Son dönemlerde Türkiye’nin dış politikası, özellikle de Filistin meselesi etrafında dönen tartışmalar, kamuoyunda derin bir kaygı yaratmaktadır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Ne söylediysek maalesef oluyor” şeklindeki açıklamaları, Türkiye devleti olarak sadece söylediklerimizin ötesine geçemediğimizin itirafı niteliğindedir. Bu durum, yalnızca bir kabullenme değil, aynı zamanda bir eylemsizlik ikrarıdır.
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi’nin "İsrail ile barış içinde yaşanabilir" ifadesi ise, tüm gerçekleri göz ardı eden acizliğin zirvesinde bir yaklaşımı temsil etmektedir. “İsrail”in varlığı, Filistin halkı üzerinde bir işgal ve zulüm mekanizması olarak yıllardır sürmektedir. Bu noktada, siyasi iradelerin halkın aklını dumura uğratma çabaları dikkat çekmektedir. Dumura uğramak, bir organın işlevselliğini ya da başka bir deyimle fonksiyonunu yitirmesi demektir. Bu terim, siyasilerin, halkı şahsiyetsiz, duygusuz ve tepkisiz hale getirme çabalarını tanımlamak için kullanılabilir.
Müslümanlar olarak, bu duruma karşı nasıl bir tutum sergilemeliyiz? Öncelikle, aklımızı ve istikametimizi korumak için Kur'an ve Sünnet’e sarılmalıyız. Bu, sadece bir tercih değil aynı zamanda bir zorunluluktur. Allah ve Rasulü, bize, nasıl bir yol haritası çizeceğimizi açıkça belirtmiştir. Bu çerçevede, sosyal medyada ve geleneksel medyada ortaya çıkan dezenformasyonlara karşı dikkatli olmalıyız. Gazze, Filistin ve Lübnan konularındaki haberlerin çoğu, manipüle edilmiş bilgilerle doludur. Dolayısıyla, bu bilgilere karşı uyanık kalmalı, öfkemizi doğru bir şekilde, doğru adreslere yönlendirmeliyiz.
Bir Müslüman olarak, her zaman gerek akıl gerek vaziyet olarak diri olmalı ve siyasi gelişmeleri takip etmeliyiz. Bu, sadece olayları izlemekle kalmayıp aynı zamanda bu olayları Kur'an ve Sünnet ışığında değerlendirmek anlamına gelir. Tepkisiz kalmak, bizi hedefe ulaşmada yalnızlaştırır ve yolumuzda âtıl duruma getirir. Bu noktada, toplumun bilinçlenmesi ve doğru bilgilendirilmesi gereklidir. Medyanın sunduğu yanıltıcı bilgilere karşı aklımızı, Kur’an ve Sünnet çizgisinde kullanarak doğru bilgi kaynaklarından beslenmeliyiz.
Ayrıca, sorunlarımızı çözmek için doğru adresleri belirlemek de kritik bir öneme sahiptir. Müslümanların asıl amacı, yalnızca mevcut durumdan şikâyet etmek değil aynı zamanda bu durumu değiştirmeye yönelik aktif bir rol almaktır. Sadece ABD’ye, BM’ye topu atmanın veya İslam İşbirliği Teşkilatı gibi mercilerden çözüm beklemenin bir çözüm olmayacağını, tüm akıl sahipleri artık görmüştür, diye düşünüyorum. Bu merciler, kendi çıkarlarını gözeterek hareket eder ve gerçek sorunları çözmekten uzak kalırlar; böyle bir amaçları ve misyonları da yoktur.
Bunun yerine, Müslümanların kendi aralarında güçlü bir birlik oluşturarak hareket etmeleri gerekmektedir. Birlik, gücümüzün temelidir. Ancak bu birlik, inançlarımız doğrultusunda şekillenirse anlam kazanır. Dolayısıyla, mevcut siyaset ve ideolojiler üzerindeki baskılar, birlikteliğimizi tehdit etmemelidir. Aksi halde, toplumsal olarak dumura uğrayacak ve geçmişte olduğu gibi zulme maruz kalmaya devam edeceğiz.
Sonuç olarak; aklımız ile dalga geçilmesine izin vermemek için harekete geçmeli ve etkin bir bilinç oluşturmalıyız. Bugün, arsız, katil, işgalci “İsrail” ile mücadelede tek gerçek çözümün çok yakında kurulacak olan Hilâfet Devleti olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Bu, yalnızca bir ideal değil aynı zamanda bir zorunluluktur. Bu devlet, Müslümanların birliğini ve direnişini sembolize edecektir. İnanmalıyız ki, gerçek çözüm, bu birlikteliğin sağlanması ile mümkün olacaktır. Müslümanlar, asıl gücünü kendi inancında ve birlikteliğinde bulmalı, bu yolda azimle yürümelidir.