Demokratik siyasetin tüm özelliklerini yansıtan Türkiye’nin siyasi tarihi adeta bir siyasi partiler çöplüğüdür. Partiler kurulmuş partiler kapatılmıştır. Bu tarih, ilkesiz omurgasız bir şekilde akla hayale gelmeyen cambazlıklar, transferler, tükürüğünü yalamalar, bugün “ak” dediğine yarın “kara” demeler vs. ile dolu bir siyasi partiler tarihidir. 1977’de yaşanan dev bir milletvekili transferinin gerçekleştiği “Güneş Motel” olayı, yaşı elverenlerin hafızasına kazınmıştır. Bir de Demirel’in ilkesizliğin bir ifadesi olarak söylediği “Dün dündür, bugün bugündür” sözü, bu nevi siyasetin yol haritası olmuştur adeta.
Demokratik siyaset bazında o günden bugüne değişen bir şey olmadı. Daha henüz yüz yılını tamamlamayan bir süreçte tam 119 parti siyaset arenasında boy gösteredursun, zamanın onları tarihin çöplüğüne gömmesi uzun sürmemiştir. Nitekim Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı bilen kaldı mı? DP, MNP, MSP, AP, ANAP, RP vb. partileri bugün hatırlayan pek az insan var.
Gerçek şu ki ülkemizde, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bir ideolojiye bir temel düşünceye dayalı olmaya yakın bir siyasi parti olarak belki sadece CHP sayılabilir. Zira CHP, Osmanlı bakiyesi bu topraklar üzerine Cumhuriyet rejimini kuran partidir. Nitekim daha o yıllarda kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası dahil diğer tüm partiler konjonktürel partilerdir. Herhangi bir temel düşünce üzerine kurulu değillerdir. CHP, Cumhuriyet rejimini bu milletin düşmanlarından ithal etmiş, kendisini bu ithal ideolojik zeminin sadık bir partisi olarak inşa etmiştir. Batıl da olsa bu temel düşünceye samimiyetle bağlı kaldığı için hâlâ varlığını sürdürebilmektedir. Diğer tüm siyasi partiler her ne kadar CHP gibi Batılı ideoloji temelinde kurulmuş olsalar da onlar daha ziyade şartlara göre kurulan maslahatçı politik hareketler olarak tebarüz etmişlerdir. Ama CHP laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olması hasebiyle bunlardan ciddi manada ayrışmaktadır. Bu bağlamda AK Parti de kuşkusuz herhangi bir temel düşünceye dayanmayan CHP’nin ithal ettiği laik demokratik Cumhuriyet rejimini işletmeye koyulmuş konjonktürel bir politik harekettir.
Bu kadar temelsiz ve kaygan bir zeminde siyaset yapan tepkisel bir hareketin akıbetinin sair partilerin akıbetinden farklı olması düşünülemez. Konjonktürel partilerde düşüncenin yerini lider alır. Bu tür partiler lider eksenli hareketlerdir. Bu nevi partilerde belirleyici olan, düşünce ve metot değildir. Tek belirleyici şey liderdir. Bu yüzden bu nevi partilerde uzun süreli birliktelikler olmaz. Bölünmeler ve ayrılmalar bu tür partilerin sık karşılaştığı bir olgudur. Bugün neden Erdoğan meydanlarda “Beraber yürüdük biz bu yollarda” vs. diyemiyor? Diyemez, çünkü artık bunun bir karşılığı yok. Zira demokratik siyaset, kapitalist temel üzerinden yürütülmesi gereken bir olgudur. Kapitalizmin o temeli, siyasi veya ekonomik kazançtır. Zira kapitalist ve liberal düşüncede ilke ve değerlere yer yoktur. İlke ve değerlere bağlı kalanlar demokrasinin çetrefilli zemininde yol alamazlar. Bir yere ulaşılacaksa tek bir değerin gözetilmesi şarttır. O da siyasi rant ve ekonomik çıkardır.
İlke ve değerleri bir tarafa bırakıp siyasi getirim ve ekonomik kazanç peşinde koşanların da işi kolay değildir. Zira siyasi ve ekonomik kazancın adresi sabit kalmamakta ve sürekli değişmektedir. Aynı siyasi hesap ve ekonomik çıkar üzerinde anlaşıp yola çıkan çevreler, bir müddet sonra göreceli de olsa farklı adreslerde daha büyük ve daha elverişli siyasi rant ve ekonomik fayda bulabilmektedirler. Dahası, kurulan siyasi parti belli bir aşamaya geldikten sonra siyasi, askerî ve ekonomik yerel ve küresel güç odakları tarafından “havuç-sopa” yöntemiyle kontrol altına alınabilmektedir. Bu aşamada da varlığını korumak ve bir yere gelmek için tüm ilke ve değerlerini bir tarafa bırakmak durumundadırlar.
Büyük iddialarla kurulan ve halkın teveccüh gösterdiği AK Parti’ye bugün dönüp baktığımızda yukarda zikredip dikkat çektiğimiz demokratik partilerin yüzleştiği tüm süreçleri yaşadığına şahit olmaktayız. Nitekim Erdoğan’dan başka kurucu karodan hemen hemen hiç kimsenin AK Parti’de kalmadığına, partiyle özdeşleşen çoğu kişilerin bugün başka mecralarda yürüdüklerine şahit olmaktayız. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Abdüllatif Şener, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan vb. pek çok kurucu konumundaki kişinin parti ile bir ilişkisi kalmamıştır. Yaptıkları farklı açıklamalarıyla “AK Parti’nin yolunu şaşırdığından” dem vurmaktadırlar. Erdoğan’ın çizdiği zikzakların adedi ve boyutunun, Süleyman Demirel’in “dün dündür, bugün bugündür” sözüne rahmet okutacak bir düzeye ulaşmış olması, seslendirilen iddiaları desteklemektedir.
Diğer taraftan Erdoğan’ın, bugün birlikte yürüdüğü kişilerin dün kendisine etik sınırları aşacak şekilde sözler sarf edenlerden oluşması da insanın tahammül sınırını cidden zorlamaktadır. Bugün beraber yürüdükleri; Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek, Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş vb. nice zevat, dün beraber yol yürüdükleri kişilerden birileri değil. Dün, yağan yağmurda birlikte ıslandıkları kişiler, bugün onunla birlikte olanlar değil. İşte bu yüzden bugün Erdoğan meydanlarda aynı şarkıyı söyleyecek yüz bulamıyor. Çünkü bugün Erdoğan, beraber yola çıktığı insanlarla birlikte değil yolda bulduklarıyla birlikte yürümektedir. Bu nedenle bu yol hayra çıkacak değildir. Bu yol ne Erdoğan’ı, ne yolda bulduklarını ve ne de bu ümmeti hayra çıkaracak yol değildir. Zira bu yol, bu demokratik siyaset tarzı, amentüde düşman olduklarımızın yoludur. Bu yol, tarihî düşmanlarımızın tuttuğu yoldur.
Dahası, yakın zamanda Sisi ile el sıkışmasının bir sonucu olarak artık meydanlarda “Rabia işareti” de yapamayacaktır. Bir daha balkon konuşmasını yapacak fırsatı bulup bulmayacağını Allah bilir ancak şu var ki; eğer bir kez daha böyle bir imkân eline geçerse bu konuşmanın çok farklı bir konuşma olacağından kuşku yoktur. Artık hiçbir konuşmasında; “AK Parti kazanırsa Filistin kazanacak, … Suriye kazanacak, … Mısır kazanacak” demeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü AK Parti ile bir yere varılamadı. AK Partiyle ümmetin gözyaşı dinmedi. AK Partiyle Mısır ve Suriye’de mazlumların yüzü gülmedi. AK Partiyle Filistin’de masum insanlar “İsrail’in” günübirlik saldırılarından kurtulmadı.
Konjonktürel partilerin bir özelliği de iktidar olma ve iktidarda kalma mecburiyetidir. Zira kurulup iktidar yüzü görmeyen onlarca konjonktürel siyasi parti bugün sadece Wikipedia’da yer almaktadır. Tıpkı bunun gibi iktidara gelen konjonktürel partiler de muhalefete düştüklerinde varlıklarını koruyamamışlardır. Türkiye siyasi tarihinde (Demokrat Parti) DP, AP (Adalet Partisi) ve Anavatan Partisi’ni (ANAP) buna örnek verebiliriz. Nitekim DP, AP ve ANAP, iktidarda olduğu sürece hınca hınç dolu meydanlarda liderleri yeri göğü inletirken, iktidardan umudu kesildiğinde darmadağın olmuşlardır. Aynı akıbet, AK Parti için de mukadderdir. Zaten yamalı bohça hâline gelen AK Parti muhalefete düştüğü gün çözülecektir. Doğu Perinçek, Bahçeli, Soylu ve Numan Kurtulmuş fıtratlarına geri döneceklerdir. Partinin gönüllü şövalyeleri halis muhlis müminler hayal kırıklığına uğrarken, mevki makam ve dünyevi menfaat peşinden koşan yığınlar, iktidar olması kuvvetle muhtemel yeni partinin saflarında yerlerini alacaklardır.
Erdoğan’ın “Bu kez kaybedeceğimiz çok şeyimiz var.” demesi bundandır. Zira Erdoğan DP, AP ve ANAP’ın akıbetinden haberdardır. Şartların ortaya çıkardığı AK Parti gibi konjonktürel partilerin sadece iktidarda var olabileceğini pek iyi bilmektedir. Bu vb. partiler için muhalefete düşmek demek, tarihin çöplüğünü boylamak demektir.
Hak ve hakikatten haberdar olanlar şu kanaattedir ki: İslam olmadan olmuyor, laik demokratik Cumhuriyetle bir yere varılamıyor. İslam dışı bir rejimi Müslümanların işletmesiyle işler yoluna girmiyor. İşler ancak, İslam nizamıyla yoluna girer. İslam nizamı da ancak Hilâfetle hayata uygulanır. Zaman ihtiyarladıkça gençleşen şu çağrıya kulak vermekte geç kalınmamalıdır:
[يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَجٖيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيٖيكُمْ] ”Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat veren şeye çağırdığında icabet edin.” [Enfâl Suresi 24]