“Kebiri Sefirimden aldığım mazharda, memleketinizde dans namı altında kadın-erkek birbirine sarılmak suretiyle ala mele-innas fuhşiyat ve lubiyat yapıyormuşsun. İş bu name-i hümayunumun yed’ine vusulünden itibaren bu mel-anet rezalete son vermediğin takdirde orduyu hümayunumla bizzat gelip işbu rezaleti men’e muktedirim.”
Yukarıdaki mektubun Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransa Kralı Fransuva’ya yazıldığı rivayet ediliyor. Fransa’da vals adında bir danslı eğlencenin yapılmasının haber alınması üzerine Sultan Kanuni bu mektubu yazıyor. Tarihçi Joseph von Hammer’e göre bu mektubun üzerine vals Fransa’da uzun yıllar yapılamaz hâle geliyor.
“AB üyelik sürecine yeni ve pozitif bir ivme kazandırılması hususunda kendileriyle olumlu bir görüşme yaptık.” “…Referandum sürecinde yaşananların geride bırakılması gerekiyor. Artık yeni bir süreci başlatma temennisi Tusk ve Juncker tarafından da gündeme getirildi. Bir takım çalışmalar yapmışlar, şu anda kendilerinden yaptıkları bu çalışmaya yönelik biz 12 aylık bir takvim aldık. Bu takvim üzerinde dışişleri ve AB bakanlıklarımızla bir çalışma yapacağız ve adımlar atacağız.”
Bu ikinci açıklama ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO zirvesi için gittiği Belçika’nın başkenti Brüksel’den Türkiye’ye dönüşte temaslarına ilişkin uçakta gazetecilere Türkiye’nin AB üyeliği hakkında yaptığı değerlendirmelerden kısa bir alıntıdır.
Bu iki alıntıdan sonra söyleyecek bir şey bulamıyorum aslında ama durumu bir tek cümle ile özetleyecek olursam başlık için kurduğum şu cümleyi tekrarlamak istiyorum: “Şimdi uykudan uyanma vakti”
Diyeceksiniz ki, bu başlık altında böyle bir konuyu gündeme getirmek de nereden çıktı?
Belki de siz, mübarek Ramazan ayının başladığı bu ilk günlerde “Uykudan uyanma vakti” başlığının altında daha başka bir makale bekliyordunuz. Allah’a kulluk ve itaat konusunda eksikleri, hataları ve günahları olan bir Müslüman’ın Ramazan ayını fırsat bilerek bu ayı uykudan uyanmaya vesile kılması tabii ki önemlidir. Öyle ki Müslümanlar olarak bizlerin bir daha karanlığa ve uykuya dalmamacasına tövbe edip söz vererek Ramazan ayını bir arınma vakti yani uykudan uyanma vakti olarak görmemiz ve öyle değerlendirmemiz gerekiyor. İnşaAllah bu Ramazan ayını bu şekilde değerlendirir kurtuluşumuza vesile kılarız.
Müslüman birey için uykudan uyanma ve arınma tamam da peki ya bütün bir toplum hep birlikte uykuya dalmış durumda ise ve gördükleri rüyanın hiç bitmemesini istiyorlarsa ne olacak. Daha da önemlisi diğer bazı kişiler de onların uykudan hiç uyanmamasını istiyorsa durum ne olacak?
Toplum olarak gerçekten çok değişik ve anlaşılır olmayan bir zamandan geçiyoruz, her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Vaatler, söylemler, naralar, nutuklar ve hatta yalanlar, dolanlar hepsi… Dün sözlerinden ve açıklamalarından dolayı alkışladıklarımız, bugün dün söylediklerinin tam aksine açıklama yapıyorlar. Bir de bakıyorsunuz bu sefer yine başka bir alkış tufanı kopuyor. Dün gazetelere “Referandumdan sonra görürsünüz siz ecnebi gâvurlar” cinsinde manşetler atanlar ya da köşe yazılarına başlık atanlar bugün bakıyorsunuz NATO zirvesini bir Brüksel zaferi olarak manşetine-köşesine taşıyorlar. Dün mü gerçekti bugün mü gerçek, dün mü doğruydu bugün mü doğru gerçekten anlaşılır gibi değil. Akif Emre’nin vefat etmeden önce yazdığı gibi çok değişik bir çürüme yaşıyor toplum. Siyasetçisinden âlimine, akademisyeninden gazetecisine, memurundan işçisine, öğretmeninden öğrencisine kadar herkes bu çürümeye maruz kalıyor. En kötü olanı da hiç kimsenin her tarafı saran bu çürümenin farkında olmaması ve bunu kabul etmemesi…
Öyle ki toplum hamasi bir şekilde hiçbir siyasi derinliği olmayan yüzeysellikte meseleleri değerlendiriyor. Her şey bir “adamın tarihte örneğine rastlanmamış” bireysel “siyasi dehasına” terk edilmiş durumda. O olmasa öldük bittik sanki. O her şeyi çok iyi biliyor, ölçüyor, tartıyor, koyuyor, kaldırıyor. Dolayısıyla tüm meselelerde “biz onun bildiklerini bilemeyiz” diye neticelendiriliyor. İstiyorlar ki Müslümanların siyasi düşüncesi yüzeysel zeminden hiç çıkmasın. Açıklamalar bunun üzerine, siyasi oturumlar bunun üzerine, makaleler bunun üzerine, kitaplar bunun üzerine ve hatta dizi filimler dahi bunun üzerine…
Düşünün ki, koskoca Osmanlı Hilâfet Devleti’ni yöneten ve küfre karşı İslâm’ı 30 yıl sapasağlam ayakta tutan Halife Abdulhamid, “Payitaht Abdulhamit” dizisinde şöyle anlatılıyor: Abdulhamid sadece iki üç hafiyesi ile koca koca devletleri dize getiriyor, kendisi dışında kimse ile paylaşmadığı sırları ve “vay be” dedirten gizemli planları ile yedi düveli diz çöktürüyor.
Allah aşkına söyler misiniz nerede görülmüş böyle devlet yönetildiği? Abdulhamid’in (Allah ondan razı olsun) güçlü ve basiretli bir halife olduğu bir gerçek, tamam da Abdulhamid’in yönettiği devletin yönetim gücü yok mu? Onu niçin gizliyorsunuz? O devlet bir İslâm Devleti idi. Kanun ve nizamı olan, şeriata dayalı idari ve yönetim kurumları olan, ordusu ve askerî kuvveti olan, toprağı ve hudutları olan, güç ve otoritesi olan bir devletti. Hiç mi sormayacaksınız, Abdulhamid böyle bir devleti iki tane kör kütük âşık hafiyesi ile mi idare etti diye? “Film işte, gerçek değil ki” demeyin sakın, zira bu gibi filmler toplumun ayaklarını yere basmasına mani oluyor, derin rüyalarda kalmasına ve yüzeysel düşünmesine sebep oluyor.
Şimdi gelelim bugüne; bugün Brüksel’de AB’den 12 aylık yeni çalışma-ödev takvimi aldık diye sevinenler, daha bir buçuk ay öncesine kadar AB ülkelerinin hepsinin Haçlı ittifakı kurup Türkiye’ye düşman kesildiklerini söylemişlerdi değil mi? 16 Nisan referandumunda EVET ile HAYIR yarışını adeta bir Haç-Hilal savaşına dönüştürmüşlerdi değil mi? Daha kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’nin Türkiye için hazırladığı raporlar için şöyle dememiş miydi: “Hans’ın, George’un, şunun, bunun hazırladığı raporlar bizi bağlamaz, bizi Ahmet’in, Mehmet’in, Ayşe’nin, Fatma’nın hazırladığı raporlar bağlar.” Hatta şu açıklamayı yapmamış mıydı: “16 Nisan’dan sonra AB ile oturup konuşacağız, bu devran böyle yürümez.”
Şimdi ne oldu? AB ile yeni bir süreç başladı ve 12 aylık bir çalışma takvimi verdiler elimize.
Şimdi sormayacak mısınız?
Ben soruyorum!
Sayın Cumhurbaşkanı, dün bunları söylüyordunuz, şimdi ne oldu da AB’nin hazırladığı 12 aylık yeni ödevi yerine getirmek için can atıyorsunuz? Bu nasıl bir “U” dönüşü Allah aşkına! Tarihi ile övündüğünüz Osmanlı Halifesi Sultan Süleyman, kendi topraklarında değil Fransa topraklarındaki haram bir rezaletin Osmanlı topraklarına sızmasından-girmesinden endişe ediyor ve tek bir emri ile bunun kaldırılması için onlara vakit veriyor. Siz ise AB uyum yasaları ile Batı’daki tüm fuhşiyat ve lubiyatı bu topraklara taşımak için onlardan vakit alıyorsunuz. Bir de bunun üzerine göstermelik Batı düşmanlığı, Haçlı düşmanlığı yapıyorsunuz. Kimi kandırıyorsunuz?
Toplumu kandırmaktan hiç mi hicap duymuyorsunuz? Batılı devletlerin asıl düşmanlığının sizin şahsınıza değil, İslâm ve Müslümanlara olduğunu siz çok iyi biliyorsunuz. Çünkü siz onlarla bir araya geldiğinizde onların yöneticilerine “dostum” diyorsunuz. Müslüman halk ile bir araya geldiğinizde de onları düşman gibi gösteriyorsunuz. Söyleyin kim dost, kim düşman?
Biz kimin dost, kimin düşman olduğunu biliyoruz. Müslümanlar hiçbir zaman Batılı kâfirleri dost olarak görmediler, görmeyecekler. Kâfirler de Müslümanları hiçbir zaman dost olarak görmeyecekler. Çünkü o kâfirler birbirinin dostudurlar. Durum böyle iken daha ne zamana kadar Müslümanları bu yalanlarla avutmaya ve uyutmaya devam edeceksiniz?