Yıl 2016, Fırat Kalkanı Harekâtı başladığında meselenin IŞİD olmadığını asıl meselenin Halep olduğunu, bu harekâtın Halep’e kumpas harekâtı olduğunu yazdım. Fırat Kalkanı ile Halep’in düşmesinin hazırlığı yapılıyor, rejime teslim edilmesinin alt yapısı oluşturuluyor diye diye dilimizde tüy bitti ama kimseye sözümüzü dinletemedik. İkinci Mercidabık hamasetiyle bu harekâta destek verildi ve Türkiye yöneticilerinin ihaneti görülmedi, görülemedi. 2016’nın sonunda Halep dört bir taraftan muhasara altına alındığında #HalepeKalkanOl #OrdularHalepe dedik ise de ordular kışlalarında çakılıp kaldılar. Kısa süre sonra Türkiye’nin ihanetiyle Halep düştü ve yine Türkiye’nin eliyle Ruslara ve Esed rejimine teslim edildi.
2017’nin sonunda Astana’da alınan garantörlük anlaşması gereği Türkiye İdlib’e girmek istediğinde bu sefer #İdlibHalepOlmasın “katillere ortak olmayın ey Türkiyeli yöneticiler” dedik ama mazlum Müslümanlar istediğinde Halep’e girmeyen Türkiye, ABD ve Rusya istedi diye İdlib’e girdi.
Yıl 2018, Zeytin Dalı Harekâtı başladığında meselenin PYD-YPG olmadığını asıl meselenin İdlib olduğunu söyledik. Ancak milli duygular ve hamaset gözleri öylesine kör etti ki, artık kime, neyi, nasıl anlatacağımızı bilemiyoruz. Türkiye yöneticileri bir taraftan “IŞİD ve PYD-YPG benim güvenliğimi, sınırlarımı tehdit ediyor” diyerek fiilî askerî harekâtı başlatırlarken diğer taraftan bu lejyoner örgütlerin arkasındaki asıl fail olan ABD ile kadim dostluklarını teyit eder bir şekilde devam ettirdiler. Neden peki? Çünkü Irak ordusunu Musul’dan çekip orayı IŞİD’in kontrolüne bırakarak Suriye’deki devrim ateşinin etrafında daha büyük bir ateş (fitne) yakan ülke ile IŞİD’i Cerablus’tan geri çeken ülkenin aynı Amerika olduğunu biliyorlardı. Çünkü 2012’de Afrin’i Salih Müslim’in PYD’sine teslim ederek geri çekilen Esed’in arkasındaki ülke ile bugün PYD-YPG’nin Afrin’den geri çekilmesini sağlayan ülkenin aynı ülke yani Amerika olduğunu biliyorlardı. Amerika’da başkanlar ve bakanlar değişir, generaller ve danışmanlar değişir ama ABD’nin Suriye çözüm planının esası değişmez bunu biliyorlardı. Yani Fırat Kalkanı Harekâtı’nda asıl meselenin Halep, Zeytin Dalı Harekâtı’nda ise asıl meselenin İdlib olduğunu çok iyi biliyorlardı. Hülasa IŞİD ve PYD-YPG bahane, Amerika ile müttefiklik ve dostluk şahane… Aslına bakarsanız denklem o kadar karmaşık değil, ancak çözüm mantığı-formülü bozuk olunca herkesin gözünde karmaşık hâle geliyor ve somutluğu detaylarda kaybolup gidiyor. Gelin birlikte somutlaştıralım.
Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtına hangi gerekçe ile başladı; IŞİD tehdidi yani aslında Amerika’nın IŞİD ile mücadele kampanyası gerekçesiyle değil mi? Evet! Gerekçe bu olunca doğusundan batısına, Atlantik’ten Avrasya’ya hiçbir blok ya da ülke bu harekâta karşı bir itiraz geliştirmedi? Normal zamanda böyle olur muydu? Hayır! Bölgede tarihi ve siyasi geçmişi olan Türkiye’nin normalde Suriye topraklarına değil 30-40 km girmesi, bir adım dahi atmasına Amerika’sı, Avrupası, Rusya’sı hepsi birden itiraz ederdi. Ama Fırat Kalkanı Harekâtı’na ne ABD, ne Rusya, ne Avrupa, ne İran ne de Esed rejimi ses çıkarmadılar. Neden çıkarsınlar ki sonuçta Halep onların olacaktı, oldu da.
Zeytin Dalı Harekâtı’na gelince, Türkiye Afrin’e girmeyi hangi gerekçeye dayandırdı; PYD-YPG’nin kendisine tehdit oluşturduğunu söyledi ve sınır güvenliğini koruma gerekçesiyle harekât başladı değil mi? Evet! Peki, bu harekâta yönelik tepkiler ne oldu? Rusya hava sahasını açarak Türkiye’ye askerî operasyonlar için alan açtı. Esed rejimi bir iki göstermelik Afrin girişimi dışında ne eylemde ne söylemde bu harekâta karşı çıkmadı. Amerika ve Avrupa’ya gelince bunlar, sanki sivillerin güvenliğini çok önemsiyorlarmışçasına “sivil ölümlerine” dikkat çeken tepkilerin dışında eylemsel anlamda fiilî hiçbir girişimde bulunmadılar. 2012’de Esed güçlerinden Afrin’i teslim alan PKK’nın Suriye’deki kolu olan bölücü terör yapılanması YPG ise Afrin’i nasıl aldıysa öyle geri vererek oradan kaçtı-çekildi. “Nasıl aldıysa öyle geri verdi” sözü belki çok abartılı gelebilir lakin Afrin ve Cerablus dâhil Türkiye’nin kontrol altına aldığı Suriye’nin kuzeyindeki bütün bu bölgenin süreç içerisinde Esed rejimine teslim edileceği öngörülüyor, yani planlanıyor.
Sürecin bu yönde işleyeceğine dair işaretler gelmeye başladı bile; Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Mart Cuma günü İstanbul’da yaptığı bir konuşmada “Afrin'de iş bitmeyecek. Afrin'in devamı var. İdlib var, Münbiç var, Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesiyle bunun bütünleşmesi var. Zira bütün mesele oradaki mağdur, mazlum kardeşlerimizi bir an önce yerlerine kavuşturmak" dedi. Bu açıklamasının üzerinden çok kısa bir süre geçmedi ki bu sefer 25 Mart Pazar günü Trabzon’da yaptığı bir açıklamada şöyle dedi: "Kısa sürede Tel Rıfat’ı da kontrol altına alarak harekâtı hedefine ulaştıracağız."
Bu açıklamalarda her ne kadar süreç hakkında detaylı ve aydınlatıcı bilgi verilmemiş olsa da biz şunu görebiliyoruz; Zeytin Dalı Harekâtı ile Fırat Kalkanı Harekâtı arasında anlam, amaç ve sonuç bütünlüğü bulunmaktadır. Bu harekâtların yapılmasının bir tek anlamı vardır, o da; Amerika’nın Suriye çözüm planına hizmet etmektir. Amaç ise bu bölgelerde askerî operasyon hareketliliği oluşturarak İslâmi devrim gruplarını başka hedeflere kanalize edip Suriye rejimine karşı savaşmalarını dondurmak ve birliklerini bölüp parçalamak. Sonuca gelince, Rusya ve rejim tarafından katliam ve bombardıman ile Türkiye tarafından ise siyasi aldatmaca ile direnişçi grupları bölgelerini -Halep ve İdlib- terke zorlamak ve buraları rejime teslim etmek. Geriye buralardaki sivil halkın ne olacağı sorusu kalıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesiyle Afrin’in bütünleşmesi” sözünün arkasındaki gerçek plan bu sorunun cevabını oluşturuyor. Tel Rıfat bölgesinin de kontrol altına alınmasıyla Cerablus’tan, Elbab, Azez hattına devam eden Fırat Kalkanı bölgesi ile Afrin’in birleştirilmesi sağlanmış olacak. Ve böylece 2016’nın sonunda Halep’ten, 2018 başında ise Doğu Guta’dan İdlib’e tahliye edilen sivil halkın İdlib’den nereye tahliye edileceği sorununa çözüm bulunmuş olacak. İşte o tahliyelerin yapılacağı sözde güvenlikli ve kontrollü bölge Türkiye’nin kontrolünde olan bu bölgedir.
Şimdi “ne var bunda Türkiye insani bir adım atıyor, sivillerin katliamlarda ölmemesi için onlara güvenlikli bölge oluşturuyor, onlara kol kanat geriyor” denilebilir, ancak bu söz söyleyeni haklı çıkarmaz, Türkiye’yi de mazlumların hamisi yapmaz. Zira aynı Türkiye, Halep’te taş üstünde taş bırakmayan, Halep’i yangın yerine çeviren Rusya ve İran ile aynı masada oturup kararlar aldı. Aynı Türkiye, Doğu Guta’da adeta insani soykırım yapan rejimin hamisi olan Rusya ile Astana ve Soçi masalarında rol paylaştı. En önemlisi de aynı Türkiye’nin tüm bu kirli ve sinsi planların elebaşı olan Amerika ile dostluk ve müttefiklik içinde olmasıdır. Türkiye, Suriye devrimine apaçık ihanet ediyor. Türkiye yöneticileri Suriye’de zulüm ve zalime karşı başlatılan o tertemiz başkaldırıyı heba ediyor ve satıyor. Bunu görmek için dahi olmaya, uzman olmaya, Cerablus’a veya Afrin’e gitmeye gerek yok, sadece basiret ile tüm bu yaşanan süreci okumak yeterlidir.
Bunu basiret üzere doğru okuyanlar bugün hala Suriye sokaklarında “Devrimimiz İslâmi’dir” diyerek Amerikan planlarını ve bölge devletlerinin ihanetlerini ifşa ediyorlar. Ama doğru okumayanlar, okumak istemeyenler, inat edenler, ihanet edenler ise sudan gerekçeler öne sürerek şartların esiri oluyorlar. Doğu Guta’da halkı Esed’in insafına terk eden grup liderleri, rejim ile anlaşma yapan komutanlar ihanet içindedirler. İdlib’te Türkiye’nin oyunlarına göz göre göre aldananlar ise basiret ile bu gerçeği göremeyenlerdir.
Astana kararları çerçevesinde Türkiye’nin İdlib’e girmesine izin veren direnişçiler, “Türkiye’nin aslında Astana kararlarını uyguluyormuş gibi yaptığını, Rusya ve İran’ı kandırdığını” söyledi. Neredeyse her ay Çavuşoğlu ile bir araya gelen Rus ve İran Dışişleri Bakanlarının Türkiye’nin bu kandırmacasını görememiş olmaları düşünülemez. Astana masasına oturan grup liderleri alınan kararları tanıdılar ve devrimde dökülen her damla kana ihanet ettiler. Astana’da alınan kararlar çerçevesinde Türkiye’nin garantör ülke olarak İdlib’e yerleşmesine izin verenler ise öngörülemeyen sonuçları açısından genel manada devrime özel de ise İdlib’in geleceğine zarar verdiler. Umarız Rabbimiz bizi yanıltır ve biz bu konuda hatalı değerlendirmede bulunanlardan oluruz.
Son olarak; İslâm devriminin bittiğini, çöktüğünü düşünenlere Allah’ın vaadini hatırlatmak istiyorum ve şunu söylemek istiyorum: “Devrimler eylemler ile değil fikirler ile başlar, eylemler her ne kadar bitse de kıyamı başlatan fikirler var olduğu müddetçe devrimler bitmemiştir, bitmeyecektir. İşte kâfirler ve avanelerinin en büyük korkusu da budur.”