekabet Kurumu, Kamu İhale Kurumu gibi kurumlarla tanıştık. Şimdi bu kurumlar ne işe yarıyor? Her kurulan yeni kurum, sırtımıza yeni yükler getirmedi mi? Mademki bu kurumlar bir daha finansal şoklar yaşanmamasının garantisiydi, bugün içine düştüğümüz durumu niye yaşıyoruz? Bundan sonra daha hangi yapısal reformlar uygulanacak ve sırtımıza daha ne yükler binecek?
Tabii ki bu reformların belirleyicisi ne ekonomi yönetimi ne de halkımızın içinde bulunduğu vahim durumdur. Sermayesini Türkiye'ye akıtmak karşılığında birtakım garantiler talep edecek olan küresel sermaye/soygunculardır. Çünkü istedikleri her değişikliği yapsanız da piyasaları istedikleri gibi düzenleyen küresel sermaye takımı, ülkemizden daha cazip bir kâr garantisi gördüğü başka bir ülkeye hemen geçme eğilimindedir. Bugünün 2001 krizinden farkı, IMF ve Dünya Bankası devrede olmadan acı reçetelerini kendiliğinden planlayıp devreye sokan "küresel finans piyasalarını bilen(!)" birinin ekonomi yönetiminde olması.
Neredeyse her on yılda bir yaşanan serbest piyasa/kapitalist sistemden kaynaklı finansal ve ekonomik krizler, “yapısal reformların kalıcı reformlar olduğu” yalanını ifşa ediyor. Yapısal reformları tek bir cümleyle özetleyebiliriz aslında; “Borç alan, emir alır!” Gerisi finans ve ekonomi sihirbazlarının/hokkabazlarının halkın anlamadığı, anlamadığı için de bunların işinin ehli olduğunu düşündüğü süslü boş laflardan yani lakırdıdan öte bir şey değildir.