Önceki gün Hizb-ut Tahrir Türkiye’nin Haftalık Günden Değerlendirme Toplantısı’nda yeni ve uzun soluklu bir kampanyanın başlatıldığını kamuoyuna duyurduk. “Aile, Nesil ve Toplum İslâm ile Korunur!” başlıklı uzun soluklu bir kampanya başlattı, Hizb-ut Tahrir Türkiye…
Böyle bir kampanyaya neden ihtiyaç duyulduğunu ve kampanya ile neyi amaçladığımızı bu makalede ele alıp sizlerle paylaşacağım inşallah…
Öncelikle dünkü açıklamada ifade ettiğim gibi bu kampanyanın konusu yani ailenin, neslin ve toplumun korunması meselesi… Bu meselelerdeki sıkıntılar herkesi ilgilendiriyor, buralarda açılan yaralar herkese dokunuyor, bir şekilde herkesi acıtıyor bu yaralar. Babayı, anneyi, dedeyi, nineyi, kocayı, zevceyi, akrabayı, komşuyu, çoluk çocuk herkesi ilgilendiriyor…
Hani dersiniz ki “eğitim öğrencileri ilgilendiriyor”, “asgari ücret çalışanları”, “enflasyon evin büyüklerini”, “emeklilik ihtiyarları”, “sağlık hastaları” ama aile, nesil ve toplumun sorunları herkesi ilgilendiriyor, buralardaki bozulma kimseyi es geçmeden herkese dokunuyor. Toplumdaki herkesin güvende olmasını sağlayacak düzen (eman-emniyet) ne kadar önemliyse aile de, nesil de ve toplum da o kadar önemlidir. Çünkü aile, eman ve emniyetin kalesidir. Yine eman ve emniyeti temin etmek ancak sağlam nesillerin yetişmesi ile olur. Toplum tümden bozulunca da artık eman olmaz, emniyeti sağlayamazsınız.
İşte biz öncelikli olarak bu sebebe binaen yani bize ve size dokunan, toplumun en önemli ve öncelikli maslahatlarından biri olan aile huzurunun teminini önemsediğimiz, neslin bozulma tehlikesinden korktuğumuz için “sizlerle beraber aileyi, nesli ve toplumu koruyacağız!” diyerek bu kampanyayı başlattık.
Bir başka neden ise bu konulardaki sıkıntı ve problemleri duyup gördüğü ve en önemlisi de bildiği hâlde çözüm üretmeyen ve böyle giderse üretmeyecek olan siyasetin vurdumduymazlığıdır bizi bu kampanyayı başlatmaya iten. Toplumun birçok kesimi bu konudaki sıkıntıları, problemleri dile getiriyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, bakanlara, meclisteki vekillere ve parti yöneticilerine mağdur ve mustarip olan insanlar adeta yalvarıyor; “çözün şu meseleyi” diyorlar.
Gelin görün ki ekranlarda, sırt sıvazlayıcı mesajlar veren yöneticiler, yetki ellerinde olduğu hâlde ailelerin dağılmasını, neslin bozulmasını ve toplumun topyekûn ifsat olmasını “keyifle” izliyorlar. Evet, “keyifle izliyorlar” diyorum çünkü yöneticiler tüm bu sıkıntılardan bihaber değiller, aksine bu sıkıntıların meydana gelmesini sağlayan yasa ve kanunları bizatihi kendileri çıkarttılar. Yani yöneticilerin bu konuda masum olmaları, bilmeden bu soruna sebebiyet vermeleri gibi bir şey asla düşünülemez, bahane olarak öne sürülemez. Çünkü bugün yöneticiler “bilerek” ve “isteyerek” bu toplumun çökmesine zemin hazırlıyorlar!
Nasıl mı?
Bunlar güya “kadını koruyacağım” diye aileyi tümden yok ettiler. Aileyi yok etmek için hazırlanan ve tüm dünyada uygulamaya konulan “İstanbul Sözleşmesi” gereği AK Parti, MHP, CHP ve HDP’nin “fikir birliği” ile 8 Mart 2012’de 6284 sayılı kanun TBMM’de hızlıca kabul edildi ve uygulamaya konuldu.
Bu yasa ile ne yapıldı, biliyor musunuz? Kanunen yasak olduğu için resmî nikâh yapması mümkün olmayan 18 yaş altı gençler, “Allah’ın emri ve Peygamberin sünneti” ile nikâhlanıp evlendikleri için “cinsel istismar” suçlaması ile 3 yıldan 15 yıla kadar değişen ağır hapis cezaları ile cezalandırıldılar. 6284 sayılı kanun sebebiyle aileler perişan, çocuklar babasız, eşler kocasız, yuvalar sahipsiz bırakıldı.
Sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı ve gençlere erken yaşlarda evlenmelerini tavsiye etti. “Bu gençler niye 30 yaşına kadar bekliyorlar?” dedi. Sanki erken yaşta evlendiği için hakkında kamu davası açılıp ceza verilen ve hapse atılan on bine yakın mağdurdan hiç haberi yokmuş gibi konuştu. Peki, gerçekten de haberi olmayabilir mi? Asla! Böyle bir şey mümkün değil, olmamalı… Çünkü devletin başındaki birinin on bin kişinin haksız mahkûmiyetini bilmemesi kabul edilemez! Bu sebeple ben diyorum ki: biliyorlar ama adım atmıyorlar, sadece oyalayıcı teskin edici açıklamalar yapıyorlar.
Bir de “İstanbul Sözleşmesi” var. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için adına “İstanbul Sözleşmesi” denilmiş. Sözleşmenin tam adı şöyle: “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi.” Bu sözleşme Türkiye’de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Her konuda “ihtilaf” eden partiler, 81 maddeden oluşan “İstanbul Sözleşmesi” hakkında “ittifak” ettiler ve uygulamaya koydular.
Amaç ne peki? Kadına yönelik şiddeti önlemek. Önlenmiş mi bakalım:
Sözleşmenin uygulamaya konulmasının üzerinden geçen ilk 4 yılda, Türkiye’deki kadın cinayetlerinde yaklaşık üç kat artış meydana gelmiş. Sözleşmenin imzalandığı 2011’de “kadına şiddet” gerekçesi ile açılan dava sayısı 57.678 imiş, 2017’de 295.618 olmuş, 2018’de ise 358.499 dava dosyası açılmış. Son iki buçuk yılda evden uzaklaştırılan koca sayısı resmî rakamlara göre 746.000’i bulmuş.
Almanya’nın dahi 2018’de imzaladığı bu sözleşmeyi, imzaya açıldığı gün şerh koymaksızın imzalayan halkı Müslüman tek ülkenin Türkiye olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorsanız, duyun ve öğrenin! Sonra da kamuoyunun önünde “İstanbul Sözleşmesi nas değildir!” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “öyleyse sen gâvurun kendine yapmadığı bu kötülüğü bu halka niye yaptın?” diye sorun!
Daha İstanbul Sözleşmesi ile sapkın faaliyetleri meşru hâle gelen LGBT gibi kurumların pisliklerinden bahsetmedim… “Cinsiyet eşitliği” safsatasıyla Müslümanları zehirleyen feminist derneklerin Avrupa ve Batı’dan aldığı yardım fonlarından da bahsetmedim. Neslin, gençliğin ne denli zehirli fikirler ile ifsat edilmeye çalışıldığından da…
Bütün bunlar kampanya boyunca konuşulacak, yazılacak ve anlatılacak. Ve en önemlisi de bilerek halka bu kötülüğü yapanlara, kurtuluş için çözüm yolu gösterilecek! O çözüm yolu İslâm ve İslâm’ın içtimai nizamıdır.
Hani kampanya duyurusunda denildi ya; işte aynen öyle…
“Ailelerimiz ‘İstanbul sözleşmesi ile yıkılmasın!’ diye!
Kadınlarımız ‘CEDAW’dan korunsun diye!
Çocuklarımız ‘6284 SAYILI KANUN’ sebebiyle yuvasız kalmasın diye!
Neslimiz ‘CİNSİYET EŞİTLİĞİ’ ve ‘LGBT’ ile bozulmasın diye!
Ve toplumumuz ‘BATIL NİZAMLAR’ ile ifsat edilmesin diye!
Aileyi, nesli ve toplumu İSLÂM ile koruyacağız!”