Kâfirlerin İslâm’a ve Müslümanlara karşı mücadeleleri ve düşmanlıkları Kur’anî bir gerçektir. Tarih boyunca İslâm’ın yok olması uğrunda mallarını ve imkânlarını sarf etmekten hiç geri durmadılar. Bu düşmanlığın yansımaları bazen Bedir gibi savaş meydanlarında alenen; bazen de sinsice tertiplenen, içten içe tahrip etme özelliğine sahip milliyetçilik ve ayrılık fitnesi gibi menfur üsluplarla görülmüştür. Her ne kadar kâfirlere pahalıya mal olsa da yıllar sonra Müslümanları meydanlarda yenemeyeceklerini anlamışlar; bununla birlikte meşum üslup vesilelerine tevessül etmişlerdir. Yakın tarih mercek altına alındığında Osmanlı Hilâfet Devleti’nin yıkılmasıyla sonuçlanan bu süreçte içten tahrip maksatlı üretilen fitne üsluplarının fazlaca olduğu kolaylıkla görülecektir. Demem o ki; tarih boyunca meydanlarda kâfirlere asla yenilmeyen ve boyun bükmeyen Müslümanlar, bağrında fitne ateşi yakılarak ayrışmaya/ihtilafa dolaysıyla beraberinde de yenilgiye mahkûm olmuşlardır.
Müslümanların bağrında fitne ateşi yakmak ve ayrılık tohumları ekmek dün kâfirlerin vazgeçilmez silahları arasındaydı, bugün de öyle… Çünkü çok iyi biliyorlar ki Müslümanlar didiştikçe, ayrıldıkça ve bölündükçe Müslümanların gücü azalacak ve sahip oldukları ihtişamı kaybedecekler. Didişmenin parçalanmaya sevk ettiği, çekişmenin güç zafiyetine zemin hazırladığı gerçeğine Allah Azze ve Celle şu kavliyle dikkat çekmiştir:
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (siyasi kuvvetiniz) gider; o halde sabredin! Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” [Enfal 46]
Müslümanlar kendilerini bir arada tutan siyasi kuvvet Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra paramparça oldular ve aralarında suni sınırları bulunan onlarca devletçiğe bölündüler. Müslümanların bu bölünmüşlüğünden fazlasıyla hoşnut olan kâfirler durumu istismar etmesini de yine pekâlâ bilmişlerdir.
Bölünmüşlüğüne son verip yeniden vahdet şuuru içerisinde tek bir siyasi kuvvetin çatısı altında yaşamak için adeta gün sayan Müslümanların, vahdeti zedeleyecek her türlü menfur planı devreye sokmaktan kâfirlerin hiçbir zaman geri durmayacakları gerçeğini asla akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir. Daha da önemlisi; kâfirlerin sinsice tasarladıkları fitne tuzaklarına düşmemelidirler.
Rand Corporation’ın ‘Ilımlı Müslüman Ağlar Oluşturmak’ adlı 2007 tarihinde yayınladığı raporunda Müslümanları bölüp parçalamak bağlamında şu ifadeler yer alır: “İslâmi grupların nasıl tahrik edileceği, aralarında nasıl ihtilaflar çıkarılacağı, hangi yollarla kuşatılacağı…” İslâm’ın siyasi sahneye çıkmasının önünü almayı hedeflediğini açıkça ifade eden rapor bunu Müslüman cemaat, cemiyet ve topluluklar arasında ihtilafları kaşıyarak yapmanın gereğine vurgu yapmaktadır.
Raporda açıkça “İttifaklara izin verme!”, “Aralarındaki ihtilafları körükle!” biçiminde net çalışma sloganlarına yer verilmektedir.
İşte tam da burada durmak istiyorum.
Bizim ayrışmamız ancak şeytanı ve avenelerini sevindirecektir. Tali meselelerde ayrışmanın ve farklı düşünmenin doğallığını hangi akıl sahibi inkâr edebilir ki? Henüz Rasulullah hayattayken bile sahabeler arasında nasları farklı anlamadan kaynaklı ihtilafları zuhur etmiştir. Bunun asrımızda olması da doğaldır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta şurasıdır: zuhur eden ihtilafların biz Müslümanlar camiasını asıl hedefe birlikte yürümekten ve asıl hedef için omuz omuza mücadele etmekten alıkoymamalıdır. Eğer tali ve fıkhi meselelerde zuhur eden farklılık ve tartışmalar İslâmi camianın kâfirlere ve beşerî nizamlarına karşı mücadelede tek vücut olmasına engel oluyorsa bu tali meselelerdeki ihtilaf ancak Allah düşmanlarını sevindirecektir. Dolaysıyla arzu ettikleri o fitne tohumları da semeresini vermiş olacaktır. Yine İslâmi camianın tali meselelerdeki nizaları büyür de, bu niza Müslümanları İslâm nizamının tatbikiyle ikinci asrısaadet hayatına kavuşturacak Hilâfet Devleti’nin ikamesi için çalışmak gibi ölüm-kalım meselesinde omuz omuza mücadele etmelerinden alıkoyarsa bu da ancak kâfirleri ve avenelerini hoşnut edecektir.
Şeri nasların ışığında meseleleri farklı değerlendirebilir ve o görüşün savunuculuğunu da yapabiliriz. Ancak üzerinde ihtilaf ettiğimiz meseleler asıl mesele olan İslâm’ın yeryüzüne hâkimiyeti konusunu asla gölgelememelidir. İnanın o hale geldik ki; fıkhi konulardan her hangi birisini tartışmaktan asıl konuyu gündemimize bir türlü getiremedik. Saatler, günler hatta yıllar boyunca “mezarlığa düşen kayısının yenip yenmeyeceğini” konuştuk/tartıştık ancak nedense bir türlü Müslümanların yeniden hayat sahnesinde var olmalarını sağlayacak siyasi kuvvet olan İslâmi Devlet’in ikamesini konuş(a)madık. “Öncelikler fıkhı” prensibinden hareketle değerlendirildiğinde sırlamada önceliği olmayan meseleler asıl hedefe yürümekten alıkoyan koca koca engeller olarak karşımızda boy gösterdiler. Hâlbuki fıkhi ayrılığa rağmen kat edilmesi gereken yollar birlikte kat edilebilir ve istenilen asıl hedefe birlikte varılabilir. Öyle de olmalıdır zaten… Çünkü bugün öncelikler fıkhı prensibinden hareketle önceliğimiz, İslâm’ın, yeryüzünün tamamına Hilâfet Devleti ile hâkim olmasıdır. Çok daha az ehemmiyete sahip detay konular asıl hedefe birlikte yürümeye engel teşkil etmemelidir. Bunu, Beni Kurayza seferi sırasında sahabelerin sergiledikleri tutumdan görebiliyoruz. Kısaca hatırlayacak olursak; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Hendek savaşı sonrası İslâm’a ve değerlerine ihanet eden Yahudi kabilelerinden Beni Kurayza üzerine sefer düzenlenmesi emrini verdi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem konunun ehemmiyetini ise şu sözleriyle ifade etti:
لَا يُصَلِّيَنَّ أَحَدٌ الْعَصْرَ إِلَّا فِي بَنِي قُرَيْظَةَ
“Sizden hiç biriniz ikindi namazını beni Kurayza dışında başka bir yerde kılmasın.” [İbn Hişam]
Ne var ki yolda sahabeler ikindi namazının tehir edilip edilmemesi konusunda farklı düşünmüşler ve buna dair de kendi görüşleriyle amel etmişlerdir. Sonrasında yaşadıkları bu ihtilafı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e arz ettiklerinde, O SallAllahu Aleyhi ve Sellem iki tarafın uygulamasına da onay vermiştir. Özetle aktardığım bu rivayette asıl vurgulamak istediğim sahabe fıkhi bir konuda farklı düşünse ve de amel etse dahi asıl yürümek üzere çıktıkları yoldan bu fıkhi meselenin onlara engel olmamış olmasıdır. İşte bizim de sergilememiz gereken tavır aynen böyle olmalıdır. Yani tali ve fıkhi konularda farklı düşünüyor ve amel ediyor olabiliriz. Ancak bu farklılıklarımız İslâm’ın hayata hâkimiyeti ve küffara karşı mücadelemizde bizlerin birlikteliğine zeval getirmemeli bilakis vahdet şuuru ile hareket edebilen bir ümmetin zenginliği olmalıdır.
Yine o tali meselelerde farklı düşünüyor olmamız maalesef kardeşliğimizi zedeler oldu. Fıkhi konulardaki farklılığımız yeri geldi muhabbetimizi zedeledi bazen de öfkeye ve nefrete dönüştü. Bu da asıl itibariyle kâfirleri sevindiren bir durumdur. Fıkhi farklılıklarımız olmalı ama vahdeti zedelemeden… Detaylarda başkaca düşünebiliriz ancak kardeşliğimize zarar vermeden… Kâfirleri sevindirmeden… Kâfirleri ümitlendirmeden… Gücümüzü zayıflatacak çekişmelerden Allah razı gelmez. Kâfirlere yol verecek tartışmalar ancak Allah düşmanlarını sevindirecektir. Öyleyse kâfirlerin iştahını kabartacak ayrışmalara asla izin vermemeliyiz. Tıpkı Hazreti Muaviye’nin Bizans İmparatoru Heraklius’a bu fırsatı vermediği gibi… Hazreti Muaviye ile Hazreti Ali RadiyAllahu Anhum arasında meydana gelen çekişmeyi fırsat bilen Bizans İmparatoru Heraklius büyük bir ordu hazırlayıp Müslümanların üzerine hücum etmek için hazırlık yapmıştır. Çünkü Müslümanlar birbirleriyle çekişmektedir ve İmparator penceresinden bakıldığında bu, bulunmaz bir fırsattır… İmparator’un Müslümanların arasındaki çekişmenin yol açtığı zafiyetten faydalanmak istediğini öğrenen Hazreti Muaviye şöyle bir mektup kaleme alır:
“Ey Bizans İmparatoru! Eğer Müslümanların üzerine bir savaş ilan edersen, sahibimle (Hazreti Ali ile) bir olur ve onun başkanlığı altında, onun ordu kumandanı olarak senin üzerine ben gelirim. Kerim olan Allah’a yemin ederim ki başşehrin olan sisli-dumanlı Konstantiniye (İstanbul) şehrini yıkıp yakıp kömür ederim. Havucu yerden çıkardıkları gibi seni memleketinden çıkarırım ve dağlarda domuz çobanı yaparım.”
Bağrımızda fitne tohumları ekerek kardeşliğimize zeval getirmeye çalışanlara inat, kardeşliğimize zarar getirecek her türlü davranıştan uzak durmalı ve kâfirlerin beklentilerini kursaklarına dizmeliyiz. Onlar bağrımızda ayrılık tohumları ekmek için gayret ededursunlar, korktukları başına gelecek ve biz vahdet biçeceğiz, Allah’ın izniyle.