Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esad ile görüşebileceğinin sinyalini Ağustos ayında Soçi’de Putin ile yaptığı görüşmeden dönerken gazetecilere verdiği demeçte ilk kez ortaya atmıştı. Putin’in kendisine PKK ve PYD’ye karşı mücadele konusunda “sorunları Suriye rejimi ile birlikte çözüme kavuşturma yolunu” teklif ettiğini söylemişti. Bu açıklamadan hemen sonra Türkiye medyasında Erdoğan ile Esad görüşmesinin mümkün olduğu, iki ülkenin bu yönde adımlar attığına dair haberler yapılmaya başladı. Peşinden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na Erdoğan’ın Esad ile görüşüp görüşmeyeceği sorulunca, Çavuşoğlu görüşmelerin iki ülkenin istihbarat birimleri düzeyinde yapıldığını, şu an için liderler bazında bir görüşmenin planlanmadığını söyledi. Çavuşoğlu Belgrat’ta yapılan Bağlantısızlar Zirvesi’nde Suriye Dışişleri Bakanı ile ayak üstü görüştüğünü ve Suriye sorununun çözümünün siyasi uzlaşma ile olacağını kendisine söylediğini ifade etti.
Özbekistan’da yapılan Şangay İşbirliği Zirvesi’ne Beşşar Esad’ın gelmesini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok arzuladığına dair haberlerin kulislerden sızdırılmasından bu yana Erdoğan-Esad görüşmesine dair en net açıklama Prag’da yapıldı. Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesi için bulunduğu Prag’da basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Suriye devlet başkanı ile bir görüşme olması mümkün mü?" sorusuna “‘Mümkün değildir’ ifadesini kullanmam”* diyerek cevap verdi. Bu sözlerinin ardından “Ben alışılmış bir siyasetçi değilim, dolayısıyla vakti, saati geldiğinde biz Suriye’nin başkanıyla da görüşme yoluna gidebiliriz.” diye ekledi. Liderler düzeyinde olmasa da alt düzeyde görüşmelerin zaten yapıldığını söyleyen Erdoğan, şöyle konuştu: “Bizim bütün arzumuz Suriye’deki terör gruplarının buradan arındırılması ve geri dönüşü hızlandırmanın adımlarını atmak.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasının her cümlesi bir mesaj taşımaktadır. Birincisi; Cumhurbaşkanı, “Esad ile görüşmem mümkün değildir, ifadesini kullanmam” diyerek aralanan bu kapının kapanmayacağının altını çizmiş oldu ve hatta Suriye rejimine/Esad’a açıkça elini uzattı. “Ben alışılmış siyasetçi değilim” diyerek esasen kullanışlı ve çok yönlü özellikleri olduğunu ifade ederek siyasetçilerin çok kullandığı “dün dündür, bugün bugündür” sözünü hatırlattı. “Vakti, saati geldiğinde Esad ile de görüşme yoluna gidebilirim” derken bu sürecin bir takviminin olduğunu ve belirlenmiş bu takvime göre adım atacağını ikrar etti. “Suriye’nin terör gruplarından arındırılması gerektiğini” söyleyerek hem Suriye devletinin toprak bütünlüğünü kabul ettiğini ifade etti hem de bunu yok sayanlara (Suriye muhalefetine) uyarı mahiyetinde bir mesaj vermiş oldu. Ayrıca Türkiye’deki mültecilerin Suriye’ye dönüşünün buna bağlı olduğunu ifade etti. Kamuoyunda artık bir beklenti hâlini alan Erdoğan-Esad görüşmesinin gecikme sebebini Cumhurbaşkanı’nın Prag’daki açıklamasının son cümlelerinden çıkarmak mümkün. Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Rusya-Ukrayna savaşı bölgedeki atılacak adımları da bir yerde erteledi. Çünkü Suriye’deki bu olaylarda Rusya’nın ve İran’ın etkin bir rolü var.” Bu sözler, muhtemel Erdoğan-Esad görüşmesi dâhil Suriye sürecinin bundan sonraki işleyişinde garantör ülkeler olan Türkiye, Rusya ve İran’ın aktif rol almaya devam edeceklerini gösteriyor.
Katil ve Zalim Esed’den Suriye Devlet Başkanı Esad’a Giden Yol
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’yi kurduğu ve iktidar olduğu 2000’li yılların başından bu yana başbakan iken de cumhurbaşkanlığı görevini yürütürken de en iyi yaptığı şey, vakıa ve şartlara göre söylemler geliştirip popülizmi, siyaseti için etkin bir şekilde kullanmasıdır. Geliştirdiği bu söylemler vakıaya uyumlu ama pratikte yürüttüğü siyaset ile uyumsuzdur. Ancak Erdoğan bu uyumsuzluğu ustaca gizleyebilen bir kıvraklığa sahip. O bu kıvraklığı neticesinde algılar ile halkı daha kolay yönetebiliyor. Türkiye’nin 2011’in başından beri yürüttüğü Suriye siyaseti buna en bariz örneklerden biridir. Türkiye en başından beri Suriye meselesi ile ilgili siyasetini Amerika’nın çözüm planından milim sapmadan yürüttü. Amerika’nın çözüm planı, devrimin ilk yıllarında Türkiye’yi dolayısıyla da Erdoğan’ı Esad karşıtı bir pozisyonda konumlandırmıştı. Bu süreçte sadece Erdoğan değil bölge ülkelerinin liderleri ve hatta dönemin ABD Başkanı Obama bile Esad’a gitmesi için çağrı yapıyordu. Ancak bu çağrıların gerçek olmadığını görmek ve asıl kastı anlamak için siyasi basiret gerekiyor. Erdoğan-Esad görüşmesinin konuşulduğu bu günlerde; “Biz daha önce söylemiştik, bu işin üçüncü bir yolu var, demiştik, yazık oldu bu kadar kan aktı, bu kadar insan evinden oldu, demiştik” diyen üçüncü yolcuların o gün de, bugün de göremediği şey işte budur. Bunlar hem zalim Esad rejiminin hem de ona "katil Esed" diye hitap eden Erdoğan Türkiye’sinin arkasında aynı Amerika’nın olduğunu göremeyecek kadar siyasi körlük yaşıyorlar.
Suriye rejimi kimyasal silahlar ile kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden yüzlerce insanı katlettiği zaman Erdoğan; “Ey katil Esed! Sen bu çocukların ahından nasıl kurtulacaksın?” diyerek miting meydanlarında popülizm yapıyordu. O gün Esad’a “katil” ve “zalim” diyen Erdoğan’ı alkışlayanlar, bugün Suriye devlet başkanı ile görüşmek isteyen Erdoğan’ı alkışlıyorlar. İkisi de aynı Erdoğan ve o günden bugüne Erdoğan’ın Suriye siyasetinde değişen hiçbir şey yok aslında.
Vakti Zamanı Geldiğinde...
Son 3 yıldır Türkiye ve uluslararası kamuoyunda Suriye rejimi ile Türkiye Devletinin resmi makamlar nezdinde görüşmeler yapması için bir zemin hazırlanıyor. Bu Türkiye-“İsrail” normalleşme sürecinde de yaşanmıştı. Liderler düzeyinde gerçekleşen resmi ilişkilerin normalleşmesi bazen zaman alabiliyor. 2019 sonunda CHP’nin yaptığı Suriye Konferansından tutun da, Saadet Partisi başta olmak üzere, Vatan Partisi ve diğer diğer muhalefet partilerinin verdiği demeçlere kadar bu yönde yapılan bütün çalışmalar, Türkiye’nin Suriye ile normalleşme zeminini hazırladı. Eski bürokratların TV’lerde bu yönde konuşmalar yapması ve hatta Ümit Özdağ başta olmak üzere muhalefet partilerinin Suriyeli mülteciler aleyhinde oluşturduğu olumsuz kamuoyu da Erdoğan-Esad görüşmesi için olumlu bir zemin hazırladı. Dikkat edilirse iktidar partisi hazırlanan bu olumlu zemini bozacak hiçbir çıkış yapmadı. Örneğin; bu son 3-4 yılda Erdoğan’ın Esad aleyhine konuştuğunu görmedik. Mülteci karşıtlığı üzerinden yapılan kamuoyu sonrası iktidar partisi Suriyelilerin ülkelerine onurlu ve güvenli dönüşlerini konuşmaya başladı. Mültecilerin Türkiye için artık bir yük olduğu, iktidara yakın araştırma kuruluşları tarafından yapılan anketler ve veriler ile desteklendi. Gazeteciler bu kamuoyunu destekler nitelikte yazılar yazmaya başladılar.
Erdoğan, bir taraftan “biz muhacirlere tabii ki ensarlık yapmaya devam edeceğiz” dedi diğer taraftan da Türkiye’de laik ulusalcıların oluşturduğu mülteci düşmanlığı karşısında sessiz kaldı. Muhacirlerin geri gönderilmesi için hazırlanan zeminin olgunlaşmasını bekledi. Yine Suriye’de işlerin siyasi kanallar ile yürütülmesi yönünde muhalefet partilerinin ortaya koyduğu çözüm önerilerine kapı araladı ve bu meselede Türkiye ile Suriye rejiminin ilişkilerinin yeniden başlaması için kamuoyu oluşmasını gönülden istedi. Bunları şunun için söylüyorum; İktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ile ilgili bugün iki meselede çözüm arayışı içindedir. Birincisi: Türkiye’de bulunan Suriyeli muhacirlerin geri gönderilmesidir. İkincisi ise Suriye’deki son direniş toprağını, İdlib’i de rejime teslim etmektir. Peki, bu nasıl olacak? Mültecilerin Suriye’ye onurlu ve güvenli dönüşü nasıl sağlanacak? İdlib Suriye rejimine nasıl teslim edilecek? Tabi ki Erdoğan ile Esad’ın görüşmesi ile... Ne zaman peki? Vakti, zamanı geldiğinde yani Amerika "tamam" dediğinde...
Suriye Topraklarının Asıl Sahipleri Devrimciler mi Baasçılar mı?
Astana görüşmelerinde garantör ülkelerin tamamının üzerinde mutabık oldukları karar, Suriye’nin toprak bütünlüğünün tanınması ve terörle mücadele konusunda ortak kararlılık... Peki, Suriye’nin bu toprak bütünlüğünü tehdit eden aktörler kim; PKK ve PYD mi? Hayır! İdlib’e sıkışmış olan devrimci gruplar hatta Suriye muhalefeti de diyebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2016 yılında Türkiye’nin Suriye siyaseti ve Suriye topraklarının gerçek sahipleri hakkında şu sözleri sarf etmişti: “Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok! Mesele toprağın gerçek sahipleri topraklarına sahip olsunlar! Bunu sağlamak için yani orada adaletin tesisi için varız. Devlet terörü estiren zalim Esad’ın hükümranlığına son vermek için biz oraya giriyoruz.” Dün bunu söyleyen Erdoğan, bugün konuşmalarında Esad rejimine tehdit olarak görülen gruplara aba altından sopa gösteriyor. Her konuşmasında “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve terörle mücadele” vurgusu yapıyor.
Sömürgeciler ve onlarla işbirliği içinde olanlar, "toprak bütünlüğü" kavramını 100 yıl önce çizilen ulus devlet sınırlarını korumak için kullanıyorlar. Zira bu ulus devletlerin topraklarının tehdit altında olması demek, o koltuklarda oturan kralların, diktatörlerin ya da demokratların tahtlarının sallanması demek. Aynı zamanda toprak bütünlüğü kavramı sömürgeci işgalleri meşru görmek, işgale karşı direnenleri ise "terörist" olarak kabul etmek için kullanılıyor. Erdoğan, toprak bütünlüğü kavramını Suriye için kullandığı gibi işgal edilen Doğu Türkistan için de kullandı. Çin’in toprak bütünlüğünü de savundu. Dolayısıyla Erdoğan için Suriye topraklarının gerçek sahipleri, Suriye halkı değil Suriye rejimine çöreklenmiş bir avuç Baasçı’dır. İdlib’de, Türkiye’nin “merhametli” kanatları altına sığınan muhalif grupların bunu görebilmesi zor. Çünkü onlar artık muhtarlık ve belediye işleri ile o kadar çok meşguller ki burunlarının dibinde gerçekleşen hadiseleri göremiyorlar. Üstüne üstlük kendilerine nasihat edenleri de tutuklayıp zulmediyorlar.
Maalesef Ama Amerika...
Peki, dün, “Şam’a gidip Selahaddin Eyyubi’nin mezarı başında Fatiha okuyacağız ve Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyen Erdoğan’ın bugün Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaya ve Esad ile görüşmeye bu denli istekli olmasını nasıl okuyacağız? "Zalim ve katil Esed"den "Sayın Esad"a evrile(cek ola)n bu yolun köprülerini kim kurdu ve kim, sürecin bu noktaya gelmesinin garantörü oldu? Maalesef ama Amerika! Çünkü Suriye devrimi başladığı günden beri bu sürecin siyasi liderliğini Amerika hiç bırakmadı. Tabii ki Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da Amerika’nın peşini hiç bırakmadı; kuyruğundan bir milim ayrılmadı.
Hülasa bugün, Suriye’deki devrimci grupların da -kabul etmeseler de- bir siyasi liderliğe ihtiyaçları var. Hizb-ut Tahrir, kendilerine bu siyasi liderliğin ne denli önemli olduğunu defalarca kez hatırlattı. Meselenin Suriye’de herhangi bir toprak parçasına sahip olmak, bu toprak parçasında çeşitli emirlikler kurmak olmadığını; asıl meselenin ideolojik, İslami bir devletin kurulması olduğunu söyledi. Hizb-ut Tahrir’e burun kıvıranlar, Türkiye’ye minnet ettiler. İdlib’in dört bir tarafına “Türkiye tarafından örülen gözlem kulelerinin kendilerini PKK ve PYD’den koruyacağını, bunun çok akıllıca bir strateji olduğunu” söylediler. Erdoğan-Esad görüşmesi gerçekleştiğinde, masada konuşulacak ilk konunun o gözlem kulelerinin Suriye rejim askerlerine teslim edilmesi olacağını, sanırım hepimiz biliyoruz...