Asıl Fitne, Batıla Rıza Gösterip Hakkı Ketmetmektir!
23 Aralık 2024

Asıl Fitne, Batıla Rıza Gösterip Hakkı Ketmetmektir!

“Fitne” kelimesi, Arapçada birden çok manayı ihtiva eden kelimelerdendir. Dilimizde de yaygın olarak kullanılan “fitne” kelimesi gerek ayet gerekse de hadislerde geçmektedir. Fitne kavramının doğru şekilde anlaşılabilmesi hem etimolojik izahına hem de naslarda geçen anlamına vukufiyeti gerektirmektedir.

Bilindiği üzere şer’i metin ya da kavramları anlama metodolojisinin bir gereği olarak yapılması gereken; ilk önce şeriatın söz konusu kavrama/kelimeye bir anlam yükleyip yüklemediğine bakmaktır. Şayet şeriat, bir kavrama özel bir anlam yüklemediyse o vakit örfi ve luğavi anlamlarına bakmak gerekmektedir. İncelendiğinde, şeriatın fitne kavramına yüklediği bir anlam yoktur. Öyleyse yapılması gereken luğavi anlamına yönelmek olacaktır:

[فتنة] “Fitne” kelimesi, sözlükte “altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmek” manasına gelen [فتن] “fetn” kökünden türemiştir. Kuyumcu için aynı kökten gelen fettân kullanılır.

Fitnenin, “inanç uğruna maruz kalınan ağır işkence” anlamında kullanımı da oldukça yaygındır.

Kur’an-ı Kerîm’de otuz dört ayette “fitne” kelimesi, yirmi altı ayette de türevleri geçmektedir. Kur’an’daki kullanımına göre anlamlarını tespitinde Taberî’nin Câmiʿu’l-Beyân adlı tefsiri de dikkate alındığında fitnenin, Kur’an’da başlıca şu manalara geldiği görülür:

1- Sınama (ibtilâ): [وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا] “Sen, bir de, adam öldürdün. Seni gamdan, endişeden kurtardık. Seni belâ ve musibetlerle imtihan ettik.” [Tâhâ Suresi 40]

2- Şirk, küfür, müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları ve şirke döndürmeyi amaçlayan baskılar: [وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ] “Fitne kalmayıncaya, din ve hâkimiyet yalnızca Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın.” [Bakara Suresi 193]

3- Sapıklık, sapma, saptırma: [وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ] “Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarıyla ilgili olarak onlara karşı dikkatli ol!” [Maide Suresi 49]

4- Azap, işkence, ateşe atma: [اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ] “Gerçek şu ki, mümin erkeklerle mümin kadınlara ateşe atarak/işkence ederek (fitne) uygulayanlar…” [Burûc Suresi 85]

Nihayetinde Taberî, Arap dilinde fitnenin asıl anlamının “deneme ve sınama”, özellikle de “ateşe atarak deneme” olduğunu hatırlatır ve öteki kullanımların temelde bu mana ile ilişkili bulunduğuna işaret eder.

Ancak günümüzde “fitne” kavramının bağlamından kopuk anlamlarda kullanıldığına da şahit olmaktayız. Hakkı söyleyenlerin “fitneyi körüklemekle” suçlanmaları gibi… Her doğrunun her yerde söylenmesi halinde “halkın arasında fitne olacağı” iddiası gibi…

Tam olarak da yukarıda ifade etmeye çalıştığım fitne anlayışının; Esed’in devrilip geçici hükümetin göreve gelmesiyle zuhur ettiğine, bazı kimselerce dillendirildiğine şahit olduk. Esed rejiminin askerleri bile affedilirken sadece Allah için hayrı hatırlattıklarından dolayı İdlip’te, Cevlani’nin cezaevlerinde bulunan mahkûmların serbest bırakılmalarını istemek “fitnecilik” oldu. Laiklerin meydanlarda laiklik çağrılarına müsamaha gösterilirken zulmün son bulması için yeni yönetime çağrı yapan mahkûm yakınları “fitneci olmak”la suçlandı. Yeni yönetime “Bir mümin aynı delikten iki defa sokulmaz” hadisini hatırlatarak Batı’nın tuzağına düşmemesi gerektiği telkininde bulunmak, Şeriat-ı garra ile hükmetmeleri noktasında Allah için nasihatler etmek, “fitnecilik” addedildi. Uğrunda Müslümanların aziz kanlarını akıttıkları “‘Devrim Ruhu’na sahip çıkılması gerektiği” tavsiyesinde bulunmak, “fitnecilik” sayıldı.

Hatta öyle ki fitne kelimesi; söylenmesi gereken sözlerin söylenmemesini sağlayan, gerçekler gizlenirken ardına sığınılan sihirli bir kavrama dönüşmüştür. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” [Bakara Suresi 191] ayeti de, bu taraflarca, iddialarını desteklemek için delil olarak en başta getirilmektedir.

“Emr-i bi’l marûf, nehy-i ani’l münker” vacibiyetinin “fitne” bahanesiyle terk edilmesiyle alakalı olarak Şeyh Tâhir İbn-u Âşûr şöyle der:

“Ben, bazı insanların yanlış anladıkları bir şarta dikkat çekmek isterim. O da bazı fakihlerin şu sözüdür: ‘Nehyin, daha büyük bir münkere sürüklememesi şart koşulur.’ Halbuki bu, emr-i bi’l marûf, nehy-i ani’l münker işlevselliğinin kökünü kazıyan bir şarttır.”

Gerçekten yukarıdaki ayette işaret edilen “adam öldürmekten daha şiddetli olan fitne”; insanları kaosa sürüklemek, kafa karışıklığına sebebiyet vermek anlamındaki fitne midir? Ya da bu ayet, gerçekten kaos olacak endişesiyle hakkı gizlemeye, susmaya delil teşkil eder mi?

Öncelikle “fitne” kelimesine yanlış anlam yüklenilen ayetten başlayalım:

[وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ] “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.” Burada “fitne”nin manası, -genelde anlaşıldığı üzere- “kaos” ya da “iki tarafı birbirine düşürmek” anlamlarında değildir. Burada fitnenin anlamı; dinden uzaklaştırılmak, Allah yolundan saptırılmaktır. Yani ayet; “kaos ortamının ya da iki tarafı birbirine düşürmenin, insan öldürmekten daha şiddetli olduğundan” bahsetmiyor. Bilakis ayet, kâfirlerin saptırmalarına (fitnelerine düşerek) kanarak Allah’ın razı olduğundan uzaklaşmanın, sapmanın ölmekten daha kötü ve beter olduğuna delalet etmektedir. Demek ki asıl fitne; Batı’nın saptırmalarına kanıp Allah’ın rızasından uzaklaşmaktır.

İkinci olarak ise; “emr-i bi’l marûf, nehy-i ani’l münker” vacibiyeti, bilakis şirk/küfür başta olmak üzere bütün fitneleri bertaraf etmek için vardır. İşlevselliğinin anlamı, bunlarla mücadele etmektir. Ve bu vacibiyetin ihmali ve ihlali, Allah’ın azabına duçar olma sebebidir. İbnul Yemân’dan, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

[وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللّٰهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَابًا مِنْ عِنْدِهِ ثُمَّ لَتَدْعُنَّهُ فَلَا يَسْتَجِيبُ لَكُمْ] “Nefsim elinde olana yemin ederim ki, mutlaka marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz. Yahut Allah sizin üzerinize katından bir azap gönderiverir de sonra O’na dua edersiniz, ama size icabet edilmez.” [Tirmizi]

Bu ve benzeri hadislerden ilham alan başta muttaki âlimler ve Müslümanlar, her fırsatta ve koşulda hakkı ortaya koymuşlardır. İşte Ahmed bin Hanbel bedel ödemek ve birçok kesimi karşısına almak pahasına da olsa “Kur’an mahluktur” fitnesine karşı durarak hakkı ortaya koymuştur.

İşte İz bin Abdisselam, Haçlılarla yapılan anlaşmaya karşı çıkmış; bulunduğu beldeden sürülmek pahasına da olsa İslâm’ın bu konudaki hükmünü haykırmıştır.

Bir münker gördüğünde hiçbir şey yapmamanın kendisine verdiği ıstırabı, Sufyan es-Sevri şöyle ifade eder:

[إني لأرى الشيء يجب علي أن آمر فيه وأنهى عنه، فلا أفعل، فأبول دما] “İyiliği emretmem münkerden nehyetmem gereken bir işe şahit olduğumda, eğer kayıtsız kalıp bir şey yapmadıysam (üzüntümden) idrarımdan kan gelir.” [Hilye]

Tüm bunlar şuna delalet etmektedir: İslâm’ın hükümlerini söylemek, hakkı ortaya koymak ve hatırlatmak fitne değil bilakis şeriatın emridir. Hakkın hatırlatılmasıyla alakalı herhangi bir ihmal ve ihlal, en büyük fitnedir. Tüm bunları ifade ederken “yanlış üslup doğru sözün celladıdır”, “söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Zira yaptığımız hak çağrısı ve İslâm’ın hükümlerini hatırlatmanın, hikmetle ve doğru üslupla olması da Allah’ın yine bizlerden talebidir. Şöyle buyuruyor Rabbimiz:

[اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ] “(Rasul’üm) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır!” [Nahl Suresi 125]

Hakkı ortaya koymanın fitne olmadığı anlaşıldığına göre, asıl fitne nedir o zaman?

Asıl fitne;

Allah’ın hükümlerini yok saymak değil midir?

Zulme ve zalime karşı sessiz kalmak değil midir?

Batı ve BM kararlarına sıkı sıkıya bağlı kalmak değil midir?

Hakikatleri duymaya muhtaç insanlardan İslâm’ın hükümlerini gizlemek asıl fitne değil midir?

Asıl fitne;

Batı menşeili sistemlere, nizamlara sessiz kalarak onların ömürlerini uzatmak değil midir?

Müslüman kardeşini yüz üstü bırakıp kâfirlerle dostluk kurmak değil midir?

Müslüman kanının akıtılmasına az bir menfaat karşılığında göz yummak değil midir?

Bakınız, Ebu Bekir el-Hallâl’in Kitâbü’s-Sünne risalesinde geçtiğine göre; Ahmed ibn Hanbel için fitne neymiş:

[وَالْفِتْنَةُ إِذَا لَمْ يَكُنْ إِمَامٌ يَقُومُ بِأَمْرِ النَّاسِ] “Şayet insanların işlerini idare eden bir imam (halife) yoksa işte bu, fitnedir.”

Son olarak kıymetli kardeşlerim!

Zamanın fitnesine ne pahasına olursa olsun karşı koymuş Ahmed bin Hanbel’den için Ali b. Medînî bakın ne demiş:

[إِن الله عز وجل أعزَّ هذا الدين برجلين ليس لهما ثالث؛ أَبو بكر الصديق يوم الردة، وأَحمد بن حنبل يوم المحنة] “Allah bu dini; ridde günü Ebu Bekir ile, mihne (Kur’an mahluktur iddiasına karşı mücadele verenlerin karşılaştıkları fitne) günü de Ahmed b. Hanbel ile izzetlendirmiştir.” [Tabakat]

Kardeşlerim! Söyler misiniz, bugün bizler, “Kur’an mahluktur” fitnesinden emin isek bu kimin eseridir? Sonraki nesillerin, hatta günümüze kadar uzanan nesillerin bu fitneden emin olmasında Ahmed ibn Hanbel’in hayrını ve gayretini kim yok sayabilir ki?

Bizler de hem kendimizi hem de ardımızdan gelecek olan nesilleri; yaşadığımız asrın demokrasi ve laiklik fitnesinden, Batı’nın tuzaklarından emin kılmak istiyorsak o vakit Ahmed ibn Hanbel gibi fitneye başkaldıralım. Batı menşeili küfür düzenlerinin, asrımızın en büyük fitnesi olduğunu anlatalım. Zalime “zalim”, günaha “günah” diyelim.

Diyelim ki;

Asrımızın fitnesi demokrasi ve havarilerinin oyunları bozulsun… Hak sesimiz ümmete cesaret, kâfirlerin yüreğine de korku salsın!

Kim bilir belki de Allah Azze ve Celle fitneden eser kalmayıp İslâm’ın hayata hâkim olmasını bizim elimizle nasip edecektir. Hem kendi hem de sonraki nesillerin dualarında “fitne günlerinde kıyam etmiş muttaki müminler” olarak anılmayı istemez miyiz?